Son zamanlarda kiminle konuşsam ortak tanıdıklar hakkında olumsuz bilgiler alıyorum. Kovid yüzünden kapanmada edindiği temassızlık alışkanlığını sonrasında da sürdürenler ve kendisini dünyaya kapatanlar var.
Dışarıya çıkmadığı gibi kendilerine bizzat uğrayarak veya telefonla ulaşmaya çalışanlara cevap da vermiyor bazıları…
Psikolojide bu halin karşılığı ‘depresyon’… Aslında ciddi bir rahatsızlık bu…
O kadar çok ve değişik tanıdık-tanımadık insanla ilgili bu hal hakkında duyum aldım ki, “O da mı?” demekten bıktım.
Bu sebeple, İngiliz Guardian gazetesinde daha başlığının ilk sözcüğü ‘depresyon’ olan bir yazıyla karşılaşınca (23 Ağustos 2021) okumaktan kendimi alamadım. Müstear isim kullanan yazarı, kendisinin ve tanıdıklarının başına geleni anlatan Asya kökenli bir kadın gazeteci.
Yazısının başlığı şu: “Bu yazıyı yazmamın sebebi depresyon. Takma isimle yazmamın sebebi de utanç duygum”.
Depresyon konusunda olduğu için okumaya başladığım uzun yazıda en çok dikkatimi çeken Asya kültürüne ilişkin ‘utanç’ endişesi oldu.
Okuyalım:
“Çince’de utanmaktan da öte bir duyguyu anlatan ‘yüzünün kızarması’ gibi bir kavrama sahibiz. Bu, saygı yitimi, haysiyetini ve toplumdaki yerini kaybetmek anlamına geliyor. Kısacası, bizim toplumsal varlığımızı o utanç duygusu yönetiyor.”
Utanma önemli bir motivasyon.
İyi iş bulabilmek için okulda başarılı olmak… Kendimize ve ailelerimize utanç getirmemek amacıyla işimizde başarılı olmak için çok çalışmak…
Ana kıta Çin’de de durum böyle midir bilemem, ancak Çin dışındaki ülkelerde yerleşik Çinliler’de bu özellikler fazlasıyla var.
Yazar yaşadığı depresyonu içinde bulunduğu toplumsal şartların yüklediği bu özelliğe bağlama eğiliminde.
Her şeyin fazlası gibi bunun da dengeyi bozma ihtimali olabilir.
Ancak ben yine de ‘utanma’ duygusunun bireysel ve toplumsal bir değer olarak varlığının gerekli, kaybının ise endişe verici olduğunu düşünüyorum.
Konunun bu yönünü aklımda tutarak yazı üzerinde düşündüğümde, geçmişte bizde de olumlu etkisini fazlasıyla göstermiş olan ‘utanma’ duygusunun günümüzde fazla bir anlam taşımadığı sonucuna vardım.
Utandıracak işler yapmak, ailenin şeref ve haysiyetini zedeleyecek işlerden kaçınmak bizde de önemliydi; bunun için başkasına zarar verecek şeyler yapılmaz ve mesela yalana dolana başvurulmazdı.
O zamanlar Sülün Osman tipleri vardı; buna karşılık yüzlerce kişiyi dolandıran Tosuncuk türüne pek rastlanmazdı.
Sıradan insanlar da, o insanlar sonradan önemli görevlere gelip herkesi bağlayıcı kararlar almaya başladıklarında da, ‘utanç’ duygusu onlar için en önemli motivasyon olurdu.
Benim çocukluğum ve gençliğimde bu duygu, kimsenin o yolda direktif vermesi gerekmeksizin, her insanda fark edilirdi.
Özellikle de kamuoyunun karşısına çıkanlarda…
Politikacılarda bile.
Geçmişte tanıdığım ‘önder’ konumundaki insanlar haklarında ne düşünüldüğünü çok ciddiye alırlar, bu yüzden kılı kırk yararlardı.
Yalan daha sonraları girdi günlük kullanıma.
Kendi hesabıma ben yazılarımda ve konuşmalarımda muhatapları küçümseyici ifadeler kullanmaktan hala kaçınırım. Kalemimden ‘hakaret’ sadır olmaz. [İyi mi, kötü müdür başkaları takdir etsin: 50 yılı aşan yazarlık hayatımda tek bir ‘hakaret’ davasına bile muhatap edilmedim.] Doğruluğundan kuşku duyduğum konulara uzak durur, ille yazmam gerekirse kimi kast ettiğimi herkes bilse bile isim vermemeye çalışırım.
Bunun tersini yapmanın beni utandıracağını bilirim.
Uzak ve yakın geçmişte kimler hakkımda ne yalanlar uydurdular, kendileri için kullanılsa kolay hazmedemeyecekleri pek çok sıfatla beni andılar, saygısızca ifadeler kullanmaktan çekinmediler.
Hala da bu alışkanlıklarından vazgeçmiş değiller…
İtalyan yazar Carlo Collodi’nin 1881 yılında kaleme aldığı aynı adlı eserinin ana karakteri olan ‘Pinokyo’nun her yalanında burnu biraz daha büyür. ‘Pinokyo’ masal değil de gerçek olsaydı ve her yalan burnu bir milim bile büyütseydi, günümüzde pek çok önemli isim, araçlara sığamaz hale gelirdi. Yapılan her kötü iş yüzde milimetrik bir siyah iz bıraksaydı, ABD’deki siyahiler oranında bir toplum kesitine bizde de rastlanırdı.
Merakım bu. Merakımı bir adım daha ileriye taşıyayım: Burnu araçlara sığmayacak hale gelmiş yalancılar ile yüzleri simsiyah olmuş kem söz sahipleri beklentim gerçek olsaydı, acaba o insanlar özellikleri yüzlerinden anlaşılıyor diye yanlış alışkanlıklarından vazgeçerler miydi?
Vazgeçeceklerini sanmıyorum.
Utanç duygusunun az olduğu toplumlarda politikacıların yanlışlıkları, söyledikleri yalanlar yüzlerine vuruluyor. Gazeteler ve haber kanalları politikacıların halka açık konuşmalarında söyledikleri yalanların çetelesini tutuyor; hiç oralı olmuyorlar.
[Washington Post gazetesi bir mensubunu Donald Trump’ın sözlerinde doğru olmayan kısımları tespit etmesi için görevlendirmişti. Biraz önce baktım, Post’a göre, Trump dört yıllık başkanlık dönemi sırasında tamı tamına 30 bin 573 defa yalan söylemiş.]
Depresyon ile başladım, konu buraya geldi. Ancak iki konu birbiriyle ilgisiz değil; tam tersine: Sürekli başkalarına zarar verecek işler yapan, sözler söyleyen ve yazanların çok olduğu toplumlarda ‘utanma’ duygusu zedeleniyor -hatta ortadan kayboluyor- ve öyle toplumların insanlarında ruh sıkıntıları daha sık görülüyor.
“O da mı?” sorusunu sorduracak kadar hem de…