Türkiye’nin geldiği noktayı anlamak için iki örneğe bakmak yeter.
İlki Alaattin Çakıcı’nın dün ana muhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu’na hitaben yazdığı kamuoyuna açık mektuptu. Mektubun tonu ve içeriğini şu alıntı tanımlıyordu: “Köpeklik yaptığın vatan hainleri ile Bahçeli’yi bir potaya koyarsan hayatının en büyük hatasını yaparsın, ben yaşarken ölçündeki söylemlerinin dışına çıkarsan seni bakla kazığı ile tanıştırırım. Bak Kemal Kılıçdaroğlu, sana akıllı ol diyorum.”
Böyle bir şey nasıl olabilir?
Bu soru, belli ki, bu ülkede artık çok naif kalıyor. Ne var ki, bu tablo hukuk, devlet, hakimiyet meseleleriyle, siyaset-tehdit-şiddet ilişkileriyle ilgili çok şey anlatıyor.
İkinci örnek, Osman Kavala hadisesidir.
Osman Kavala, Kasım 2017’de tutuklandı. Tutukluluğu, tam olarak neyle ve hangi kanıtlarla suçlandığı belli olmadan bir yılı aşkın süre devam etti. Ardından “Gezi olaylarını finanse ve organize etmek iddiasıyla”, “keyfi ve hayali ilişkilendirmelerle”, somut delil olmadan yargılandı. 18 Şubat 2020’de beraat ettiğinde, 2 yılı aşkın bir süredir tutukluydu. Beraat ettiği gün, başka bir soruşturmayla gözaltına aldı ve tekrar tutuklandı. Ertesi gün durum aydınlandı. Erdoğan, beraat kararı üzerine, “Gezi masum bir ayaklanma hadisesi değildir ciddi manada perde arkasında Soros türü bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştıran tipler vardır. Onun da Türkiye ayağı içerideydi bir manevrayla dün onu (Kavala’yı) beraat ettirmeye kalktılar” diyordu. Kaldı ki, bu Erdoğan müdahalelerinin ilki değildi. Nitekim Aralık 2019’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Kavala’nın tutuklanma gerekçelerinin delil sayılmayacağı kararını alırken, bu müdahalelere işaret ederek Türkiye’yi ilk kez Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. Maddesinden, “siyasi amaçla dava açmak”tan mahkum etti. Kavala’ya yeni açılan ve süren dava da, ilki kadar, “hafif, siyasi ve keyfi”.
Kavala 3,5 yıldır tutuklu.
Bunun tek nedeni var.
Çünkü, siyasi iktidar öyle istiyor.
Çünkü, Kavala, iktidarın “fos ve boş” ideolojik söyleminin rehinesi haline getirildi.
Çünkü, üst akıl, dış müdahale iddiaları Kavala üzerinden doğrulanmaya çalışıldı. Sivil siyaset, siyasi eleştiri ile kalkışma fikri arasında onun üzerinden bağlantı kuruldu.
Bir süre önce, HSYK, Osman Kavala ile ilgili dosyaları incelemek üzere talep edince, çok kişi, iktidarın yeni dönem iddialarına paralel olarak, bu maskaralığın sonu geliyor mu diye düşünmüştü.
Ne var ki, “bir çark” hala dönüyor.
Mehmet Yılmaz 16 Kasım günü şöyle yazıyordu:
“Cumartesi günü (HSYK haberleri sonrası) Sabah gazetesi’nin manşeti “Ekonomi ve Hukukta Yeni Reform Dönemi” şeklindeydi. … Aynı sayfa(da) … ilginç bir haber (daha) vardı: Kavala’nın Baş Döndüren Para Trafiği! Habere göre Kavala’ya, Soros’dan para gönderilmiş, o da bu parayı Açık Toplum Vakfı’na, oradan da sivil toplum kuruluşlarına göndermiş … . Dikkatle okuyunca Kavala’nın beraati ile sonuçlanan suçlamaların bir tekrarı(ydı) bunlar…”
Bu ilk değildi. Erdoğan’ın “serbest radikaller”i olan, ailenin ve Albayrakların kontrolu altındaki Pelikan grubu, Sabah Gazetesi ve denetimindeki diğer gazeteler, Kavala konusunda yargıya kendilerince “meşru” zemin hazırlamak işine daha önce de bir çok kez girişmişlerdi. Kavala gözaltına alınmadan bir süre önce, 19 Eylül ve 29 Eylül tarihlerinde, ona yönelik ilk suçlamaları - ki, bunlar daha sonra savcılığın iddianamesinde neredeyse satır satır yer alacaktı- Pelikan grubunun “yekvücut” adlı sitesi başlatmıştı. Kavala’nın tahliyesi ne zaman gündeme gelse, bu site ve kimi gazeteler sistematik biçimde onunla ilgili suçlama haberleri yaptı. İlk davasından tahliye olacağı gün de bu site devreye girdi, ardından savcılık kararı geldi.
Peki şimdi?
Ya da damat tasfiyesi sonrası zayıflayan Pelikancılar Erdoğan’ın hassas beklentilerini dikkate alıp, güçlerini Kavala üzerinden tazelemeye çalışıyor, ya da oyun olduğu gibi sürüyor, o grup tüm gücüyle Erdoğan’ın serbest radikali olmaya devam ediyor.
Kavala tahliye edilmedikçe, bu örnekler imkansız hale gelmedikçe, yeni dönemden bahsetmek anlamsız ötesidir.