Türkiye’de siyasi okumalarda gitgide toplumsal alana bir ilgisizlik var. Bu alanda ne olup bittiği, toplumsal zeminin nasıl şekillendiği çok sorgulanmadan sadece siyasi tavırlar, sadece siyasi pozisyonlar, siyasi aidiyetler üzerinden analizler yapılıyor. Bu analizler eski bir toplumsal çatışma, gerginlik verilerinin üzerinden ilerliyor. Anlama imkanları sınırlı oluyor.
Konu ile ilgili vieonun linki: https://youtu.be/32nEQiRpFBM
Topluma dair her tür çalışma ülkeyi de ülke siyasetini de anlamak bakımından son derece değerli ve önemli.
Rawest Araştırma, Kürtlerin yaşadığı illerdeki yapıyı, eğilimleri, tutumları araştırmak ve bunları izlemek için kurulmuş bir araştırma kuruluşu.
Son çalışmalarında da önemli birtakım tespitler var, hem sosyolojik açıdan hem de siyasal açıdan.
Ben araştırmanın bulgularıyla ilgili üç noktanın altını çizmek isterim.
İlki kimlikleşme meselesi. Kürtlük, Kürtçe bilmek, Kürt doğmak, baskıya maruz kalmak yeni değil. Kürt kimliği her zaman olan doku, şüphe yok. Bu araştırma, Kürt kimliğinin diğer kimliklerden daha da ayrıştığını ve bu farklılaşmanın derinleştiğini gösteriyor. Buna, ‘kimlikleşmenin derinleşmesi’ adını verebiliriz. Bu ayrışma bize şunu söylüyor; Kürtler toplumsal bir grup olarak bağımsız bir değişken olma dozunu arttırıyor. Sağın Kürdü, solun Kürdü gibi bir ayrışmadan çok bir bütünleşme eğilimi görüyoruz ve bu bütünleşme eğilimi Kürt meselesi söz konusu olduğunda siyasi farkları asgariye indiren bir ortak tavra dönebiliyor. Bu veri, Türk siyasetinin Kürt meselesini çözememesinden kaynaklanan sosyolojik bir sonuç. Bir entegrasyon eksikliği sonucunda, belki entegrasyon talebini de içeren ama bir toplumsal grup olarak ayrışma halini ifade eden bir gelişme.
İkinci önemli bulgu: Kürtlerin yaşadığı bölgelerde, gerek sosyolojik olarak gerek siyasal olarak güçlü olan kutuplar değil, merkezi alan. Ve bu alanın genişlemesi. Yani bir toplumsal merkez ve bir siyasal merkezde konumlanma eğilimi Kürtleri tanımlayan önemli bir özellik. Bu da önemli. Çünkü siyasi açıdan radikalleşme yerine merkeze doğru hareket etme, merkezde farklı gruplarla da müzakere etme, diyalog kurma alanının sosyolojik olarak genişliğini de gösteriyor. Nitekim rakamlara baktığımızda şunu görüyoruz: Kürtler arasında kendisini solda hissedenler %30’lar civarında, sağda hissedenler %25 civarında, merkezde hissedenler ise %47. AK Partili olduğunu belirten Kürtlerin yarısı kendisini merkezde hissediyor. HDP’lilerin yarısı da kendisini merkezde konumlandırıyor.
Üçüncü önemli bulgu ise kimlik içi heterojenleşme eğilimi. Yani tek tip bir eğilimden çok birbirinden daha farklı bireysel tutumların ön plana çıkmaya başladığı, tek tip aidiyetlerin, bağımlılıkların öneminin daha azaldığı bir gelişme görüyoruz. Mesela HDP seçmeninin heterojen niteliği, örneğin Öcalan’ın ne dediğini çok da umursamayacak bir kitlenin oluşmaya başlaması, bütün bunlar bu çoğulculaşma açısından önemli. Bu çoğulculaşma ve merkezi alanın genişlemesi ile birlikte ortaya çıkan çok önemli bir sonuç var: Milliyetçi tutumda nitelik değişmesi.
Kürtlerde milliyetçilik oranı artıyor. 2019’da yüzde 5 ‘ben milliyetçiyim’ derken şu anda yüzde 10’u bunu söylüyor. Ancak bu milliyetçilik, siyasi bir Kürtlük vurgusundan kültürel bir Kürtlük vurgusuna ilerliyor. Mesela anadilde eğitim en birleştirici nokta olarak karşımıza çıkıyor. Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz ki, farklılık ve kimlik muhafazasının artmasına rağmen siyasal olarak entegrasyon taleplerinin önü daha kuvvetli bir şekilde açılıyor. Siyasetle talepler arasındaki ilişkinin bir rotaya oturduğunu söyleyebiliriz.
Araştırmanın konuşulabilecek pek çok yönü var. Benim öne çıkarttığım üç nokta bunlar.
Bunlar, Türkiye kadar bölgenin de bütün şartlara ve koşullara rağmen modernleşmeyle, kentleşmeyle, göçmenlerin varlığıyla, yaşanan çözüm sürecinin deneyimiyle, insanların içeride olmak istemesi arayışını, toplumsal dokuyla siyasallaşma arasındaki aynı doğal paralelliği gösteriyor.