Türkiye olarak bizim sorunlarımız nelerdir? Yani bizler asıl hangi sorunlara bakmalıyız? Mesela şu sıralar çok konuşulan enflasyon-hayat pahalılığı bizim için çok ciddi bir sorun mudur?
Hayır…
Enflasyonu mantıklı politika uyguladığınızda 1-2 yıl içerisinde çözebilirsiniz. Bunun için para ve maliye politikası yeterlidir. Burada mesele bu politikanın maliyetinin ne olacağıdır. Güvenilir bir kadro çok daha düşük bir maliyetle bu politikayı uygulayarak enflasyonu düşürebilir.
Lakin bizim sorunumuz enflasyondan ziyade üretimdir. Üretimi de iki şekilde ele alabiliriz: Üretimin miktarı ve üretimin değeri…
2021 sonunda uygulanan Nass.. politikası bize Türkiye’de talep arttığında üretimin artmadığını gösterdi. Talep artışı yüzde 54’lere varırken üretim artışı yüzde 14’lerde kaldı. Demek ki, sorun talep tarafında değil.
Ya kalite… İşte asıl sorunumuz burada. Türkiye’de değerli üretim adeta 2007’den beri durmuş durumda. Orta ve yüksek teknolojik ihracat oranımız o yıldan beri yüzde 40 seviyelerinde yatay seyretmektedir.
Evet, en büyük sorunumuz değer üretememektir.
Bunun bir ana nedeni ise eğitim sistemimizin çöküş yaşamasından geliyor. Değerli öğrenci yetiştiremediğimiz gibi değerli üretim de yapamıyoruz.
İşte bu nedenle ülkemizde fakirlik kalıcı hale gelmiştir. Ne reel ücret artışı sağlayabiliyoruz ne de değerleri adil şekilde paylaşabiliyoruz. Ülkemizde gelir dağılımından bütün payları en zengin yüzde 5 almaktadır. Toplumun geri kalan tüm kesimleri maalesef kayıp içerisindedir. (2014 sonrası tablo)
Bizler her gün dolar ne oldu, Euro ne oldu diye bakarken paramızın değerini faizle korumaya çalışıyoruz. Oysa kimse de sormuyor ki; bu TL’nin değerinin neden üretimle koruyamıyoruz.
TL’nin uzun vadede değeri üretim değerimiz ile ilişkilidir. Bizler bu soruna nedense hiç ilgi göstermiyoruz. Sorun Faiz-TL değeri değil; sorun üretim değeri-TL değeri dengesindedir.
LİYAKATSİZLİK
Bugün kamuda işlerin görülmesi itaat üzerine şekilleniyor.
Her gün bir haber çıkmasın ki şu Ak Partili veya oğlu-kızı şu koltuğa atanmıştır. Ya da Ak Parti’nin atadığı kişiler yanlarındaki koltuklara oğullarını, kızlarını, gelinlerini veya eşlerini atamış olmasınlar.
Toplamda yönetim kalitesi düştükçe düşüyor. Ama burada asıl yıkım topluma verilen umutsuzluktur.
Bir kişi çok okusa, çok çalışsa ve bir makama hak kazansa oraya gelebiliyor mu? O zaman niye okusun, niye çalışsın, niye ülkesi için kendini feda etsin?
Zaten görüyoruz ki, ülkemizde iyi okuyanlar, iyi çalışanlar veya zeki olanlar gidiyorlar… Türkiye beyin göçü veren bir ülke…
Size tek cümle söyleyeyim: Beytin göçü veren ülke ayakta kalamaz. O ülke içten içe yıkılır.
Bugün ülkemizdeki temel sorunların başında cehalet hakimiyeti geliyor.
Ne kurduğunuz cümleniz anlaşılıyor ne de doğru cümle kuranlar değer görüyor. Artık doktor bile dövebiliyoruz cümlesi Türkiye Cumhuriyeti devletinin yıkım özetidir.
Liyakatsizlik ve cehalet devri gelecek kuşaklara bıraktığımız en büyük yıkım olacaktır. Zaten umutsuzluk ve fakirlik ülkede çocuk doğumlarını da bitirme seviyesine getirmiştir. Türkiye çok yakın zaman içerisinde fakir ve yaşlı bir ülke olacaktır.
Türkiye’de neredeyse Türk kalmayacaktır. Bence büyük sorunlardan biri de budur.
Yapısal sorunları saymakla bitiremeyiz. Maalesef bizler günübirlik kısa vadeli sorunları hep konuşuyoruz. Uzun vadeli asıl yıkım sorunlarını pek konuşmuyoruz ve pek de ilgi görmüyor. Oysa başımıza bu sorunların aşacağı dertler YIKIM demektir.
Acaba ne zaman uyanacağız… Merakla bekleyip duruyoruz. Muhalefetin de bu konuda pek çalıştığını söyleyemeyiz. Umutsuzluk hakim duruma geldi… Üzgünüm.
Ve VEDA…
Kurulduğu günden bu yana yazdığım KARAR Gazetesi ile bugün itibari ile bir mola… Bir süre DÜNYA Gazetesi ile devam edeceğim. Tüm arkadaşlarıma ve okurlarıma teşekkür ederim…
Görüşmek üzere son diyorum…