Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Polisle milletvekilinin karşı karşıyla geldiği iki taze olayın ışığında devlet-millet algımız

Alper Görmüş, toplumsal olaylarda, bir kargaşada bir vekilin polise, diğer kargaşada ise bir polisin vekile yönelik şiddeti konusunda meclis başkanının ve “milletin” şahsında çifte standart yaşandığını belirtiyor.

Polisle milletvekilinin karşı karşıyla geldiği iki taze olayın ışığında devlet-millet algımız

Şu haber 25 Şubat 2008 tarihli BirGün gazetesinden:

“Batman’da çıkan olaylarda DTP Milletvekili Bengi Yıldız ve Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan’ın polis tarafından tartaklanması iddiaları üzerine başlatılan soruşturma kapsamında Batman Çevik Kuvvet Şube Müdürü Hüseyin Gürbüz görevinden alındı. Vali Dr. Recep Kızılcık, bir milletvekilinin tartaklanmasının kabul edilecek bir olay olmadığını belirterek, görevli amirin görevden alındığını açıkladı.”

Şu da 19 Haziran 2022 tarihli Serbestiyet’ten:

“Ankara Kızılay’da Somalililer tarafından işletilen ve daha önce polis baskısı nedeniyle tabelasını defalarca değiştiren Saab Cafe’nin yeniden kendi adıyla yaptırdığı tabelasının açılış törenine polisler yine müdahale etti. Açılışa katılan DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu polislerin uygulamasına itiraz edince karşısında Çankaya Emniyeti’nde görevli bir emniyet amirini buldu. Yeneroğlu’na parmak sallayan, ‘lan haddini bil’ diyen emniyet amiri…”

Birinci olayda milletvekilini tartaklayan polis müdürünün tavrını ‘kabul edilemez’ bulan ve onu görevden alan bir vali; ikincisinde milletvekiline hakaret eden polise neredeyse “ağzına sağlık” demeye getiren bir emniyet genel müdürü (isterseniz içişleri bakanı diye de okuyabilirsiniz, yanlış olmaz, hatta belki daha doğru olur).

Bu iki olayı karşılaştırırsanız, aradan geçen yıllar içinde Türkiye’nin nasıl ve ne kadar değiştiğini anlayabilirsiniz.

Fakat ben bu yazıda bu son olayla, ondan bir hafta kadar önce yaşanan bir başka milletvekili-polis olayını karşılaştıracağım.

Polise tokat atan milletvekilinin başına gelenler

12 Haziran Pazar günü Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması talebiyle düzenlenen yürüyüşe engel olmak isteyen polisle bazı HDP milletvekilleri karşı karşıya geldi ve ortamın iyice gerildiği bir anda HDP milletvekili Salihe Aydeniz polislerden birine vurdu.

Hiç şüphesiz ki kınanması, ayıplanması gereken bir davranış… Burada her türlü tevil çabası yersizdir.

Fakat tepkiler bunun çok ötesine geçti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ortağı Devlet Bahçeli derhal Aydeniz’in dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi. Fakat -mevkii itibariyle- en dikkate değer tepki, TBMM Başkanı Mustafa Şentop’tan geldi. Şöyle dedi:

“Bir milletvekilinin polise tokat atması çok çirkin. Bu hareketi asla müsamahayla karşılanmamalıdır. Dokunulmazlığın kaldırılması ve gereken cezanın verilmesi gerekir.

“Bir milletvekilinin dokunulmazlık zırhını suistimal ederek böyle bir harekette bulunması çok büyük bir haddini bilmezliktir.

“Özellikle bir milletvekilinin, görevini yapmaya çalışan bir güvenlik görevlisine karşı bu muameleyi yapmış olması, kamuoyunda da toplumda da infial uyandıran bir suçtur. Bu bakımdan benim şahsi kanaatim bu konuyla ilgili olarak dokunulmazlığın kaldırılması gerekir. Meclis Başkanlığına geldiği takdirde biz bunu Karma Komisyonuna havale ediyoruz.”

Bu tepkileri izlerken (ve henüz Kızılay’daki polis-millletvekili hadisesi yaşanmamışken) aklımda hep “acaba tersi olsaydı, polis milletvekiline vursaydı ya da tartaklasaydı ya da hakaret etseydi ne olurdu” sorusu vardı. (Bir gazeteci için yanlış bir soru, Türkiyeli bir gazeteci için daha da yanlış bir soru: Aklında böyle bir soru varsa, geçmişte böyle olayların yaşanmış olması muhtemeldir varsayımıyla açarsın interneti, bakarsın. Fakat ben eskiye bakmayı ancak Yeneroğlu-polis âmiri vakası patlak verince akıl edebildim ve tabii birini bu yazının girişine aldığım olmak üzere bir sürü örnek buldum.)

Neyse, böyle “acaba… tersi olsaydı ve polis milletvekiline hakaret etseydi” sorularını kendi kendime sorar ve geçmişe bakmayı akıl etmezken önümüze ‘canlı’ Kızılay hadisesi düşüverdi işte.

Polis âmirinin Yeneroğlu’na hakaretlerini izleyince neyi merak ettiğimi tahmin edebilirsiniz: Bir milletvekili polise karşı müessif bir fiilde bulununca ortalığı birbirine katan iktidar kanadı acaba bir polis milletvekiline müessif fiilde bulununca ne yapacaktı? Fakat tabii asıl merak ettiğim, polise tokat hadisesinde yukarıda okuduğunuz tepkiyi veren Meclis Başkanı Mustafa Şentop’un Kızılay hadisesine nasıl bir tepki vereceğiydi; acaba o ne diyecekti? Öyle ya, hakarete uğrayan, başkanı olduğu meclisin bir üyesiydi.

İnanması zor ama hiçbir şey demedi. Birkaç gün sonra Yeneroğlu’nun çağrısı geldi:

“Sayın Şentop, siz niye susuyorsunuz? Niçin Meclis’in onurunu savunmuyorsunuz? Niçin edepsizlik karşısında iki çift laf da siz etmiyorsunuz? Bir memur ile bir milletvekili arasındaki bu diyaloga sadece seyirci kalırsanız yarın 600 milletvekilinin sahada nelerle karşılaşabileceğini hesap ediyor musunuz? Milletvekiline hakaret milletin tümüne hakarettir, Millet Meclisi’ne hakarettir. Aklınızı başınıza alın ve bulunduğunuz konumun hakkını verin. Milletvekilinin de TBMM’nin de hukukunu koruyun.”

Heyhat, bir milletvekilinin polise karşı hareketinde aslan kesilen Meclis başkanı, bu çağrıya da icabet etmedi, susmaya devam etti.  

Bu yaman çelişkiyi nasıl açıklayabiliriz?

Peki, bu yaman çelişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Salt kelimeler üzerinden gidince işler daha çok karışıyor.

Denklemde millet var, devlet var, milletin vekili var, devletin polisi var ve dahi milletin meclisinin başkanı var.

Kelimeler üzerinden gidildiğinde tablonun şöyle olması gerekiyor: Milletin bir vekili devletin bir polisine bir müessif eylemde bulunmuşsa (birinci olay), tamam, milletin meclisinin başkanı, milletin vekili de olsa onu kınayabilir, ayıplayabilir… Kınamalı, ayıplamalı…

İşin bu tarafını anlayabiliyoruz… Fakat ikinciye, yani Kızılay hadisesine gelindiğinde, yani müessif fiilin yönü devletin polisinden milletin vekiline doğru olduğunda milletin meclisinin başkanının tavrını (sessizliğini) anlayabilmek imkânsızlaşıyor… Çünkü artık hakarete uğrayan devletin polisi değil milletin vekilidir ve böyle bir durumda tabii ki milletin meclisinin başkanının milletin vekilini savunması, devletin polisini kınaması gerekir.

Ama asıl yaman çelişki milletin meclisinin başkanına ait değil bizzat millete ait… Çünkü milletin meclisinin başkanının doğru ve haklı olarak işaret ettiği gibi milletin bir vekilinin devletin bir polisine müessif fiilde bulunması “kamuoyunda da toplumda da infial uyandır(ırken)”, tersi durumda, yani devletin bir polisi milletin bir vekiline müessif fiilde bulunduğunda “kamuoyunda ve toplumda (millette) infial” uyanmamaktadır.

Milletin meclisinin başkanı işte bu sayede birinci olayda aslan kesilirken ikinci olayda sessizce kenara çekilebilmektedir.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER