Dünyamız tehlikeli bir yöne doğru evriliyor.
Yukarıdaki giriş cümlemi okuyunca, bu yazıda hayatımızın günlük akışını temelden değiştiren korona salgınından söz edeceğimi düşünebilirsiniz.
Bilinenleri tekrarlayacağımı da sanabilirsiniz.
Oysa ‘tehlikeli bir yön’ deme ihtiyacı duyduğum gelişme farklı. İnsanları, hem de kendilerinden görüş açıklamaları beklenen insanları, söylediklerine pişman etme girişimlerini ‘tehlikeli’ buluyorum.
Önümde son iki örnek var.
Prof. Ahmet Yaramı, Türk Tarih Kurumu Başkanı
Prof. Ahmet Yaramış 15 Temmuz’da, günün anlam ve önemine dair bir üniversite etkinliğinde konuşmuş ve “Darbe teşebbüsüne karışmış, pişman olmuş kişilere de sahip çıkmamız, onları bu toplumun içine dahil etmemiz, kazanmamız gerekiyor” cümlesini telaffuz etmiş…
Bir başka profesör, Prof. Ali Köse de, TRT’de katıldığı bir programda “Bir FETÖ gitti, bin FETÖ geliyor” cümlesini sarf etmiş…
Günlerdir bu iki konuşma üzerine her iki isme sözlü-yazılı ciddi saldırılara tanık olunuyor.
Özellikle siyasi kimliği bulunan, eski-yeni milletvekili, eski bürokrat isimlerin verdikleri tepkiler hayli aşırı.
İsimlerinin önünde ‘profesör’ sıfatı var ve bu da görüş açıklayan iki kişinin bilimsel bir geleneğin temsilcileri olduğuna işaret ediyor. Bu özellikleri bile tepki verenleri tepki vermeden önce düşünmeye sevk etmeliydi.
Bir kişinin profesör unvanını alıncaya kadar bilim yolunda çektiği çilelere saygı tepkileri önlemeliydi.
Kaldı ki, her iki bilim insanının kurumsal kimlikleri de bulunuyor. Prof. Yaramış Türk Tarih Kurumu’nun başkanı, Prof. Köse ise Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin dekanı. Kurumlara da mı saygı kalmadı?
[“Son zamanlarda atanan rektör ve dekanlar arasında tek bir eseri bile bulunmayanların varlığından söz ediliyor; acaba saygı sınırını aşan saldırılarda bu bilginin de payı var mıdır?” diye düşünmeden edemiyorum.]
Tepkilerin yoğunluğu Prof. Yaramış’ı sözlerinden dolayı özür dilemeye mecbur etti.
Prof. Ali Köse, Marmara Ünv. İlahiyat Fak. Dekanı
Prof. Köse’ye yönelik saldıranlar arasından eşi ile kızına dil uzatmaya kadar işi vardıranlar da çıktı.
Hem de din adına.
[Prof. Köse’nin ‘Milenyum Tarikatları’ adını taşıyan bir kitabı var; yani üzerine konuştuğu konuyu en iyi bilenlerden biri o.]
Buraya kadar yazdıklarımdan her iki hocanın görüşleriyle ilgili herhangi bir yorumda bulunmadığımı fark etmişsinizdir. Benim ‘tehlikeli bir yöneliş’ olarak gördüğüm, insanların düşündüklerini ifade etmelerine karşı çıkılmasıdır; yoksa serdedilen görüşlere eleştirel yaklaşmayla ve doğrusunun söylenmesiyle herhangi bir sorunum yok.
“Söyletmen vurun” kültürüne dönüş mü?
Dünyada bilimsel ve teknolojik gelişmeler görüşlerin çarpışmasıyla gerçekleşmiştir.
“Görüşleri yanlış, başında bulundukları kurumdan alınsınlar; bu adamlar o koltukta oturmamalılar” dediğinizde, yalnız bu iki hocanın değil, kabullerin ötesinde görüşleri bulunan pek çok başka kişinin de söz haklarını ellerinden almış olursunuz.
“Söyletmen vurun” mantığı hiçbir ülkeyi, kurumu başarıya ulaştırmaz.
Örnekler taze olduğu için bizde yaşanan iki olaydan söz ettim; ancak bu tür olaylarla yalnızca bizde karşılaşılmıyor. Pek çok başka ülkede de, hatta bizdeki örneklerden de ileride, susturma ve tövbe ettirme girişimleri fark ediliyor.
Bir senatörün kaleme aldığı genel kabule ters düşen bir yazıyı yayımladığı için, New York Times gazetesinin görüşler sayfası editörü istifaya zorlandı. Ardından, aynı gazetede bir başka alanın sorumlusu genç bir kadın gazeteci, “İlla belli düşünceler istikametinde haber ve yazıya yer veriliyor, kendimi kısıtlanmış hissediyorum” feryadıyla istifayı bastı.
İşi, beyaz birinin siyahi karakterleri bulunan bir roman yazamayacağı iddiasına kadar vardıranlar çıktı. Romancı Alexandra Duncan, bitirip yayınevine teslim ettiği ‘Ember Days’ (Oruç günleri) adlı romanını bu gerekçeyle geri çekti.
Dahası, Duncan’ın romanını yayınlatmaktan vazgeçmesini konu alan bir yazı, yayımlandığı meslek dergisi editörünün özür dilemesine yol açtı.
Hepsi tepkiler üzerine yaşandı bu olayların…
Neredeyse 40 yıl önceki bir yazısının hatırlatılması yüzünden işinden olan var Amerika’da.
ABD’de de “Söyletmen vurun” anlayışı hakim hale gelmekte. Orada buna ‘Uyanış’ (Woke) veya ‘İptal Kültürü’ (Cancel Culture) gibi saygınlık kokan isimler de takılıyor.
Sevinelim mi?
Eğer bizde de aynı akım baş göstermemiş olsaydı, ABD’de yaşananlara bakıp o havanın hakim hale geldiği bir tartışma ortamından özgün görüşler çıkmayacağı için, kendimize bakıp sevinebilirdik. Profesör unvanı bulunan iki hocaya bizde yaşatılanı görünce bu yeni global duruma ancak ciddi olarak üzülebiliyorum.
Dünya için korona virüsünden daha büyük bir ‘tehlike’dir bu ve son hızla oraya doğru evriliyoruz.
Hocalardan, sözlerini geri almak, özür dilemek yerine, ne demek istediklerini açmalarını bekliyorum.