Anadolu Yazarlar Birliği Başkanı Yusuf Tosun, dünyada yaşanan su savaşlarına farklı bir perspektiften bakıyor.
Bugün dünyada halihazırda devam eden sıcak savaşlarla birlikte soğuk savaşlarında da harlandığı kritik bir zamandan geçiyoruz. Öyle ki dün sıcak olarak yapılan birçok savaş yerini soğuk savaşa bırakmış durumdadır. İşin doğrusu görünürlüğü az olan bu soğuk savaşlar daha şiddetli yapılıyor ve tahribatı daha fazla oluyor. Günümüzde devam eden bu soğuk savaşlar her geçen gün geri dönüşü zorlaşan bir sarmala giriyor. Bunlardan biri de tarihin birçok döneminde çatışma sebebi olan suyun bugün soğuk savaş olarak devam ediyor olmasıdır. Öyle ki dünyadaki nüfusun büyük bir çoğunluğu bu savaştan direk veya dolaylı olarak etkileniyor. Lakin henüz bu tahribatın yeterince farkında olunmadığı içindir ki hal çareleri için somut bir adım da atılabilmiş değil.
Bütün bu durumlar çatışma sebebi olan suyun iyi yönetilememesinden kaynaklanmaktadır.
Bütün istatistikler gelecekte suya erişimin azalacağı, insanların çoğunun suya erişimde zorlanacağı ve suyun azalması ile birlikte kıymetleneceği yönündedir. Bu durum da insanların-toplumların suya erişmesi için kendi aralarında çekişmeye-çatışmaya yol açmaktadır.
Aslında dün de bugün de yeryüzünde yaşayan bütün canlılara yetecek miktarda su kaynakları mevcuttur. Ancak insanoğlunun suyu kullanımdaki ölçüsüzlüğü, suyu kirletmesi, doğayı hunharca tahrip etmesiyle birlikte nüfusun her geçen gün artışı, sanayi ve teknolojik ilerleme ama en önemlisi su yönetimindeki beceriksizlik bütün dünyayı küresel bir su kıtlığı ile karşı karşıya getirmiştir.
Öyle ki; bugün dünyada her 10 kişiden biri güvenli suya erişim sıkıntısı çekerken, her 3 kişiden biri de temel hıfzıssıhha hizmetlerinden mahrum durumdadır.
Bugün dünya nüfusunun önemli bir kısmı güvenli içme suyuna erişim sıkıntısı yaşıyor. Üstüne bir de dünyanın değişik yerlerinde yıkıcı sel sularıyla boğuşuyor.
İşin doğrusu bu yönüyle istatistikler korkutucu boyutta! Böyle devam ederse 2050 yılında dünya nüfusunun dörtte üçü güvenli içme suyuna erişimde zorlanacak gözüküyor:
‘2025’den önce dünya ülkelerinin yarısından fazlası tatlı suya ulaşmakta zorlanacak, bu oranın 2050’ye kadar küresel nüfusun %75’ine kadar yükseleceği tahmin ediliyor.’ (1)
Bugün göz göre göre yaklaşmakta olan su krizine rağmen yeterli tedbir alınmaması insanoğlunun en büyük problemlerimden biridir. Var olan çabalar ise küresel sermaye babalarının çıkarları doğrultusunda yürümektedir maalesef. Bunun için öncelikle yaklaşmakta olan su krizinin fotoğrafını doğru okumak ve farkında olmak gerekir. Yani önce problem doğru tespit edilmeli ki çözüme odaklanabilinsin. Aksi taktirde ortaya ciddi bir ‘su paradoksu’ problemini çıkmaktadır. Bu konu, uzmanlarınca samimi bir şekilde ele alınmaya muhtaçtır.
SU ÇATIŞMA ARACI
Yazılı tarih, efsaneler, rivayetler eski çağlardan bu yana zaman zaman suyun bir çatışma aracı olarak kullanıldığından bahseder. Bu çatışma kimi zaman askeri, kimi zaman ise politik olmuştur.
Bugün mevcut 261 büyük nehrin her biri iki ya da daha çok ülke sınırları içinde bulunmaktadır ki bu da potansiyel çatışma nedenidir.
Dünya nüfusunun hızlı artışıyla birlikte su kaynaklarının aşırı tüketimi yanında kirletilmesi beraberinde küresel su problemini gündeme getirmektedir. Tabii ki küresel iklim değişimiyle birlikte artık su kaynaklarımızı daha etkin ve de verimli kullanmamız gerekiyor. Son dönemlerde dünyanın birçok bölgesinde yaşanan su kıtlığı ise beraberinde su krizini getirmektedir.
İşin doğrusu insanoğlu için bir mücadele alanı olan yeryüzünde tarih boyunca su kaynaklı çatışmaların meydana geldiğini görüyoruz. Neredeyse su ile ilgili çatışmalar insanlık tarihi ile aynı seyrediyor.
Örneğin bunlardan ilkinin bundan tam 4.500 yıl önce Fırat ve Dicle havzasının güneyinde yer alan Lagaş ve Umma şehir devletleri arasında, Irak’ın güneyinde yer alan bir su yolu yüzünden yapıldığını tarihi kaynaklar kaydetmektedir:
‘Tarihsel kayıtlar incelendiğinde su ile ilgili ilk çatışmaların yaşandığı ve suyun bir silah olarak kullanıldığı ilk coğrafyanın Mezopotamya olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunun en temel nedeni ilk uygarlıkların Fırat ve Dicle nehirleri çevresinde gelişmiş olmasıdır. Bu verimli hilalin toprakları bundan yaklaşık 11 bin yıl önce dünyada ilk defa bugünkü anlamıyla üzerinde tarım yapılan topraklardır. Bu dönemde bölgede yaşayan kabileler arasında su kanalları yüzünden çıkan çatışmalar ile 4.500 yıl önce Fırat ve Dicle havzasının güneyindeki Lagaş ve Umma şehir devletleri arasında yaşanan çatışmalar tarihte bu konuda çıkan ilk çatışmalar olarak bilinmektedir.’ (2)
Yine benzer şekilde tarihte eski kayıtlar incelendiğinde suyun zaman zaman savaş silahı olarak kullanıldığını görüyoruz. Mesela M.Ö. 6. Yüzyılda Ortadoğu ve Akdeniz tarihinin en başarılı baraj kurucu kralı olarak bilinen Asur kralı Sinnaherib, Babil’i ele geçirmek amacıyla önce Fırat Nehri üzerine bir baraj inşa etmiş, sonra da baraj sularını Babil üzerine bırakarak Babil’i yerle bir etmiştir. Babil’in molozları da Fırat nehrine dökülmüş ve böylece Babil toprakları ele geçirilmiştir. Tarihte ilk kez bir baraj, savaş silahı olarak kullanılmıştır böylece.
Bu olay yazıtlara şöyle nakşedilmiştir:
‘Gelecekte kentin yerini, tapınaklarını ve tanrılarını kimse hatırlamasın diye, su baskınından da mükemmel biçimde kenti yıktım. Baştan aşağı suyla kapladım ve otlak haline getirdim.’
Aslında Nuh tufanı da bir bakıma suların yükselmesi neticesinde meydana gelen bir helak değil midir?
‘Nûh, ‘Rabbim! Bunların beni yalancılıkla suçlamalarına karşı bana yardım et!’ dedi.
Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: ‘Bizim gözetimimiz altında ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Buyruğumuz geldiğinde sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten birer çift hayvan ile kendileri aleyhinde hüküm kesinleşmiş olanların dışındaki aileni gemiye al; ama o haksızlığa sapmış olanlar konusunda sakın bana bir şey söyleme! Onlar kesinlikle boğulacaklar!’ (3)
‘Hemen göğün kapılarını bardaktan boşanırcasına inen bir yağmura açtık.
Yerden de sular fışkırttık; derken sular önceden belirlenmiş bir iş için birleşti. Onu tahtalar ve mıhlarla yapılmış gemide taşıdık.’ (4)
Evet, geçmişte yaşanmış ibretamiz hadiseyi böyle anlatıyor yüce kitabımız.
Yakın zamanda ise 1967 Arap-İsrail Savaşları, 1970 Ürdün İç Savaşı, 1978 Lübnan’ın işgali su nedeniyle çıkan savaşlar arasında kabul edilmektedir.
İşin doğrusu her geçen gün canlı yaşamı için vazgeçilmezler arasında yer alan su; insan nüfusunun artışı, küresel iklim değişimi ve suyun düzenli kullanılmaması… gibi nedenlerden ötürü azalmakta ve canlı yaşamı için tehdit unsuru haline gelmektedir.
Dünya nüfusunun henüz 200-250 milyon civarında olduğu 13. yüzyılda bile sular kullanım için yeterli olmamış olmalı ki Timuçin Han, ‘Cengiz Han’ lakabını alarak Moğol İmparatorluğunu kurduğunda ilk emirlerinden biri;
‘Bundan sonra nehirlerde yıkanmak, çamaşır yıkamak ve suları kirletmek yasaktır.’ olmuştur.
Yine tarihi kaynaklar bu dönemde mini bir soğumanın yaşandığını, kuzeydeki buzulların güneye düştüğünü ve dolayısı ile nehirlerin debilerinde düşme olduğundan kuraklık yaşandığını kaydediyor.
Tarihsel gözlem neticesinde anlıyoruz ki; küresel ısınma dönemlerinde dünya barış ve huzur içerisinde yaşarken maalesef küresel soğuma dönemlerinde dünyada çatışma, savaş ve katliamların eksik olmadığını görüyoruz.
ORTADOĞU SU SAVAŞLARI
Önümüzdeki yıllarda politik bir malzeme olarak da kullanılmak istenen suyun en sıkıntılı bölgesi maalesef Ortadoğu... Dolayısıyla Ortadoğu ülkeleri arasında yer alan Türkiye ise su meselesinde kilit noktada yer alıyor.
Ortadoğu olarak adlandırılan bölgede Türkiye’nin dışında; Lübnan, Suriye, Mısır, İran, Yemen, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar, Kuveyt, S. Arabistan, Irak, İsrail, Filistin, Afganistan ülkeleri yer almaktadır. Ortadoğu kavramını ilk defa 1902 yılında Amerika deniz tarihçisi A.T. Mahan ortaya atmıştır. Bu tanımlama çerçevesinde Ortadoğu; 8.012.779 km2 alan ve yaklaşık dört yüz milyon nüfusa sahiptir. Warld Watch tarafından yapılan bir araştırmaya göre dünyada su kıtlığı çeken 26 ülkenin 14’ünün Ortadoğu’da yer aldığı gerçeği suyun yakın gelecekte Ortadoğu için ciddi bir mesele olacağını göstermektedir.
Batı kaynaklarında yer alan; ‘Günümüzde suyu kontrol eden, Ortadoğu’yu kontrol eder ve kim Ortadoğu’yu kontrol ederse dünya petrol kaynaklarının kontrolünü elinde bulundurur.’ (5) türü tespitler konunun ehemmiyetini ifade açısından kayda değerdir.
Bereketli Hilal olarak adlandırılan ülkeler (Türkiye, Suriye, Irak, Ürdün, Filistin, Lübnan, İsrail…) arasında yer alan Türkiye dün olduğu gibi bugün de hilalin tepesinde kilit bir role sahiptir. Özellikle İngiltere ve Fransa’nın öncelikle petrol için suyu da yedeğine alarak göz diktikleri bu bereketli topraklar Sykes-Picot gizli anlaşması çerçevesinde paylaştırılmıştır.
Bu paylaşımda petrol yatakları ve su kaynakları daima belirleyici unsurlar olmuşlardır. Zira bugünkü Ortadoğu’da yer alan ülke sınırlarına baktığımızda bu durumu açıkça görmek mümkündür. Değilse ülke sınırlarını cetvelle çizer gibi belirlemenin başka bir anlamı olabilir mi?
Bu nedenledir ki; Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bölge adeta kan gölüne çevrilmiş vaziyettedir. Özellikle Fırat ve Dicle nehirleri arasında yer alan Mezopotamya topraklarında bu süre zarfında gözyaşı hiç eksik olmamıştır.
Yeryüzündeki suların dengeli bir şekilde dağılmadığını ise; ‘Yeryüzünde 214 tane su kaynağı vardır. Dünyanın %40’nın su ihtiyacını karşılayan belli başlı nehirlerin 155 tanesi iki ülke tarafından paylaşılmakta, 59`u ise 3 veya daha çok ülke tarafından kullanılmaktadır.’ istatistikleri açıkça ortaya koymaktadır. Bu istatistikten yola çıkarak; dünyada kümülatifte canlı yaşamı için yeterli olan su, yeryüzü coğrafyasına dengeli bir şekilde dağılmadığından uzun vadede yine canlı yaşamı için problem teşkil edeceğini söylemek mümkündür.
Simon Peres`in; ‘Türkiye`nin bölgedeki stratejik konumu ve zengin su kaynaklarına sahip oluşu bizim için büyük önem taşımaktadır. Türkiye`nin siyasal denge unsuru olabileceği gibi, bölgedeki su sorununun çözümünde avantaj bir rol alabileceği’ (6) ifadeleri Ortadoğu ve Türkiye açısından suyun politik malzeme konusu olacağını önceden haber vermiştir. 1997 yılında BM Genel Sekreteri olan Butros Gali’nin ‘21. yüzyılın temel çatışmalarının su üzerine olacağı’ tezi de dikkat çekicidir.
Su Savaşları senaryoları ve literatürü her geçen gün daha çok tartışılmaya başlanmıştır. İngiltere eski Savunma Bakanı John Reid ise; ‘Dünya üzerinde zaten az olan su kaynaklarının, küresel ısınma nedeniyle daha da zayıfladığı ve bu durumun da ülkeler arasında çatışmalara neden olabileceği’ şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.
Öyle ki geçmişten günümüze savaş sebebi olan, toprak ve yer altı zenginliklerinin son dönemlerde yerini suya bırakacağı gözüküyor. Burada hemen ifade etmek gerekir ki söz konusu su savaşları yazının girişinde de ifade ettiğimiz üzere meydanlarda sıcak olarak ordular arasındaki askeri güçlerin çatışmasından çok suya bağlı ürünlerin üretim ve tüketim alanında yapılacak bir soğuk savaştır. Bununla ilgili son zamanlarda su literatürümüze kazandırılan ‘sanal su’ ve ‘su ayak izi’ böylesi bir çatışmanın kaçınılmaz olduğu verilerini açıkça ortaya koyuyor.
SUYUN AYAK İZİ
Maalesef bugün su, salt ticari bir mal olarak kıtalar arası dolaşıma çıkarıldığı içindir ki savaş malzemesi olma durumuna getirilmiştir. Şayet bugün küresel bir su krizinden bahsediyorsak, bu yaşadığımız modern çağın ürettiği ‘su yönetimi’ krizidir. Çünkü modern çağ su krizini, su kıtlığına bağlıyor. Gerçekte ise; yaşadığımız su kıtlığı değil, suyun kötü yönetimidir.
Modern küresel dünyevileşme hastalığı beraberinde birçok sakatlıklarla birlikte suyun meta mantığıyla kötücül yönetimini de getirdi. Ve bugün su kıtlığı ile ilgili yaşadığımız temel sorun maalesef suyun yönetim zafiyetidir.
Bu çerçevede bir durum tespiti yapmakta fayda vardır. Bunun için de yeni türetilen bazı modern kavramların izini süreceğiz: Sanal su ve su ayak izi…
Tabii sadece gündelik yaşamda evlerimizde, işyerlerimizde kullandığımız suyu değil; özellikle tarımda, sanayide kullanılan suyun ayak izini de takip etmemiz gerekiyor. Çünkü devasa boyutta havzalar arası bir sanal su transferi söz konusu…
Peki, nedir bu bahse konu ‘sanal su’ ve ‘su ayak izi’ meselesi?
Güney Afrikalı bilim insanı Anthony Turton’un yerinde tespitiyle; ‘…Dünya hububat piyasası işlemlerinin yürütüldüğü yerlerde ve mal ticareti yapan tüccarlar biçiminde ortaya çıkan sanal su savaşçıları arasında yaşanacak.’ tarzı bir savaşımdan bahsediyoruz. Aslında A. Turton’un öngördüğü bu savaşım türü hâlihazırda devam ediyor ve şayet önlem alınmazsa gelecekte de şiddeti daha da artarak devam edecektir.
Malum, tatlı suyun büyük bir çoğunluğu (%70 oranında) tarımda kullanılıyor. Önemli bir kısmı ise (%20-25 civarında) tarımsal ürünlerin işlenmesinde kullanıldığı düşünüldüğünde; suyun %90-95’inin tarımda kullanıldığını söyleyebiliriz.
Bazı ürünlerin su ayak izleri şöyle: 1 porsiyon kırmızı et (200 gr) 3.100 litre, 1 dilim ekmek 40 litre, 1 bardak kahve (karton bardakta) 208 litre, 1 porsiyon pilav 150 litre... (Kaynak: Türkiye’nin Su Ayak İzi Raporu DSİ)
Bugün suyun önemli bir kısmını, tükettiğimiz ürünlerin üretiminde kullanıyoruz. Yukarıdaki tabloda bir fikir vermesi açısından hangi üründe ne kadar su tüketildiği ile ilgili veriler yer alıyor. Bütün ürünler için benzer bir tablo oluşturmak mümkündür. Örneğin bir bardak kahve için 140 litre su harcarken, bir hamburger için 2.400 litre su tüketiyoruz. İşte hazır gıda ve diğer ürünlerin üretimi için kullanılan bu suya ‘sanal su’ diyoruz. Haliyle her ülke tükettiği ürünlerin bir kısmını ihraç ederken, önemli bir kısmını da ithal ediyor. İthal ve ihraç ettiği ürünlerde kullanılan ‘sanal su’ üzerinden ise ‘suyun ayak izini’ takip etmek mümkündür. Böylece birbiriyle bağlantılı ‘sanal su’ ve ‘su ayak izi’ ile dünyadaki su dengelemesini yapmak çok da zor olmayacaktır. Bunun için bütün dünyada üretilen ithal-ihraç malzemelere ve bunlarla ilgili verilere ihtiyaç var haliyle. Suyun ekonomi içerisinde oynadığı rolü ve su yönetiminin ekonomik kalkınma süreçlerinde bir araç olarak kullanımını ifade eden su ayak izini biraz daha detaylandıracak olursak; ‘Su Ayak İzi kavramı, ilk kez 2002 yılında UNESCO-IHE’de1 Arjen Hoekstra tarafından ortaya koyulmuştur. Bir ürünün su ayak izi; ürünün sanal su içeriği veya ürünün saklı, gömülü̈, harici ya da gölge suyu diye adlandırılan farklı terimlerle benzerlik gösterir. (Hoekstra and Chapagain, 2008).
Sanal su içeriği veya gömülü su, yalnızca ürünün içerisindeki saklı suyu ifade eder. Bu kavram, uluslararası veya bölgelerarası görünen su akışları bağlamında kullanılır. Bir ülke veya bir bölge bir ürünü ithal ediyorsa veya ihraç̧ ediyorsa, suyu da sanal olarak ithal/ihraç̧ etmektedir. Bu da genel olarak sanal su akışı ya da ticareti olarak adlandırılır.
Su ayak izi ise yalnızca su hacmini değil aynı zamanda kullanılan suyun türünü̈ (yeşil, mavi, gri), ne zaman ve nerede kullanıldığını da gösterir. Bu bakımdan bir ürünün su ayak izi, çok boyutlu bir göstergedir. Saklı su içeriği ve gömülü̈ su ise yalnızca kullanılan suyun miktarını ifade eder. Miktar, su kullanımının yalnızca bir boyutudur. Suyun kullanıldığı yer ve zaman aralığı ile kullanılan suyun türü̈ de miktar kadar önemlidir.’ (7)
Zaman içerisinde Hollanda’daki Twente Üniversitesi tarafından geliştirilen Su Ayak İzi kavramı hem lokal olarak hem de kümülatif olarak kullanılan suyun tespiti ve kontrolü açısından son derece önemli bir adımdır.
Sanal suyun haritası üzerinden oluşan su ayak izi, bize bugün dünyanın değişik bölgelerinde yaşanan kuraklık ve su kıtlığı hakkında fikir vermek açısından da son derece önemlidir. Bu da dünyadaki su yönetimi karnemizi ortaya koyuyor.
Bununla ilgili ülkemizde çalışmalar olmakla birlikte maalesef yeterli düzeyde değildir.
Ancak su ayak izi iyi okunduğunda olası büyük su krizlerinin önüne geçmek mümkündür. Ama bunun için sağlıklı bir altyapının oluşturulması gerekiyor. Belki bugün büyük su savaşlarının yaşanmamasındaki en büyük etken sanal suyun uluslararası dolaşımda olmasıdır. Şayet bu dolaşım belli bir bilinç düzeyinde yapılırsa sorun büyük ölçüde kontrol altına alınabilir. J. A. Allan’ın dediği gibi; ‘Sanal su ticareti, su krizinin su savaşlarına dönüşmesini engelliyor.’
Ancak sanal su ticareti, suyun bir havzadan başka bir havzaya transferine yol açtığı için doğal su döngüsüne olumsuz etkileri de oluyor haliyle. Bugün birçok ülkede çölleşmenin olması, kuraklığın baş göstermesi tesadüfi bir hadise değildir. Olaya bir de böyle bir gözle bakmakta fayda vardır.
Aslında sanal suyun ülkelerdeki su potansiyeline uygun olarak dengelenmesi durumunda yaşanan su krizini durdurmak mümkündür. Mesela üretiminde fazla su gerektiren ürünlerin su yönünde zengin olan ülkelerde üretilmesi ve su yönünden fakir ülkelerde de bu ürünlerin tüketilmesi dünyadaki su stresini azaltabilir. Tabii bu durum ülkelerin ekonomisi ile de bağlantılı bir durumdur. Bu da ülkelerin ekonomik yönetimiyle birlikte iyi bir global su yönetimi yapmak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bütün bir dünya olarak bütüncül bir su yönetimine ve bununla ilgili politikalar geliştirmeye şiddetle ihtiyaç hissedilmektedir. Su ayak izi; kullanılan suyun boyutunu görüp kontrol altına almak, farkındalık oluşturmak, ekonomik kalkınmayı sağlamak ve en önemlisi başarılı bir su yönetimi yaparak olası su kıtlığının önüne geçmek için iyi bir imkân ve de fırsattır. Suyun yol haritasını oluşturarak çatışma aracı olmasından birleştirici olmasına dönüştürmek elimizdedir. Aksi taktirde su paradoksunun yarattığı sanal su savaşları şiddetini/tahribatını arttırarak devam edecek, biline!....
KAYNAK
1- Susuzluk, Steven Mithen, KÜY Yayınları, S:24
2- Küresel Isıtılan Dünya Ve Su, Doğan Yaşar, Dursun Yıldız, Truva Yayınları, S:29
3- Mü’minun 26-27
4- Kamer 10-13
5- Ortadoğu’da Suyun Artan Stratejik Önemi, Vedat Durmazuçar, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, S:17
6- Nokta Dergisi- Kasım 1993
7- Türkiye’nin Su Ayak İzi Raporu, Berivan DURAL, DSİ, S:11
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR