Ankara gazetecileri yalnızca siyaseti gözlemlemezler, siyasetçileri de gözlemlerler; bunu yaparken de siyasetçileri yakından tanıma fırsatı bulurlar. Ankara’da gazetecilik yapanların gündüzleri de akşamları da haber peşinde geçer.
Gündüz Meclis’te ve partilerde haber kovalanır, akşam da sosyal ortamlarda…
Hiç değilse benim mesleği Ankara’da icra ettiğim 25 yıl içerisinde durum böyleydi.
AK Parti iktidarıyla durum çok değişti. İktidar partisine mensup siyasiler kendilerini gazetecilere kapattılar, sosyal ortamlardan da büyük çapta çekildiler.
Uzun yıllar boyunca siyasetçiler ile gazetecilerin birlikte veya ayrı ayrı bulundukları yemekli mekanlar, o tarihten sonra önce işlevlerini yitirdiler, ardından da kepenklerini kapatmak zorunda kaldılar…
Çiftlik lokantası kapandı.
RV lokantası da…
Yenileri açıldı, ancak hiçbirinde siyasi tarihimizde silinmez izler bırakmış Çiftlik ve RV’nin sağladığı türden bir ortak zemin yok.
Zaten ben de ‘yeni Ankara’dan sıkılıp kendimi İstanbul’a attım.
Orada geçirdiğim yıllar boyunca Ankara’dan gelip geçmiş hemen her partiden pek çok siyasetçiyi tanıma imkanı buldum.
‘‘Her partiden’’ dememi hafife almayın, gerçekten de siyasetçi-gazeteci ilişkisinin kabul edilebilir sınırları içerisinde, parti kimlikleri birbirinden farklı çok sayıda siyasetçi tanıdığım olmasıyla övünebilirim.
Daha yakın tanıdığım, dostluk ve arkadaşlık ilişkisi içerisinde bulunduğum siyasiler de var; onlarla bu yakınlığımı da daha yolun başında kendim açıkladım.
Genel kabul gören bir meslek kuralı, haberi veya yorumu yazan ile hakkında yazdığı konu veya kişi arasında bilinmesi gereken bir ‘ilişki’ var ise, bunun daha en baştan duyurulmasıdır.
Sözgelimi, ekonomi gazetecisi hakkında haber-yazı yazdığı şirketlerin hisse senedine sahipse, yakın akrabası veya eşi o şirkette sorumluluk taşıyorsa, bu bilgiyi okurlarla paylaşmak zorundadır.
Bir İngiliz gazetesinin –Observer– hafta sonu ekinde Tony Blair’in başbakanlık döneminde onun iletişim danışmanı olarak bulunmuş Alastair Campbell ile bir söyleşi vardı. Campbell Irak’a savaş açılan o döneme tanıklıklarını kitaplaştırdı da. Söyleşiyi yapan bunu hatırlattığında, ‘‘İyi de, ben Tony’e yakın olduğumu, siyasi kimliğimi hiç saklamadım ki; bugün ise siyasilerle kanka ilişkisi bulunanlar ‘objektiflik’ iddiasıyla ortadalar, esas onlara bakın’’ cevabını veriyor Campbell; bu arada o durumdaki bir gazetecinin ismini de anıyor…
Konu aklıma günümüz gazetecileri üzerinde düşünürken gelmedi; hayır, esas bu günün gazetelerine göz attığımda, iktidar cephesinin siyasilerinin medya tarafından haber değerli bulunmuş açıklamalarını okurken, geriye dönük böyle bir değerlendirme yapma ihtiyacı duydum.
Tahmin edebileceğiniz gibi, içerisinde en fazla tanıdığım bulunan siyasi grup AK Parti’dir. Şahsen yakından tanıma fırsatı bulamadıklarım hakkında bile kanaat sahibi olabileceğimi herhalde kabul edebilirsiniz.
Ne yalan söyleyeyim, bırakın tanımadıklarımı, yakından tanıdığımı sandığım yetkili konumlarda bulunan bazı AK Partili siyasileri bile anlamakta zorlanıyorum. Şahsen tanımadıklarım artık tanıdıklarımdan daha çok; bu sebeple de kimse hakkında ileri-geri bir şeyler söylemek istemem.
İyi de, yine de şaşkınlığımı paylaşmayayım mı?
Avrupa Konseyi, kurucu üyesi olan Türkiye’nin, kararlarını kendi mahkemelerinin kararlarının üstünde tutmayı kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Osman Kavala hakkındaki kararını uygulayıp uygulamadığını iki kez mahkemeye sordu. AİHM her ikisinde de ‘‘Uygulamadı’’ cevabını verdi.
Konsey de, bunun üzerine, yaptırım süreci başlatacağını duyurdu.
Bu son gelişme geçen hafta yaşandı.
AK Partili bakan, dün akşam çıktığı canlı yayında, ‘‘Biz o konuda AİHM kararına uyduk’’ diyor…
Nasıl yani?
Anlaşılan bakan, kurucu üyelerine karşı yaptırım kararı almayı içine sindiremeyen Konsey üyelerine, ‘‘Siz ne yaparsanız yapın, ne söylerseniz söyleyin, ne kararı alırsanız alın, biz istediğinizi yerine getirmeyeceğiz’’ mesajı vererek yaptırım sürecini hızlandırmak istiyor.
Üzerinde ne kadar düşünürsem düşüneyim, açıklamasına bundan başka bir anlam veremedim.
İyi de neden?
Benim bu soruya bir cevabım bulunmuyor.
Yalnız onun değil, bir başka bakanın şu sözlerini de anlamakta zorlanıyorum:
“2023 seçimlerinde milletimizin sandıkta yeniden bize bu görevi tevdi etmesiyle beraber inşallah Türkiye’nin şahlanışını bir yüzyıl daha durduramayacaklar.”
Kimden söz ediyor bu bakan Allah aşkına? Kamuoyu yoklamaları ve meydanlar tam aksine sinyaller verirken nasıl bu kadar emin konuşabiliyor?
Peki ya ekonomiden sorumlu bakanın geniş kitlelerin yoksullaştığının ilanı anlamına gelen şu bilgiyi hükümetin başarısı olarak takdimine ne diyebilirim?
“2002 yılında sadece 1 milyon haneye sosyal yardım hizmeti verilirken pandemi yardımları hariç tutulduğunda, (bu yardımlarla) 2021 yılında 4,3 milyon ailemize ulaşılmıştır.”
‘‘Fakir-fukara sayısı iktidarımızda arttı’’ demenin bir başka biçimi bu cümle.
Spordan sorumlu bakan da, kredi almış öğrencilerden talep edilen katlanmış ödemeler için, ‘‘Bu artışın faizle ilgisi yok, yurt hizmetleri kanununda olan bir maddeyi uyguluyoruz’’ diyebiliyor.
Gerçekten anlaşılır gibi değil.
Eskiden olsa, Ankara’da gelişmeleri yakından izleyen ve sözlerin sahiplerini benden iyi tanıyabileceklerini düşündüğüm meslektaşlara ulaşıp beni aydınlatmalarını isteyebilirdim.
İşe yaramayacağını biliyorum.
Bildiğim bir şey daha var: İleride bu günleri değerlendirirken bol bol tebessüm edeceğiz…