Bulundukları coğrafyada yaşama hakkı ellerinden alınan veya alınacağı endişesi taşıyan insanların sığınmak için aklına ilk gelen ülkeyiz.
Arada sınır olmasa bile.
Türkiye öyle bir ülke. Nüfusunun önemli bir bölümünü, tarihin yeniden yazıldığı kritik dönemeçlerde kabul ettiği ‘mübadiller’ oluşturuyor. Avrupa’dan, Balkanlar’dan, Kafkasya’dan kopup gelmiş nicelerinin milyonlara varan sülaleleri bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları…
Birkaç kıtaya kolları uzanan bir imparatorluk çözülürken kendilerini bulundukları yerlerde onun uzantısı olarak gören insanların, sırf bu yüzden baskılara uğrayınca, gidebilecekleri başka bir ülke yoktu.
Geldiler ve bu toprakların insanları oldular.
Ben de o milyonlarca insandan biriyim. Dedeler 1920’lerde Kosova’dan kopup gelmişler; ailenin en küçüğü babam burada doğmuş… 1930 Kosova doğumlu annemin ailesi birkaç yıl sonra Türkiye’ye kavuşmuş…
Kendi ailemin yeni vatana intikal ve yerleşim öyküsünü eskilerden dinlerken, bu zorunlu göçlerin öngörülebildiğini, beklendiği için de, hem gelenlere hem de onların yaşayacağı yerlerde mukim olanlara zorluk çektirmeden bu işin başarıldığını hissetmiştim.
Şimdilerde başgösteren ‘mülteci’ eksenli tartışmalar bir çok yönden beni rahatsız ediyor.
En büyük rahatsızlığım, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni kurulduğu dönemde var olan hassasiyetlerin günümüzde eksikliğinden kaynaklanıyor.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti göç dalgasını mümkün olduğunca sorunsuz karşılayabilmiş, gelenleri kısa sürede kendisinin ayrılmaz bir parçası haline dönüştürebilmişti.
Cumhuriyet’in 100. yıldönümüne sadece iki yıl kalmışken, Türkiye konuyu nasıl tartışacağını bile bilemiyor.
Sorun, büyük çapta, son on yıla damgasını vuran yeni gelenlerin ‘geçici’ statüsünde kabul edilmelerinden kaynaklanıyor. ‘Arap baharı’ Suriye’ye ulaşmış ve Baas yönetimi iktidarı bırakmamak için halkını savaşla terbiye etme yolunu seçmişken, sınırın karşı tarafından gelecekler olması beklenmeliydi.
Herhalde iç-savaşın fazla sürmeyeceği düşünülmüş olmalı ki, gelenlerin birkaç yıl içerisinde geldikleri yere dönmesi hesaplanmış. ‘Geçici’ statüsü bu yüzden.
Yanlış hesap.
Birleşmiş Milletler’in çeşitli coğrafyalarda edindiği deneyim, bir ülkeden diğerine göç edenlerin en az yarısının, yeni geldikleri ülkede yerleşik hale dönüştüklerine tanıklık ediyor.
Geçiciler bir süre sonra kalıcı oluyor.
Nitekim oldular da.
Türkiye’de siyasiler gelenleri geri göndermekten söz ediyor, kamuoyunda da konu sanki bu mümkün olabilirmiş gibi tartışılıyor.
Suriye’de siyasi durum nasıl bir sonuca ulaşırsa ulaşsın, oradan Türkiye’ye sığınmış insanların en az yarısının ve onların çocuklarının bundan sonra içimizde yaşayacaklarını bilmemiz gerekiyor.
Bunu bilerek tedbirler alınmalıydı. Herhalde bazı tedbirler alınmıştır; ancak aklımızda bu temel gerçeği tutarak sığınmacılar içerisinden iyi yetişmiş, özelliklere sahip olanları burada tutmanın yollarını arayıp bulmalıydık.
Galiba bu önemli nokta ihmal edildi.
Kapıları açık tuttuğunuzda başka göç dalgalarına da hazır olmak gerekir.
Yakın zamanlarda Afganistan’dan böyle bir furyanın başladığı anlaşılıyor; üstelik Afganistan’la aramızda sınır da bulunmadığı halde.
Afganlar şu sırada Batılı güçler tarafından ülkelerinin Taliban’a teslim edilmekte olduğunu fark ettikleri ve bundan rahatları kaçtığı için mi uzun yolculuğa katlanıyorlar, yoksa buraya davet mi ediliyorlar?
Birkaç gün önce, Yıldıray Oğur, Karar gazetesinde, Afganların ülkemizde kendini hissettiren çoban açığını ucuz yoldan kapatmaya yaradığını örnekler de vererek yazdı.
Ekonomik zorunluluk Afganları davet ediyor.
Cumhurbaşkanı başdanışmanı sıfatı da bulunan bir AK Parti yöneticisi, Suriyeliler için de ‘‘Giderlerse ülke ekonomisi çöker’’ tespitini paylaştı.
Suriyelilerin yerleşik hale dönüşmesinin de ekonomik gerekçeleri olduğu anlaşılıyor.
Batılı ülkeler de kendi sınırlarına dayanmasındansa göçmeye karar verenlerin Türkiye’de konuk edilmelerinin doğru olacağını söylüyor ve gerekirse bunun bedelini ödemeye hazır olduklarını duyuruyorlar. Yeni bir 6 milyar Euro’luk hibeden söz ediliyor.
Muhalefetin bundan rahatsız olduğu belli. Muhalefetin soruna bulduğu çare, imkansızı zorlamak; artık yerleşik hale gelmişleri de geri göndermek…
CHP konuyu seçim kampanyasında kullanma hazırlığında.
Atı alan Üsküdar’ı geçti oysa…
Bugünkü durum Cumhuriyet’in ilk döneminde Osmanlı coğrafyasından kabul edilen ve kısa sürede toplumun bir parçası haline dönüşen mübadillerin durumuna benzemiyor. O insanların bulundukları yerlerde kalmaları imkansızdı, esas vatan bildikleri Türkiye’ye geldiler.
Suriye ve yakın coğrafyadan gelenlerin her biri farklı gerekçelerle buradalar; ancak kapılar açık tutulduğu için geldiler ve çoğu artık burada yaşamaya kendilerini alıştırmış durumdalar. Pek çoğunun döneceği bir yeri yok ve en az yarısı kalıcı hale dönüşmekte.
İçerisinde farklı sorunlar barındıran iki farklı deneyim, ancak sonuçları aynı.
Gerçeği görerek konuyu tartışırsak belki bir yere varabiliriz.