AK Parti genel başkanı sıfatı da bulunan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Kızılcahamam kampına katılan partilileri önünde yaptığı konuşmada, “Dünya küçülürken bizim büyümemiz yüzde 7,3 olarak gerçekleşti; Türkiye’nin potansiyeli ve gücü kâğıt üstündeki ölçeklerin çok üstündedir” de demiş…
Geçen ayın -mayıs ayının- enflasyon rakamını %2.98 olarak açıklayan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Türkiye’nin bu yılın ilk çeyreğinde %7.3 büyüdüğünü de duyurmuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan AK Partililer önünde bu büyüme oranını başka ülkelerle mukayeseli olarak övünme sebebi görüyor ve gösteriyor.
Hazine bakanı Nureddin Nebati de, dün, bir bölgesel toplantı için bulunduğu Kahire’de benzer bir açıklama yaptı.
Gazete haberinden onu da aktarayım:
“(Bakan Nebati) Türkiye ekonomisinin geçen sene büyümeye devam ettiğini ve bu yılın ilk çeyreğinde de savaşa rağmen aynı başarıyı gösterdiğini ileri sürerek, ‘Dolayısıyla da savaştan bu kadar ciddi bir şekilde etkilenen, salgında da büyük bir başarı ortaya koyarak yoluna devam eden Türkiye’nin, böylesine bir başarıyı sürekli hale getirmesini ülkeler merak ediyorlar, biz de anlatıyoruz’ değerlendirmesinde bulundu.”
Ne mutlu bize, değil mi?
Başka ülkelerin ekonomilerine karşı sağlamlığı ‘büyüme’ rakamına yansıyan güçlü bir ekonomimiz var.
Övünülecek bir durum olmalı.
Peki de, Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir hafta kadar önce, yine kalabalıklar önünde konuşurken, “Hayat pahalılığı başta olmak üzere çeşitli sıkıntılara maruz kaldığımız gerçektir” cümlesini sarf etmemiş miydi?
Büyüyorsak, nasıl oluyor da hayatımız pahalı hale geliyor?
Yoksa ‘büyüme’ denilen şeyin hayatın pahalılanmasıyla bir ilgisi olmasın?
Böyle kuşkulu cümleler yazmamın sebebi, TÜİK’in açıklayacağı büyüme oranının yüksek olacağı beklentisini de ağızlarından işittiğim ekonomi uzmanlarının konuya koydukları teşhis…
Uzmanlara göre, hayatı pahalı hale gelen insanların normal zaman alışkanlıklarında önemli değişiklikler yaşanıyor.
Cebinde veya bankada parası bulunan kişiler daha önce erteledikleri ihtiyaçları ile daha sonra ihtiyaç duyacaklarını düşündükleri konuları hayata geçirme derdine düşüyorlar. Hayatın herkes için ileride daha da pahalı hale geleceği, yarın fiyatlar daha da artacağı için en doğru davranışın bugün harcama yapmak olduğu düşüncesiyle…
Harcayacak parası olmayanlar da, ceplerindeki kredi kartlarını kullanarak bazen ihtiyaçları bile olmayan şeyleri alma, ihtiyaç duyacaklarını düşündükleri maddeleri stoklama yoluna sapıyorlar.
Türkiye ekonomik sıkıntı içerisinde insanlarının çılgınca tüketim yaptığı bir ülkeye dönüştü.
Ekonomik büyüme denilen o çılgınca tüketimin sonucu.
Övünülecek değil, kaygı duyulacak bir şey…
Dünya gazetesinden bu durumu doğrulayan bir haber (2 Haziran 2022):
“Yüksek enflasyonun yarattığı alım gücü kaybı vatandaşların kredi kartı harcamalarını patlattı. Merkez Bankası verilerine göre 20 Mayıs haftası itibariyle kredi kartı harcamaları 64 milyar 59 milyon 742 bin lirayla yeni bir rekor kırarken geçen yıla göre değişim yüzde 119,2 oldu.”
Ev fiyatları ile kiraları ve bu arada araçların değerini delice artıranın yalnızca cebinde doları bulunan yabancıların ülkemize ilgisi olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Vatandaşlar da, artan fiyatlara rağmen, ileride alamayacağı endişesiyle ev ve araç almaya koşuyor.
Hatta alacak gücü olmayanlar bile…
Onlar da bankalardan kredi çekip ev-araç sahibi olma yolunu deniyorlar.
İhtiyaçtan fazla talep, fiyatları tavana vurduruyor.
Bu süreç başlamadan önce de bankaların sorunlu alacakları her zamankinden yüklü hale gelmişti, ileride sapır sapır dökülmeler yaşanırsa şaşırmamak gerekecek.
Durum, küçük çapta, ABD’nin 2008 yılında yaşadığı ‘mortgage krizi’ni doğuran sebepleri andırmaya başladı.
Nureddin Nebati’nin hazine bakanı sıfatıyla Kahire’de önlerine çıktığı İslam ülkelerinin ekonomi bakanlarının “Maşallah büyümüşsünüz, bunun sebebi nedir?” sorusuna ne cevap verdiğini bilmiyorum.
Ancak, o ne derse desin, dünyanın geri kalanının yaşamakta olduğu sıkıntılara en az maruz kalan petrol üreticisi ve doğalgaz satıcısı İslam ülkelerinin bakanları, bizim ekonomimizin ne durumda olduğunun farkındalar.
Farkındalar, çünkü bizde enflasyon ve büyüme rakamları açıklandığı sıralarda, bazı uluslararası kuruluşlar, Türkiye ekonomisinin bu yılın sonunda ne hale geleceğiyle ilgili beklentilerini duyurdular. En olumlu yaklaşan bile, 1 doların yıl sonunda 20 TL olacağı ve enflasyon oranının da üç haneli hale geleceği tahmininde bulundu.
Sanayi dışa bağımlı ve bu sebeple ihracat-ithalat makası ithalat lehine açılıyor ve bu da cari açığı büyütüyor. Oysa Türkiye’nin cari açığı kapatacak ve vadesi gelen döviz cinsinden borçları karşılamaya yetecek yabancı para girdisi yok gibi; bütün umut turizm gelirlerine bağlandı.
Yine de oluşacak açığı kapatmak için borçlanmak gerekecek.
“Borç alınabilir” diyor uzmanlar, ancak bunun için ödenecek faizin ‘tefeci faizi’ yüksekliğinde olacağını da ekliyorlar. Faizi belirlemede önem taşıyan CDS oranımız 714 ve bu dünyada bizi lider konumuna getiriyor.
En yüksek faizle borçlanabilmede lider…
İçeride de kur korumalı mevduata ‘getiri’ adıyla ödenmesi üstlenilen örtülü faiz akıl almaz oranlara ulaştı. Örtülü kısmı hazine ödediği için mevduata yalnızca %17 faiz uygulayan bankaların kârları, müşterilerine yüksek mi yüksek faiz oranlarıyla kredi açabildikleri için, akıl almaz boyutlara ulaştı.
Ekonomimiz %7.3 büyümüş bu yılın ilk çeyreğinde, TÜİK’e göre…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, hazine bakanı Nebati de bununla övünüyor.
Bilin istedim.