İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşayan eski Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana, Kürt siyasetiyle ilgili olarak K24’e değerlendirmelerde (*) bulunmuş.
Söyleşiye objektif ve adilane bir şekilde yaklaştığımızda, değerlendirmelerinde, Zana’nın Kürt halkının, öteden beri birçok açıdan içerisinde bulunduğu olumsuz durumlarla ilgili bazı tespitlerini bir tarafa koyduğumuzda, bazı konularda haklı olduğunu söyleyebiliriz.
Bu tespitlerin en bilineni, sistem içi sol partilerde dâhil olmak üzere, gerek sosyalist Kürt solu ile birlikte sosyalist Türk solunun, Kürt sorunu üzerinden kendilerine bölgede bir alan açmaya çalışmaları ve bir halkın elde edilmesi gereken hakkının şu ya da bu gerekçelerle gasp edilmesi olarak belirginlik kazanıyordu.
Örnek vermek gerekirse geçmişte TİP’in; günümüzde ise, pek bir belirginliği kalmamış olsa da CHP ve özellikle de “neye hizmet ettiği sorgulanmayı gerektiren” PKK ve HDP’in Kürt halkı üzerinde var olan hâkimiyet anlayışı meseleyi özetlemektedir.
Zana, söyleşide ondan bahsetmemiş, ama hem Türk devletinin ve hem de sol tandanslı seküler Kürt anlayışı açısından devrimci duruş ve mücadele düşüncesine rağmen, özelikle de DP süreci ile başlayan ve bilumum sağ siyasetin bir nevi can simidi işlevini yerine getirmiş bulunan feodal temelli yaşam pratiğine hiçbir vurgu yapmamış…
Ama Zana, Kürt coğrafyasına da musallat olan sağcı anlayışlara karşı durması gerekirken, Garbzede Batıcı aydın tipinin örnekliğini “bihakkın” yerine getirerek, İslam’ı da talihsiz bir şekilde ideoloji derekesine indirgemektedir.
O, şöyle demektedir; “Kürdistan toprakları zaten bölünmüş ama ideoloji ve din siyaseti de sosyolojik olarak Kürtleri bölüyor.”
Batı’nın şansı, Doğu’nun ise bahtsızlığı ve bir yenilmişlik hali ve ahvali…
Yukarıda belirtmeye çalıştığımız üzere, yapılmış olan söyleşide Mehdi Zana’nın işaret ettiği birçok şeyle birlikte, evet bir talihsizlik sonucu olarak dini de ideoloji derekesinde ele alması, yılların deneyimine sahip bir siyasetçinin; söz konusu zihinsel skalası Batı olunca, bastığı zeminin değerini idrak edememesi, “Batı’nın şansı, Doğu’nun ise bahtsızlığı” kabilinden yaklaşık iki, üç asırlık geçmişi bulunan bir “yenilmişlik hali ve ahvali” sadedinde değerlendirilebilirdi.
Zana, tamam kabul edelim ki, dünden bugüne Türk ve Kürt solunun Kürt halkının var olan sorunlarına bakış açısı hep kendi çıkarları açısından “tek taraflı” bir çıkarcılığa mebni olsun ve bunun –haydi fıtri diyelim- karşılığın Kürlük olarak belirlenmesi, nasıl olur İslam karşıtlığında somutlaşabilirdi?
Ortada apaçık bir akıl tutulması ve zihinsel sömürüden münhal “düşmana benzeme” hali vardı.
Zana, belki bilmediğinden ötürü ona atıf yapmamış, ama o eğer Cemil Meriç’in söylediği üzere eğer “ideolojiler, insana giydirilmiş birer deli gömleği” ise, tamam tüm ideolojiler birer deli gömleği olarak kabul edilebilirdi.
Ama esas kimliğini İslam’dan alan, onunla var olup tarih sahnesinde kendine özgü bir tutan bir halkın, eğer işin içerisinde din falan yoksa ve olamayacaksa, salt kavmi, ya da modern anlamda bir ulusal kimliğin bizzat kendisi ideoloji değil miydi; diye sormak gerekirdi.
Zana, galiba işin bu kısmını ya kaçırmış olabilirdi ya da bilerek bir şeyleri yok saymaya çalışıyordu.
Onun Kürt halkının İslami kimliğinden rahatsızlık duyması şu ifadelerle az, çok yerini buluyordu; “bölgedeki bazı dini hareketler de bugün Diyarbakır’da bir miting düzenlediklerinde 500 yüz bin kişiyi topluyorlar. Mitingde sadece dinden bahsediyorlar ve dine sahip çıkıyorlar. Kürtlerin öncelikli sorunu Kürt meselesidir.”
İzaha gerek var mı? Söylenmek istenen şey, gayet açık ve seçik. Yani, hiçbir yoruma gerek bırakmıyor!
“Kürtlerin öncelikli sorunu Kürt meselesidir.”
Hani, derler ya “benim babam” senin derdin; iyide, güzelde, hakta ve adalette Kürt halkının birlik olma meselesi ise ve hayırhah birlikteliği sol ideolojik taraflar bozuyor iseler, bunun faturası bir yerlere kesilecekse dinden, İslam’dan ne istersiniz?