2000'den başlatabileceğim yazın hayatım, Arapça eğitimi için gittiğimiz Suriye/Şam'dan 2008'de döndüğümde mesleki olarak gazeteciliğe evrilmişti.
Yıllar boyunca iyi birer dost olacağımız Turan Kışlakçı'nın bana sağladığı iş imkanı sayesinde genç bir muhabir-haber editörü olarak pek çok haber, özel haber ve röportaja imza atıp kendimi geliştirmeye çalışırken, yıllardan 2012'de Anadolu Ajansı Ortadoğu ve Afrika Bölge Müdürlüğü'nün kuruluşunda yer aldım.
Haberciliğin pek çok inceliğini de Anadolu Ajansı (AA) yıllarımda öğrenmiştim. İstanbul'daki bölge müdürlüğünde nitelikli bir tercüme birimi kuruldu; Arapçadan Türkçeye, Türkçeden Arapçaya. Mütercim kadromuz haber akışındaki gizli kahramanlardı.
Suriye haberlerinin koordinasyonunu yapmakla kalmayıp, bölgeden gelen Arapça-Türkçe haber akışının teyidini sağlamak gibi kritik bir iş yapmaktaydım.
Şam'da rejim bölgesinde bulunan gazeteci arkadaşımız Ali Demir'in yanı sıra, muhaliflerin bölgesinde bulunan Suriyeli muhabir arkadaşlarımızın geçtikleri haberlerin koordinasyonu ve teyitlerini sağlamıştık.
2013'e geldiğimizde başmuhabir/haber yayıncılığına terfi olmuş, ardından da Libya'ya temsilci olarak atanmıştım. Hem Trablus'taki ofisi kurmak hem de ülke çapında yerel muhabir ağını kurmak gibi bir misyonu yerine getirmiştim.
Beraber çalıştığımız dönemin AA Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün "Ortak Bir Hayal Kurmak" (Yarın Yay. İst. Eylül 2020) başlıklı kitabındaki "ortaklığın" bir tarafıydım yani. Madem kurulan hayal ortaktı; o zaman bir çift kelam etmek de vacip olmuştu.
Öztürk'ün kitabı sadece bir kurumun iç meselelerini anlatmıyor elbet. Türkiye'nin bir özetini bir kurum özelinde zihniyet farklarının nasıl mücadele ettiğini yansıtıyor aslında.
Kemal Bey Anadolu Ajansı'nın kendinden önceki hantal ve içe kapanmış yapısından sıyrılarak kendi döneminde nasıl reformize edildiğini kitapta detaylı biçimde ve rakamlarla anlatmış.
Kemal Bey'in "ortak hayal" vurgusu bir retorik değil, bir gerçekti. Anadolu Ajansı, Mısır merkez olmak üzere Fas, Tunus, Libya, Gazze, Irak Kürdistan Özerk Bölgesi, Irak/Bağdat'ta temsilcilikler açıldı.
Temsilcilikler o ülkenin ajansı gibi ülke içinde yerel muhabir ağları kurmuşlardı. Suriye iç savaşı sırasında da Şam'daki temsilcilik rejim tarafının nabzını tutarken yerel muhabir ağı muhaliflerin kontrolündeki bölgelerden haber geçiyordu.
Bölgede böylesi geniş bir ağ kurmanın zorlukları bir yana bir de savaş muhabirliği eğitimi alan Samet Doğan gibi arkadaşlarımız da Yemen'den Suriye'ye Gazze'den Libya'ya sahalardan kelle koltukta nice haber geçmişti.
Biz, bir takım ruhuyla ortak hayali gerçek kılmak için sahada terliyorduk.
Örneğin Fas temsilcimiz İbrahim Kılıç bizzat kendisi inşaat halindeki temsilcilik binasın sıvasını yapmış, AFP'nin egemenliğindeki Fas kamuoyunda AA'yı öne geçirmiş; o ülkenin ana akım medyasında kendisiyle birçok kez parlayan yıldız olarak röportaj yapılmıştı.
Orhan Güvel ve Tevfik Ganim'in çabalarıyla Mısır temsilciliğimiz ise Sisi'nin darbesinin vahşi yönünü, insan hakları ihlallerini tüm dünyaya duyurdular. Mısır vatandaşı olan meslektaşlarımız halen AA kimliklerinden dolayı Sisi rejiminin baskılarına uğruyorlar.
Esed rejiminin, İsrail'in saldırılarından nasibini alan, yaralanan ve hayatlarını kaybeden arkadaşlarımızı da hayırla ve minnetle anıyorum.
Yine Libya'da, Lübnan'da, Irak'ta, Filistin'de canları pahasına Turgut Alp Boyraz, Esat Fırat gibi dün ve bugün gazetecilik yapmaya devam eden kardeşlerimizi de minnetle anmalıyız…
Feyza Gümüşlüoğlu tek başına kişisel ilişki ağını ve girişkenliğini kullanarak Katar'dan Körfez'in nabzını tutuyordu. Hikmet Gök ve Melih Ahıshalı'nın Farsça servisini inşaları da çok önemli bir adımdı.
Tüm bunlar yaşanırken ekip olarak karşılaştığımız en büyük zihinsel bariyer aşağılık kompleksiydi. Kemal Bey bu kompleksi aşmak için bizzat uğraşıyordu.
Ama zihniyet değişimi kolay olmuyor. Örneğin şöyle diyalogları çokça yaşıyorduk:
- Somali'de bombalı eylem olmuş 10 kişi ölmüş. Haberi verelim.
- Ama Reuters öyle bir haber geçmedi henüz.
- Reuters orada yok, bizim yerel muhabirimiz geçiyor.
- Nasıl yani Reuters'ın geçemediği haberi mi biz vereceğiz?
Bu bariyeri aşmak çok zordu; ama aşmıştık. Bir süre sonra Reuters ve AFP'nin muhabirlerinin "AA ise doğrudur; onlardan alalım haberi" noktasına gelmeleri bizim için yeterli olmuştu.
Örneğin Katar'da Suriye muhalefetinin çatı yapılanma toplantılarını izlerken yabancı muhabir arkadaşlarımızın bizim peşimizden koşturup bizden haber istemeleri buna güzel bir örnekti.
Tüm bu heyecan, profesyonel ciddiyet; ama amatör ruh çoğu zaman maaşın değil, idealin öncelendiği bir süreçti. Ama tüm bu ortak hayali kuranlar nedense taşeron işçi olarak istihdam edilmişlerdi.
Taşeronluk demek taşeron firma ve sahibine bir kazanç demekken, çalışanların AA'da kadrolu çalışanların sosyal haklarından mahrum bırakılmaları demekti.
Sahada pek çok fedakarlığı yapanlar Anadolu'nun kavruk yüzlü çocukları ve partnerleri;bölgenin insanlarıydılar ve gerçekten de aynı anda hem bisiklete binip hem haber yazıp hem fotoğraf çekip hem de bunları sosyal medyada yayımlayabilmişlerdi.
Kemal Bey buna bisiklet teorisi diyordu. Düşünün 30'lu yaşlarında bir başmuhabiri iç dengeleri karmaşık dış müdahaleye açık ve tecrübeli ve olanakları çok daha fazla rakiplerinin arasına yolluyorsunuz. Ve tüm bu zorluklara rağmen o genç idealizminin motivasyonuyla bir başarı hikayesi yazıyor. Ama taşeron ikinci sınıf çalışan muamelesi görüyor…
Trablus'ta çatışma ortasında kalan, ailece kıt kanaat geçinme pahasına Fizan'a kadar gidip haberciliğin hakkını vermeye çalışan Anadolu'nun kavruk yüzlü çocuklarından biri olarak AA'da gerçekleştirdiği büyük değişimin en büyük zaafının kendisini "Küçük Erdoğan" olarak kodlamasında olduğunu da belirtmeliyim.
Bir kurumda otoriter olmayı, çalışanları "korkutmayı" ve "tatlı-sert" olmayı yönetim anlayışı olarak benimsemiş. İkinci önemli sorun ise ajansta gerçekleşen değişimin arkasında Erdoğan ve Arınç'ın tam desteği ve onlara tam bağlılık olduğunu belirtiyor.
Aslında bu iki unsur yani disiplinle otoriterliğin/egosentrizmin birbirine karıştırılması ve siyasi destek/güvence iken siyasetin uzantısı olmanın birbirine karıştırılması AA'nın özelinde Türkiye'deki pek çok kurumun handikabı.
Örneğin Öztürk'ün kuruma en önemli katkısı olan "Editör Masası"nın teknik başarısı kapılarını sadece iktidara açmış olması sebebiyle kadük kalmıştı.
Oysa Editör Masası'nda ülkenin tüm siyasi, sosyal isimlerine açık olsaydı, o zaman gerçek bir demokratik dönüşümden bahsedecektik.
Tüm bu eksik ve zaaflarına rağmen ajans dünyanın ilk 5 ajansının arasında girmeye yaklaşmıştı. Pek çok bölgede de birinciliğe oynamaya başlamıştı.
Türkiye medyasında ilklere imza atarak arşivini yeniledi, çok dilli haber ağını oluşturabildi. Haber Akademisi kurularak önemli bir insan kaynağı açılımı sağlandı.
"AA yazarsa doğrudur" kanaati tüm siyasal manipülasyonlara rağmen korundu. Haber teyidi ve ahlakı konusunda azami gayret gösterildi. Fotoğraf ve görüntü konusunda uluslararası medyada büyük bir itibar kazanıldı.
Bağımlılıktan fena fi'l siyasete
Peki ya sonra?
Kemal Bey'in kitabında da haklı olarak belirttiği üzere büyük bir dönüşüm geçiren ajans, ondan sonra gelen yönetimde adeta "yağmalandı".
Olanaksızlıklar içinde sıfırdan kurulan pek çok temsilcilik kapatıldı. Anadolu'nun kavruk yüzlü çocukların çoğu da ya mobbing sebebiyle ayrılmak zorunda kalırken çoğu da işlevsizleştirildi.
Astronomik finans yatırımlarıyla yurt dışına okumaya gönderilen pek çok gencin daha sonra kariyer akıbetlerinin ne olduğu ise meçhul…
Bisiklet teorisi ile dışa açılan motivasyon ise yerini baharatlı gazoz teorisine bıraktı. Neydi bu anlayış? Biz öyle dünya devi ajanslarla yarışamazdık.
Onların yaptığı Coca Cola-Pepsi yarışıydı. Cola yapmak yerine o yarıştan çekilip kendi baharatlı gazozumuzu yapmaktı. Yani içe kapanıp iç haberlere yoğunlaşmak demekti.
Böylece Kemal Öztürk'ün 2020 100. yıl vizyonu vs. ekip çalışmaları da rafa kaldırıldı. Haber Akademisi atıl hale getirilirken ajansın yapısı Cumhurbaşkanlığı'na doğrudan bağlanınca yarı-resmi özelliğini de yitirip tamamen bağımlı hale getirildi.
Öztürk'ten görevi devralan Genel Müdür Şenol Kazancı'nın 31 Mart yerel seçimlerinde seçim sonuç verilerini birden kesivermesi gibi skandallar da ajansın haber güvenilirliğini önemli ölçüde yitirmesine yol açtı.
AA'nın kurumsal itibarının siyasetle olan bağımlılığı süreç içerisinde bağımlılıktan öte aynileşme ve tamamen "propaganda organı" olmaya dönüştü.
Buna fena fi'l siyaset de denilebilir. Malumunuz 'Fenafillah' sufi dilinde 'Allah'ta yok olmak' demek. Kurumların kendileri olmaktan çıkartılıp totaliter yönetimlerin borazanı haline gelmelerini ise haberciliği terk edip siyasetin için eriyip kaybolmak ile tanımlayabiliriz.
AA'nın aslında BBC gibi tamamen özerk bir kurum olması gerekiyor. Biliyorum ilk okunduğunda bile insanı bir gülme alıyor.
BBC'nin siyasetle ilişkisi Birleşik Krallık'ın temel devlet politikalarına ters düşmemektir. Bunun dışında editöryal bağımsızlığı esas alır.
Bu durum Ortadoğu rejimleri ve Rusya gibi otoriter rejimlere gittikçe bağımlılık ve daha da ötesinde propaganda aygıtına dönüşür.
AA ise eski Türkiye'de ve Öztürk döneminin sonuna kadar siyasi iktidara bağımlı; ama özerk bir haldeydi. Kurumun anayasası sayılan "Habercinin El Kitabı" adlı metin, haberciliğin gazeteciliğin profesyonel ve ahlaklı biçimde nasıl yapılacağının da sınırlarını çizer.
İşte bu özerkliği de bu ilkeler ve kurallar koruyordu. Ancak Öztürk dönemi sonrası Kazancı döneminde kurumda bu habercilik ilkeleri yok sayılmak bir yana, ajans adeta bir "web sitesi haberciliğine", "partizan yayıncılığın olağanlaşmasına" teslim oldu.
Kadrolaşmanın hızlandırıldığı kurumda haberci/lik kalitesinin düşürülmesi yeni gaf ve skandalların önünü açtı. Eski çalışanların sosyal haklarının azaltılmasının yanı sıra yeni işe alınanların yeterli eğitimlerin verilmemesi gibi sebeplerden dolayı 100 yıllık kurumsal bellek ve süreklilik sekteye uğratılmış oldu.
Tabi bu ucuzlama/bayağılaşma sadece AA ile sınırlı değil. Yeni kurulan tüm yandaş medya düzeninde farklı tonlarda da olsa bu böyle…
Devamı >>>