Yarım asrı içte ve dışta meydana gelen siyasi gelişmeleri yakından izleyerek geçirdim. Zihnimin gerisinde, hep “Gözlemciler bile genellikle tarihin dönüm noktalarına tanıklık ettiklerini her şey olup bittikten sonra fark edebilmişler” düşüncesi bulunduğundan, öyle bir aymazlığa düşmemek için, tanığı olduğum olayları “Acaba bu öyle bir dönüm noktası olabilir mi?” merakıyla da değerlendiririm.
Galiba ülkemiz şu sıralarda öyle bir dönüm noktasında.
İki önemli gelişme yüzünden böyle düşünüyorum.
Faiz karşıtlığı ekonomide kurallaşıyor
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Türkmenistan ziyaretinden dönerken uçakta görüş açıklamış. O açıklamadan bir bölümü aynen aktarmak istiyorum.
Şöyle demiş Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“Ben hiçbir zaman faizin yükseltilmesini savunmadım, savunmuyorum ve savunmayacağım. Farklı düşünenler de çıksa Tayyip Erdoğan aynı noktadadır. Asla bu konudan taviz vermem. Çünkü bu benim aynı zamanda değerler silsilesi içindeki yapımdır. Bundan taviz veremem ve vermeyeceğim.”
Cümlede beni şaşırtan da zaten o iddia.
Reklam
Türkiye son 20 yılı tek bir partinin hükümetiyle yönetilerek geçirdi, geçiriyor. O 20 yıl boyunca ekonomide faiz hep var olageldi. Zaman zaman dünyada en yüksek faizin geçerli olduğu ülke bilindik. Hükümet içeride ve dışarıda yüksek faizle borçlandı, borçlanmaya devam ediliyor. Sondan bir önceki Merkez Bankası başkanı daha önce (2015-2018) maliye bakanlığı koltuğunda oturmuş, Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresinden bir AK Partiliydi (Naci Ağbal); en son faiz artışını onun kısa sürmüş döneminde (7 Kasım 2020 – 20 Mart 2021) yaptı Merkez Bankası.
Gerçekler bu olduğu halde nasıl oluyor da Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ben hiçbir zaman faizin yükseltilmesini savunmadım, savunmuyorum ve savunmayacağım” diyebiliyor?
Sanıyorum o cümlenin sırrı ‘savunma’ sözcüğünde.
Cumhurbaşkanı Erdoğan gerçekten de faiz konusunda hep olumsuz görüş açıkladı, faize karşı çıktı; ancak kendisinin başında olduğu hükümetlerin uygulamaları farklı oldu; faiz ekonomide var olmaya devam etti.
Dün ile -yani son 20 yılın herhangi bir dönemi ile- bugün arasında bir fark var: Önceleri reel duruma müdahale etmez, sözgelimi faizi piyasanın dalgalanmasına bırakır iken, bugün gelinen noktada, bunun tam tersi bir davranış sergilemeye kararlı görünüyor Cumhurbaşkanı Erdoğan…
Kim ne derse desin, faiz karşıtlığı, ekonomide artık kural haline dönüşüyor.
Açıklamasını ben böyle anlıyorum.
Geçmiş bir tarafa bugün bir tarafa.
Reklam
Dış politikada pragmatik yaklaşım benimseniyor
Dış politikada da -ancak bu defa tersinden- benzer bir durum var. Geçmişte kendisinin öncülük etmesiyle izlenen politik çizgiden günün realitelerini göz önünde bulunduran farklı bir anlayışa geçilmesi söz konusu.
Bunun haberini de yine Türkmenistan’dan dönerken yaptığı açıklamadan alıyoruz.
“Muhammed Bin Zayed’le 2011 yılında bir görüşmemiz olmuştu. Ondan sonra bazı değişik dönemler yaşadık. Ama biz tamamen ipleri koparmadık. Arzu edilmeyen gelişmeler olmasına rağmen sonunda iş iyi bir noktaya geldi. Önce kardeşini gönderdi ve onlar bizim ilgili birimlerimizle görüşmeler yaptılar. Yatırım Ofisimizle bazı görüşmelerde bulundular. Türkiye’de yatırım için hazır olduklarını söylediler. Daha sonra da Muhammed Bin Zayed kendisi özellikle ziyaret etmeyi arzu ettiğini söyledi ve bu ziyareti de bu şekilde gerçekleştirdik. Hakikaten adeta bir aile hassasiyeti içerisinde bir ziyaret oldu”
Sözü edilen kişi, yakın zamanlara kadar Türkiye aleyhine faaliyetlerde hep ismi geçirilmiş, 15 Temmuz hain darbe girişiminin finansörü olmakla suçlanmış Körfez ülkelerinden Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) ikinci adamı.
BAE veliaht prensi Muhammed Bin Zayed geçtiğimiz hafta Ankara’da en yüksek düzeyde bir protokolle ağırlandı.
Körfez ülkeleriyle soğuk ilişkileri ısıtma niyetinde Cumhurbaşkanı Erdoğan…
Yalnız BAE ile de değil. Sırada İsrail ve Mısır da var.
İsrail ve Mısır’la ilgili olarak da aynı açıklamasında şunu söylemiş Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“Birleşik Arap Emirlikleri ile aramızda nasıl bir adım atıldıysa, diğerleriyle de buna benzer adımları atacağız.”
Davos’ta İsrail’in o zamanki cumhurbaşkanı Şimon Peres’le “One minute” tartışmasıyla başlayıp (2009) büyükelçilerin geri çekilmesiyle zirve noktasına erişen tavır, yerini, iki tarafın büyükelçilerinin yeniden görev başına dönmelerine bırakacak; öyle anlaşılıyor.
Mısır’da seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye karşı girişilen askeri darbeyi (2013) tasvip etmeyen, darbeye gidilen yolda halka karşı girişilen sertlikleri ‘Rabia’ işaretiyle yıllar boyu gündemde tutan Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbeyle iş başına gelen Abdülfettah el-Sisi’yi, sonradan girdiği seçimle (2014) koltuğunu korumuş olsa da, bir türlü benimsememişti.
Bir süredir heyetlerin gizli-açık görüştükleri duyuluyordu; şimdi ilk kez Mısır’a dönük politik çizgimizin değişeceği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından ilan edilmiş oluyor.
Kendisine uçakta Suriye ve Beşşar Esad konusunda da yeni bir politik tavır benimsenmesinin düşünülüp düşünülmediğini sorulmamış, ancak sorulsaydı -muhtemelen- o konuda da cevabı olumlu olabilirdi.
Faize her zaman karşı çıkmış, ancak görevleri boyunca piyasanın şartlarına müdahale etmemeyi yeğlemiş Tayyip Erdoğan sonunda görüşlerini ekonomi alanında uygulatmaya karar vermiş; buna karşılık, yine olumsuz görüş sahibi olduğu için her zaman yöneticilerinin karşısına dikildiği bir dizi ülkeyle ilgili kanaatlerini kendine saklamayı ve onlarla yeniden yakınlaşmayı uygun görmüş…
Öyle olduğu anlaşılıyor.
Ekonomiye ideolojik yaklaşırken dış politikada pragmatik davranıyor Cumhurbaşkanı Erdoğan.
İşte bu iki konudaki ‘yeni’ tavır bana ‘bir dönüm noktası’nda bulunduğumuzu düşündürüyor.
Bu durumu ıskalamak istemedim.