Dünyâ savaşı kavramından mümkün mertebe uzak durmaya gayret etmişimdir. Hoş; dil alışkanlığı üzerinden kullanmışlığım elbette olmuştur; inkâr edecek değilim; lâkin bu ifâdeyi benimsediğim söylenemez. Daha çok , I.Genel Savaş veyâ II.Genel Savaş demeyi daha karşılayıcı bulduğumu vurgulamalıyım. Belki de “yaygın savaş” demek daha doğrudur. Her neyse; bu dil hassasiyetini göstermemin sebebi olguyu daha sahih bir şekilde anlatmaktır.
Dünyâda savaşlar her dâim yaşandı. Ama arz dikkâte alınacak olursa, tamâmı ; en yaygın olanları bile dünyâyı kapsamadı. Meselâ I.Genel Savaş; yâni 1914-1918 arasında Bolivya’da, Uruguay’da yaşayan insanlar bunu olsa olsa bir haber olarak tâkip etmişlerdir. O da, meraklıları, okumuş yazmış tâifesi olarak. Nüfûsun kâhir ekseriyetinin, milyonlarca insanın hayâtını kaybettiği, ocakların söndüğü o korkunç savaştan haberi bile olmamıştır. Şöyle böyle barışın hüküm sürdüğü, günlük hâyâtın alışıldık seyrini tâkip ettiği savaşa uzak diyarlardaki savaş algısının ne kadar duyumsal bir karşılığı olabilir acaba? İnsânî duygular taşıyan bir Paraguaylı elbette, Kıt’a Avrupası’nı, Avrasya ve Afrika’nın bir kısmını sarsan yakan yıkan bu savaşı yüzünü ekşiterek, keyfini, huzurunu kaçırarak tâkip etmiş; muhtemelen üzülmüştür. Biraz da hayâl gücünü kullanarak, 1864-1871 arasında yaşanmış, Brezilya, Arjantin ve Uruguay’ın biraraya gelerek Paraguay’a saldırdığı, o uzun ve kanlı savaşın hâtıralarını zihninde canlandırarak duygusal-duyumsal bir köprü kurmaya gayret etmiştir. Burada bir duralım ve I.Genel Savaş’ın merkezine düşen biz Türkler, Paraguay Savaşı hakkında ne biliyoruz acaba? Veyâ Paraguaylılar 93 Harbi veyâ Balkan Harbi hakkında ne bilirler? Haberdâr olduklarında, muhtemelen evvelâ uzun uzun Balkanlar’ı gösteren haritalara bakacak; konumlardan emin olmaya çalışacaktır.
Bâzen de tuhaf tayy-ı mekân hâdiseleri yaşanır. Avustralya ve Yeni Zelandalı gençler I.Genel Savaş sırasında gemilere doldurulup Çanakkale’ye getirildi ve Türklerle boğaz boğaza savaştırıldı. Öldüler, öldürdüler… Avustralya, Yeni Zelânda neresi, Türkiye toprakları neresi? Akıl alır gibi değil.. Bizim Mehmetçiklerin başına da Kore’de aynı şeyler geldi…
“Dünyâ küçük bir köy oldu” diye yazan Marshall McLuhan kanaâtimce aşırı bir yorum yapmıştır. Şahsen târihte hiçbir şeye tek boyutlu bakmamak gerektiğine inanırım. Meselâ teknolojik imkânların iletişim veyâ haberleşmeyi, bilgiye ulaşmayı kolaylaştırıcı etkisi bize dünyânın küçüldüğü intibâını verebilir. Hâlbuki bu gelişmelerin yaşandığı yerde dünyâlar arasındaki kopuklukların ve mesâfelerin daha da artacağından şüphe etmenin şartları da olgunlaşıyor demektir. Ulaşım ve haberleşmenin insanları daha yoğun ve sık olarak birbirine mâruz bırakmasının neticelerinden emin olamayız. Bu bizi daha fazla tanış kılıp, daha fazla mı yakınlaştıracak; değilse tersi mi olacaktır? Meselâ bu rastlaşma ve karşılaşmalar, şüphesiz aramızdaki farklılıkları daha da belirgin hâle getirecektir. İyi de, bunun neticesi her dâim, kompleksiz ve barışçıl duygular içinde farklılılarımızı birbirimize aktarmak, hatta farklı olandan devşirdiklerimizle kendimizi daha da zengin kılmak mıdır? Değilse bu yakınlaşmalar bizi daha da rahatsız edecek; daha yoğun bir dışlayıcılık güdüsüyle mi donatarak daha fazla içimize mi kapatacaktır? (Târihsel tecrübeler, ne hikmetse İyimserle Kulübü’nü trajik hâllere taşıdı ve ağırlıklı olarak Kötümserler Kulübü’nü ise haklı çıkardı. Kötümserlik gâliba her maça 1-0 gâlip başlamaktır. İyimserlik ise zor zenaattır).
Bilgiye ulaşmanın imkânlarının arttığı bir dünyâda, ağır bir cehâlet ve filistinizm yaşadığımız ortada. Buna paralel olarak haberleşmenin kolaylaştığı aynı dünyâda ağır bir duygu kaybı yaşıyoruz. O kadar çok ve yoğun haber alıyoruz ki, duygularımız dumura uğruyor. Artık onları anlamlandıramıyor; boş nazarlarla bakıyoruz. Duyumsama kaabiliyetimiz geriliyor. Bu arada medeniyetin turbo dinamikleri faaliyete geçiyor. O turbo dinamikler üzerinden fasılasız anlar olarak yaşadığımız, tükettiğimiz, Carpe Diem olarak mottolaştırdığımız hayat tarzlarımız, bizi odaklanmaktan ve sorumluluk geliştirmekten uzağa atıyor. Bu boşluğu serbest radikaller dolduruyor. Falcılar, büyücüler, astrologlar, stratejistler, ucuz fütürologlar, teknoloji kâhinleri, akademik tüyocular bu serbest radikallerin muhtelif aktörleri.. O nefis güftenin dediği gibi, aklımızı yağmaya veriyor, fikrimizi şaşıyoruz….
Ne bileyim, gâliba eski zamanlarda daha az şey biliyor, lâkin bildiklerimizle ne yapacağımızdan daha emin yaşıyorduk…Bugün daha çok şey bilip, bildiklerimizle ne yapacağımız husûsunda alabildiğine şaşkınız.. Herşeyin, her zaman olduğundan daha fazla yakınımızda olduğu bir dünyâda yakınlık duygusunun çok uzağında, herşeye daha yabancıyız. Fiziksel olarak mesâfelerin kısaldığı yerde tuhaf bir şekilde çöller büyüyor. ..Dünyânın küçüldüğüne vehmettiğimiz bir zamanda görüyoruz ki o her zaman olduğundan daha büyük….