Ülkenin muhalefet partisi lideri, yıllardır iktidarın izlediği dış politikanın bir batak siyaseti olduğunu ve giderek daha fazla batmanın kaçınılmaz olduğunu söylüyor ve günün birinde dediği çıktığında da atılan o son adımı onaylıyor. A Haber’ciler muhalefet partisinin liderinin “büyük bir çelişki içinde” olduğunu söylerlerken hiç de haksız değiller.
Birkaç paragraf sonra size Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 Ekim’de, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmadan bir bölüm aktaracağım. Fakat ondan önce, Kılıçdaroğlu’nun o sözlerine nazireyle kurguladığım şu hayali öyküye bir göz atın:
Gençlik gruplarının biribirleriyle rekabet halinde olduğu iki mahalle düşünün... Sizin mahallenizdeki grubun lideri, sorunları şiddet ve baskıyla çözmeye meyyal atarlı biridir ve siz de o gençlik grubunun liderden sonraki en önemli kişisiniz. Ne var ki liderin öbür mahalleye sopalı, bıçaklı, muştalı saldırı planları kafanıza hiç yatmamaktadır, bu planı bir “bataklık” olarak değerlendirmektesiniz ve bu görüşlerinizi grubun öbür üyeleri önünde aylardır dile getirmektesiniz...
Fakat günün birinde lider emir veriyor ve karşı mahalleye sopalı, bıçaklı, muştalı duhul vâkî oluyor ve siz aynı anda hem “bataklık” tezini savunmaya devam ediyorsunuz, hem de o bataklıkta ayağınızı daha da derine gömecek o son hamleyi onaylıyorsunuz. Gerekçeniz de “mahalleyi kötülüklerden esirgemek...”
Şimdi de Kılıçdaroğlu’nun, sözünü ettiğim 15 Ekim grup toplantısına gidelim... CHP Genel Başkanı, iktidarın Suriye politikasına başlangıçtan beri neden karşı olduklarını, elindeki eski konuşmalarından aktararak uzun uzun anlatıyor. Sıraladığı sekiz-dokuz gerekçenin sonuncusu “bataklığa dair”di ve bakın sonrasında lafı nasıl bağlıyordu:
“Karışmayın dedik, Ortadoğu bataklığına müdahale etmeyin dedik, Orada bizim ne işimiz var dedik. Defalarca, defalarca, defalarca söyledik. Ama bugün geldiğimiz nokta, askerlerimiz orada. Siyaset kurumunun yanlış politikasını, Türkiye’nin geleceği açısından doğacak olan bütün yanlışları düzeltmek için orduya görev verdik.”
İlk anda, bu paragrafın tam olarak böyle olamayacağını, aralardan bir şeyleri çekme ve sonra bir daha birleştirme tekniğiyle üretilmiş bir paragraf olduğunu düşünenler tamamen haklı. Zaten konuşmanın videosunun bu bölümünü A Haber kanalında “Kılıçdaroğlu’nun büyük çelişkisi” başlığıyla izlediğimde ben de öyle düşünmüştüm. Sonradan CHP TV’nin yayımladığı “full video”yu izledim ve gördüm ki, hayır, paragraf tamı tamına böyledir.
Yani şöyle: Ülkenin muhalefet partisi lideri, iktidarın izlediği dış politikanın bir batak siyaseti olduğunu ve giderek daha fazla batmanın kaçınılmaz olduğunu söylüyor ve günün birinde dediği çıktığında da atılan o son adımı onaylıyor.
A Haber’ciler muhalefet partisinin liderinin “büyük bir çelişki içinde” olduğunu söylerlerken hiç de haksız değiller.
Kılıçdaroğlu’nun tutarlı olması için ya A Haber’ciler gibi yıllardır uygulanan Suriye politikasını “doğru” bulması gerekirdi (ki o zaman savaş kararının doğru olduğunu savunmasında bir çelişki olmazdı)... Ya da yıllardır sürdürülen politikanın yanlış olduğunu savunuyorsa, ondan hemen sonraki cümlenin “askerlerimiz milli menfaatlerimiz için orada” olmaması gerekirdi.
Savaş ve siyaset
Prusyalı general Carl von Clausewitz’in ünlü sözünü herkes bilir de, bunu ne surette temellendirdiği pek bilinmez. Clausewitz, “Savaş politikanın başka araçlarla devamından başka bir şey değildir” önermesini Savaş Üzerine adlı kitabında şöyle temellendirir:
“… Savaş politikanın başka araçlarla devamından başka bir şey değildir. Bir toplumun savaşı mutlaka politik bir durumdan doğar ve politik bir etkenden çıkar, işte bunun içindir ki savaş politik bir eylemdir. Eğer savaş hiçbir engel tanımayan tamamen başına buyruk bir eylem olsaydı, mutlak kavramından çıkarabileceğimiz gibi mutlak bir şiddet gösterisinden ibaret bulunsaydı, o zaman savaş politikanın yardımına çağrılır çağrılmaz onun yerini alır, ve tıpkı bir kere atıldı mı artık önceden ayarlandığı yoldan başka bir yol izlemesine imkân bulunmayan bir torpil gibi kendi yasalarına uyardı …”
Hepimiz, sadece dokuz gün içinde bu sözlerin mükemmel bir doğrulanmasını yaşadık. Savaş, iktidarın kafasında oluşturduğu bir siyaseti kuvveden fiile geçirmek için başladı, fakat dokuz gün sonra savaşın “hiçbir engel tanımayan tamamen başına buyruk bir eylem” olmadığı ortaya çıkıverdi. Çünkü başka ve daha “büyük” bir siyaset devreye girmiş, başlamış savaşı durduruvermişti.
CHP tabanı “Hop, ne oluyoruz” der miydi?
Clausewitz’in savaş teorisinden bizim siyaset pratiğimize gelirsek...
Bana şu soruyu sorabilirsiniz: “Tamam, Kılıçdaroğlu’nun bâriz bir çelişki içinde olduğu doğru da, bir siyasetçinin mevcut boğucu atmosfer içinde başka türlü konuşması mümkün müdür?”
Ya da benim, temsil ettikleri kitlelerin “hezeyanlarına” hiç dokunmadan yapılan siyasetçi eleştirilerindeki ahlaki problemle ilgili yazılarımı tanık göstererek sorabilirsiniz: “CHP’nin tabanındaki milliyetçi kabarma ortadayken, partinin liderinin o dalgaya karşı çıkması mümkün olabilir mi?”
Doğru, ben bir dönem CHP’nin tabanındaki sert laik eğilimi gözardı ederek salt parti liderliğini eleştirmenin âdil bir tutum olmadığı üzerine çok yazı yazdım. Fakat bu defaki “taban direnci”nin başörtüsü vb. üzerinden yürüyen sert laik taban direnci kadar güçlü olmadığı kanaatindeyim ve CHP liderliğinin biraz cesaretle iktidarın şiddet politikalarına karşı çıkması durumunda tabandan “hop, ne oluyoruz” seslerinin gelmeyeceğini düşünüyorum.
Perşembe günü, CHP liderliğinin mevcut tutumunu CHP tabanının muhtemel refleksleriyle birlikte ele alan bir yazıyla karşınızda olacağım.