Yönetmen Cenk Ertürk’ün ilk uzun metrajı ‘Nuh Tepesi’ filmi cuma günü vizyona girdi. 2019’da Altın Koza’da ‘En İyi Film’ ve ‘En İyi Yönetmen’ ödüllerine layık görülen film, edebiyat ve sinema dünyasının sıklıkla işlediği ‘oedipus kompleksi’, yani baba-oğul çatışması üzerine kurgulanıyor. Ertürk’ün aynı zamanda senaryosunu kaleme aldığı filmin hikayesi ise oldukça sıradan. Oğlunu ve karısını terkederek aşk uğruna Fransa’ya giden baba İbrahim (Haluk Bilginer) yıllar sonra pençesine düştüğü hastalık nedeniyle ensesinde ölümle geri dönmüştür. Babası gittikten sonra annesiyle bir başına kalan, hasta annesi kollarında ölen ve yaptığı evlilik de bitmek üzere olan kırklı yaşlarındaki Ömer (Ali Atay), babasını yıllardır ayak basmadıkları köylerine götürmek üzere yola çıkmıştır. Babasının son dileği 45 yıl önce elleriyle diktiği zeytin ağacının altına gömülmektir. Köye döndüklerinde karşılaştıkları ilk manzara ise İbrahim’in diktiği ağacın, onu Nuh Peygamber’in diktiğine inanan insanlar tarafından tavaf ediliyor oluşu. Oyuncu kadrosu beş-altı karakteri geçmeyen filmin önemli diğer üç karakteri ise Ömer’in ayrılmak üzere olduğu eşi, köyün muhtarı ve köyün imamı. İmam Türk sinemasında nadir göreceğimiz türden, İslam dininin helal ve haramlarını, doğruyu anlatmaya çalışan sempatik bir karakter olarak önümüzde. Ama köylüler vaazlarına ‘aldırmadığı’ için ‘işine’ bakmayı tercih ediyor.
Uzayıp giden dolambaçlı köy yollarında ‘Nuh Tepesi’ levhası ile diğer köylerden ayrışan, sağdan soldan akın akın gelen ziyaretçilerle itibar ve para kazanan bu köyde filmin karakterlerinin yaşadıklarını devlet ve toplum ekseninde okuduğumuzda çok gerçekçi ve oldukça sarsıcı bir Türkiye manzarasını buluyoruz karşımızda. Sinemadaki benzer hikayeler nedeniyle, baba-oğul çatışması denilince baba karakterini otomatik olarak devletin yerine koyuyor zihnimiz. Fakat bu filmde devlet olgusu esasında Nuh Ağacı’nın gövdesinde vücut buluyor. Burayı yazının sonunda netleştirelim. Şimdi insanların tavaf ettiği, adaklar adadığı o ağacı elleriyle diktiğini söyleyen İbrahim’in oğlu Ömer’e “Bana inanmıyor musun?” diye umutsuzca soruşuna kulak verelim. İbrahim’in bu sorusunda hayatının pişmanlıkları, kendi hakikatinin anlaşılmasının derdi yatıyor. Bir önceki sahnede “İnsanların kutsallarıyla uğraşma ya baba” diyen Ömer, bu sahnede susuyor ve cevabını çok iyi bildiği o soruya cevap vermeyerek onu vicdanının sızısıyla başbaşa bırakıyor.
BASİT BİR ÖZÜR BEKLİYORUZ SADECE
Aynı Ömer, babasına beklediği cevabı vermemeyi tercih eden, “İnsanların kutsalıyla uğraşma yaa” diyen Ömer, köyün muhtarının başı çektiği Nuh Tepesi’ni sermaye olarak gören ve babasına cephe alan köylülerle ise kıyasıya mücadele ediyor. Filmin ilk sahnelerinde her konuşmasında, refleksinde galiz küfürler sarfeden Ömer’i ilk başta pek sempatik bulmuyorum. Sürekli gergin. Az sonra öfkeden patlayacak bir karakter olarak önümüzde. Ben şahsen bir sahnede babasına ağız dolusu hakaret edeceğini, tamiri olmayan sözler sarfedeceğini bekliyorum. Oysa Ömer beni şaşırtıyor. Babası tarafından terkedilmiş, annesi tarafından ‘akıllı bir çocuk’ olmasına rağmen iyi bir gelecek verilememiş, maddi durumu iyi aile bireyleri tarafından ezilmiş, her şeyin en iyisini bilen eşine kendini bir türlü beğendirememiş Ömer... Ömer, o öfke dolu olduğu babasının nefesi kesildiği anda ona nefes oluyor, köyün muhtarı babasının dileğini rafa kaldırsın, düzen sürsün diye kendisine biriken paranın yarısını teklif ettiğinde oralı olmuyor, karnı burnunda karısı onun yüzüne bir hatasını daha vurmak için geldiğinde basit bir özür bekliyor, babasınının yokluğunun hesabını soracağı an geldiğinde konuşmasını kollarında ölen annesine tek bir güzel laf etmediği için pişmanlıkla bitiriyor. Ömer şaşırtıyor, çünkü her şeye, bütün sahipsizliğine, kimsesizliğine, suçlanmışlığına, beğenilmemesine, yetersiz görülmesine, kırılmışlığına rağmen hala doğru olanı, yapılması gerekeni yapmaya çalışan tek kişi Ömer filmde. Babaya baba, hastaya hasta, hamileye hamile, muhtura muhtar, imama imam gibi davranan, öfkeliyken bile insana merhametini kaybetmeyen, nerede duracağını bilen, inanmasa da saygı duyan, anlamaya çalışan, çatık kaşlarının ardında sürekli kendiyle hesaplaşan biri Ömer.
Evet, filmdeki devlet ise Nuh Tepesi’nde dikili, bir gece vakti dibinde kopan kavgalardan ari Nuh Ağacı olarak karşımızda. Kim hurafeleri, dini inançları alet ederek gölgesinde ferahlıyormuş, kim elleriyle diktiği halde sahibi olduğunu ispatlayamıyormuş aldırmadan kök salmaya devam ediyor. Ve son sahnede alacakaranlıkta babasının cesedini sırtında oflaya puflaya taşıyarak Nuh Ağacı’nın dibine gömmeye giden Ömer’i görüyoruz. Biz yıkılıyoruz; ağaç göğe doğru uzanmaya devam ediyor.