İsrail Mescid-i Aksa’ya saldırılarıyla başlattığı terörüne Gazze’ye karşı hava ve karadan karaya füze saldırılarıyla devam ediyor. İsrail bu terörünü dünyaya kendini savunma hakkı olarak anlatıyor. Ama kendini her savunmasında onlarca çocuğu katletmiş oluyor.
Kendisine yönelen tehditlerden şimdiye kadar doğru dürüst cana isabet etmiş hiçbir saldırı yok. Ama o Hamas tarafından gelen her roketin ardından tonlarca bombayı Gazze’nin sivil halkı üzerine boca ederken birçok sivili katlediyor, hastaneleri, camileri, iş yerlerini yıkıyor. 15 yıldır tam bir muhasara altında yaşamakta olan, bundan dolayı hayatı bir toplama kampına dönüşmeye yüz tutmuş Gazze halkına hayatı biraz daha zorlaştırıyor. İnsanlar, ilaç, gıda, elektrik, gaz, dünyayla iletişim, ulaşım ve her türlü temel ihtiyaçlarından yoksun bırakılıyor. İsrail’in kendini savunma hakkı! Dünya da bu ikiyüzlü, bu iğrenç pişkinlikle ifade edilmiş cümleyi bağnaz bir itikada dönüştürmüş durumda. Oysa saldırgan olan İsrail. İşgalci olan İsrail. Katil olan İsrail. Çocukları gözünü kırpmadan öldüren canilikleri sergileyen İsrail. İsrail’in isminin görüldüğü yerde her insanın kendisini İsrail’e karşı savunma hakkı doğar. Ama tersi tam bir ikiyüzlülük. Bu ikiyüzlülüğe İsrail’in propagandasına gerçekten inanarak dillendirenler kelimenin en hafif anlamıyla aptal ve ahmaktır. Olup bitenleri İsrail’in gözünden görmeyi seçecek kadar dünyaya gözünü kapamış fanatiklerdir. Ancak bu söylemlerin önemli bir kısmına inanmadığı halde dillendirenler sadece İsrail’i maddi veya siyasi rüşvetiyle veya tehditleriyle ahlakları dumura uğramış mahluklardır.
Ortadaki çocuk ölüm görüntülerine, mescitlere ve ibadetlerini yapmakta olan insanlara, sivil yerleşim yerlerine saldıran İsrail gerçeğini başka türlü görmek bir tercihtir. Bu tercih ruhunu şeytanlara satmış olanların tercihidir. Ne yazık ki, bugünün medeni dünyası ruhlarını şeytanlara satmış olanların dünyası.
ABD ve AB ülkelerinin yetkilileri hala İsrail’in savunma hakkından söz edebiliyor. Şu görüntülere rağmen İsrail’e itidal tavsiye edip Hamas’ın roket atışlarını şiddetle kınayanların akıllarından da vicdanlarından da ruhlarından da zoru vardır.
Gerçekten de İsrail’i bu pervasız saldırılarında cesaretlendiren, ona şımarıkça bir güven veren bir dünya var. Bu dünyanın kendisi de İsrail’in veya İsrail projesini uygulamaya sokan Siyonist anlayışın işgali altında. Kudüs ve Filistin işgalinden önce ABD ve Avrupa işgal edilmiştir. Arap dünyasının tamamının iradesi işgal edilmiştir. Kudüs işgal altındaysa bütün dünya işgal altındadır. Bu İsrail’in de varsaydığı bir şeydir. Bu işgalde kat ettiği aşamaya fazla güveniyor. O yüzden önünde hiçbir engel kalmamış olduğunu böylece sanarak işgallerine, ihlallerine, soykırımına devam ediyor.
“Ancak engel hiç ummadığı, belki bizim de hiç beklemediğimiz yerden gelecektir, gelmektedir” demiştik. Yukarıdan beri çizdiğimiz karamsar tabloya rağmen İsrail’in önünde hiç ummadığı yerden hiç ummadığı aksilikler, engeller çıkmaya başlamıştır. “Tehlikenin büyüdüğü yerde yükselir kurtarıcı güç” demişti Alman şair Hölderlin. Aslında kurtarıcı güç bazen o tehlikenin tam içinde, o tehlike dolayısıyla gelişir ve her musibet bir imtihan olarak fırsatlarıyla, imkanlarıyla birlikte gelir. Bu da inanan herkesin bağlanması gereken bir düstur: “Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır, muhakkak ki her zorlukla beraber bir kolaylık vardır”.
İsrail’e tehdit de engel de, onu bitirecek büyük etki de tam da kendi saldırganlığından kaynaklanmaktadır. Onun saldırganlığının mazlum Filistin halkı nezdinde yol açtığı direniş, saldırganlığıyla orantılı olarak büyümektedir. Şimdiye kadar çok güvendiği savunma gücünü, bütün kibriyle ve özgüveniyle “demir kubbe” adını verdiği o savunma kalkanını 15 yıldır kuşatma altında tutarak en temel insani ihtiyaçlarından mahrum bıraktığı Gazzeliler geliştirdikleri roketlerle kevgire dönüştürdüler. Davud’un çocukları şimdi İsrailoğulları değil, Filistinliler. Calutlaşmış İsrailoğulları kuşandıkları o muazzam zırhlarıyla, öldürücü silahlarıyla karşılarına dikilen Filistinli çocukların sapanlarına karşı koyamadıkları gibi şimdi yeni bir Davut taşını alınlarında bütün acısıyla hissetmeye başlıyorlar.
Şimdiye kadar sadece Gazze’ye yakın bölgeleri tedirgin eden Hamas roketleri, bugün İsrail’in her noktasına ulaşabilecek herkesi vurabilecek gücünü de Calut zırhı gibi İsrail’i koruyan demir kubbeyi delip geçebildiğini de kanıtlamış durumda. Bunun ABD ve Avrupa’nın birçok yerinden toplanıp ölmeyecekmiş gibi bir refah toplumu içinde, kendilerine vaadedilmiş dünya hayatını yaşamaya gelmiş İsrail’in işgalci yerleşimcileri için ne anlama geldiğini tahayyül edebiliyor musunuz?
İsrail için kâbusun başladığı yer burası ama henüz kâbusun en kötüsü yaşanmış değil. Kâbus üstüne kâbus yaşamayı bekliyor İsrail. Bunlardan daha kötüsü, nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan, ama şimdiye kadar Yahudi vatandaşlara sunduğu vatandaşlık konforu ve avantajları dolayısıyla asimile ederek etkisiz hale getirmiş olduğunu düşündüğü Filistinli Arapların son saldırganlıklar dolayısıyla nükseden kimlik duyguları.
O Araplar şimdi saldırıya uğrayan Kudüs dolayısıyla, evleri çalınan soydaşları ve dindaşları dolayısıyla büyük bir apartheid aşağılanması hissediyor ve ayaklanıyorlar. Kâbusun bir büyüğü bu isyan ihtimalidir. Bu ihtimal eskiden çok uzaktı, şimdi ise bütün huzuru bozan bir gerçeğe dönüşmüş durumda. İsrail şimdi kendini en güvende hissettiği noktalarda diasporayı diasporasını hissediyor.