Ülkemizin saygın hukukçularından Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk “Kendini Tüketen Hukukun Dramı” kitabında şöyle bir anekdot aktarıyor:
“Merhum Prof. Dr. Sahir Erman, İtalya’da konuk öğretim üyesi olarak ders verdiği 1983 yılında, Roma Hukuk Fakültesinde Türk Yargıtay içtihatlarından örnekler sunarak 1889 İtalyan Ceza Yasası’nın ülkemizde nasıl uygulandığını anlatan bir konuşma yapar. Konuşma dinleyicileri öylesine şaşırtır ve sarsar ki İtalyan Anayasa Mahkemesi üyesi, daha sonraları Adalet Bakanlığı da yapan Prof. Giovanni Conso tepki göstererek şöyle der:
Sizin hukuk fakültelerinizde ceza hukukunun en basit esasları öğretilmiyor mu ki yargıçlarınız, Yargıtay’ınız böyle garip kararlar veriyor?
Oysa rahmetli Erman, İtalya’da kitapçık olarak da yayımlanan bu konuşmasında, Türk hukukçularınca başarılı sayılan yargısal görüşlerden örnekler seçmiş ve destek göreceğini ummuştur. Ne var ki sonuç, merhum Erman için tam bir düş kırıklığı olmuştur.” (Sh.48-49)
Bugün ise mahkemelerden çıkan çelişkili kararları tanımlamak için “garip” kavramı bile yetersiz.
Zira mahkemelerimizden artık “bir uçtan başka diğer bir uca savrulan kararlar” çıkıyor.
Düşünün ki ağır ceza mahkemelerimiz ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları veriyor, istinaflar ağır ceza mahkemelerinin verdiği kararları onaylıyor. Bu kararlar Yargıtay’dan, Anayasa Mahkemesi’nden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden “ortada suç yok, insan hakları ihlali var” denilerek geri çevriliyor…
Yahut, bir üst mahkeme, ağır ceza mahkemelerinin verdiği ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarını bozuyor, beraat kararı veriyor… Berat kararı veren hakimler bir gecede başka illere atanıyor…
Ancak hakkını teslim etmek gerekir ki böylesi bir ortamda Yargıtay 16. Ceza Dairesi ve Anayasa Mahkememiz evrensel hukuku yansıtan kararlar da veriyorlar. Bu da ümit veriyor elbette. Ancak onların da eleştirilecek kararlar verdiği oluyor.
* * *
Bugünlerde Anayasa Mahkemesi çok önemli bir karar vermek durumunda:
AYM’nin bir Bölüm’ünün verdiği bir kararı, AYM Genel Kurul’u denetleyerek bozabilir mi?
Bu konuda hem kanunî boşluk var hem de emsal bir içtihat yok.
Olay Mümtazer Türköne’nin bireysel başvurularıyla ortaya çıktı. Biliyorsunuz, Türköne hakkında AYM İkinci Bölüm’ü “ihlal yok” kararı verdi. Şahin Alpay ve Mehmet Altan konusunda ise AYM Genel Kurul’u “ihlal var” kararı vermişti.
Buradaki önemli bir ayrıntı Alpay ve Altan’ın başvurularına bakmakta olan AYM’deki ilgili bölüm, davaya bakmayarak dosyayı doğrudan AYM Genel Kurulu’na sevk etti. Türköne’nin davasına bakan bölüm AYM Genel Kurul’a sevk etmeyerek kendisi karar verdi.
Türköne şimdi iki karar arasındaki çelişkiyi gerekçe göstererek, kendisinin dosyasının da Genel Kurul tarafından denetlenerek karara bağlanmasını istiyor.
Bu durum siyasi davalarda ilk kez karşımıza çıkıyor. Bu açıdan AYM tarihinde de bir ilk olacak.
* * *
Peki bu neden böyle oldu?
AYM tarihinde ilk defa gündeme gelen bu hukuki problemi AYM eski başkanı Haşim Kılıç’a sordum.
Ortaya çıkan bu durumun “AYM kanunundaki bir boşluktan” kaynaklandığını söyleyen Sayın Kılıç’ın tespitleri önemliydi. Şunları söyledi:
“Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşu ve işleyişi ile ilgili yasanın 50. Maddesi, Bölümler arasında aynı konuda oluşan esasa ilişkin farklı kararların çözümü için AYM Genel Kurulu’na görev vermiştir. Ancak Genel Kurul kararları ile aynı konuda Bölüm kararları arasında oluşacak farklılıkların çözümü için yasada herhangi bir yol öngörülmemiş. Bu konuda AYM kuruluş yasasında bir “boşluk” var.
Oysa Yargıtay Kanunu’nda, Ceza Genel Kurulu ile bir Ceza Dairesi ya da Hukuk Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi arasında ortaya çıkan içtihat farklıkları, kanunun 16. Maddesi gereğince Yargıtay Büyük Genel Kurulunca çözülmektedir.
AYM Kanunu’nda oluşan bu “boşluğun” ne şekilde giderileceği de açıktır. Ya Yargıtay Kanunu’nda olduğu gibi yasal bir düzenleme yapılacak ya da AYM kendi iç işleyişi ile ilgili verilen iç tüzük düzenleme yetkisini kullanarak bu boşluğu dolduracak. Ancak, Anayasa Mahkemesi Bölüm kararlarının kesin olduğu gerekçesi ile hiçbir karar da vermeyebilir. Çünkü kuruluş yasasında “Bölüm kararlarına” karşı sadece tavzih veya maddi hatanın düzeltilmesi için başvuruda bulunabilir, hükmü vardır.”
Sayın Kılıç’ın bu tespiti önemlidir, dikkate alınmalıdır. Ortada ciddi bir sorun olduğu görülüyor. Aynı dava, aynı dosya, AYM Genel Kurul ve AYM İkinci Bölüm’ün verdiği iki farklı karar var.
Bu karar farklılığı, ülkemizdeki temel hak ve hürriyetlerin daha iyi korunması noktasında önemli bir işleve sahip olan Bireysel Başvuru’da ortaya çıktı. Hukuk ihlallerini giderecek, temel hak ve özgürlük alanlarında oluşan mağduriyetleri telafi edecek adaletin son makamında çelişkili bir kararlar çıkmamalıdır.
Zira Anayasa Mahkemesi, adaletin tecelli ettiğinin görülebilmesini, devlete olan inancı ve adalet dağıtmakla görevli yargıya olan güveni pekiştirecek son makam. Bireysel Başvuru adı üstünde hak ve özgürlüklerin yeri. Oradan ötesi AİHM.
AYM tarihinde bir ilkle karşı karşıyayız. AYM, Mümtazer Türköne’nin “Benim başvurumu Genel Kurul denetlesin ve karar versin” başvurusu değerlendirirse, bir ilk olacak, öyle görünüyor.
Ve bu bundan sonrası için hem emsal olacak hem de içtihat olacak…
Elif Çakır'ın Bir Önceki Yazısı; 05.02.2020 Çarşamba
AYM ve Mümtazer Türköne’nin mektubu…
Bu dönemin en önemli yargı sorunlarından biri yerel mahkemelerin Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) kararlarına uymamaları, direnç göstermeleridir. Bu sadece benim tespitim değil, uluslararası hukuk kuruluşlarının raporlarında ve iktisadi alanda derecelendirme kuruluşlarının raporlarında da yer alan ciddi bir sorundur.
Anayasa Mahkemesi Mehmet Altan hakkında “ihlal” kararı vermişti. Yerel mahkemenin Mehmet Altan’ı süratle tahliye etmesi gerekiyordu. Ancak mahkeme AYM’nin bu kararına derhal uyacağı yerde Anayasa Mahkemesi’ni “görev gaspında” bulunmakla itham etmiş, tutukluluğun devamına karar vermişti.
Anayasa Mahkemesi açıkladığı 9 Ocak 2020 tarihli kararıyla işte bu konuyu kesin hükme bağladı. Kararında “hak ihlali” kararına rağmen yerel mahkeme tarafından tahliye edilmeyen ve yargılamanın sonunda beraat eden Mehmet Altan’a 30 bin TL tazminat ödenmesine hükmetti.
Mahkeme, kendisini “görev gaspında bulunmakla” itham eden yerel mahkemeye “sizin göreviniz yetki tartışması yapmak değil” ikazında bulundu:
“Dereceli mahkemelerin görevi Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerinin kapsamını değerlendirmek değil, Anayasa Mahkemesince tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmaktan ibarettir.” (Sh. 9)
Yerel mahkemelere, Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerinin sorgulanmasının hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu ikazında bulundu:
“Bir mahkemenin, bireysel başvurulara ilişkin olarak nihai ve bağlayıcı kararlar verme yetkileriyle donatılmış bir anayasa mahkemesinin yetkilerini sorgulaması, hukuk devleti ve hukuki güvenlik temel ilkelerine aykırıdır.” (139. numaralı paragraf)
Yargıdaki sorunun geldiği vahim aşamayı görüyor musunuz?
Anayasa Mahkemesi, yerel mahkemelere “Sizin göreviniz AYM’nin yetkilerini tartışmak değil, verilen kararları uygulamaktır, AYM’nin kararları denetlenemez” uyarısı yapmak zorunda kalıyor. Yani AYM, yerel mahkemelere “anayasal sınırlarınıza çekilin”, “eşiğinizi, sınırlarınızı aşmayın” kartı gösteriyor.
***
Anayasa Mahkemesi’ni bu kararından ve mahkemelere yaptığı bu tarihi hukuk uyarısından dolayı kutluyorum.
Hakkını teslim etmemiz gerekiyor ki Anayasa Mahkemesi içinden geçtiğimiz bu zorlu süreçte, haksız ithamlarla karşı karşıya kalmayı göze alarak, gecikerek de olsa evrensel hukuka uygun kararlar verdi. Ancak kabul edilmeli ki kendi içtihatlarıyla çelişen kararlara da imza atmadı değil. AYM’nin yerleşik içtihatlarıyla çeliştiği kararlarından biri de Mümtazer Türköne’nin bireysel başvurusu üzerine verdiği karardır.
AYM aynı davada yargılanan Şahin Alpay ve Mehmet Altan’ın bireysel başvurularını değerlendirip “hak ihlali” kararı verirken, Türköne için “hak ihlali” tespitinde bulunmadı, tahliyeyi gerektirecek bir karar vermedi.
***
Hukukçu yazar Taha Akyol kaleme aldığı “Adalete güven” başlıklı yazısında AYM’nin Türköne kararındaki gözlerden kaçan “ilginç” bir ayrıntıya dikkat çekti:
“Mümtazer Türköne’nin tahliyesinin bir türlü gerçekleşmemesi ve bireysel başvurusunun da AYM’de ‘İkinci Bölüm’ tarafından reddi ilgi çekicidir. Aynı davada yargılanmış olan Şahin Alpay ve Mehmet Altan dosyalarını AYM Genel Kurulu’nun, Türköne’ye ise İkinci Daire’nin bakması ilginç değil mi?” (3 Şubat)
Sayın Akyol’a katılıyorum, kesinlikle ilginç ve oldukça tuhaf bir durum. Nitekim Mümtazer Türköne geçen hafta bana gönderdiği mektubunda bu tuhaf durumu şöyle anlatıyor:
“13. Ağır Ceza Mahkemesi, aynı davada yargılandığım köşe yazarları için aynı cezaları verdi, beni tahliye etmedi. Dosya şu anda Yargıtay’da temyiz aşamasında. AYM aynı hükme konu, aynı dosyada yer alan üç köşe yazarı hakkında farklı zamanlarda kararlar vermiş oldu. Şahin Alpay ve Ali Bulaç hakkında hak ihlali kararı verirken, benim başvurumun reddedilmesinin sebebi delillerin ve gerekçelerin farklılığı değil; hepimiz aynı zamanda soruşturma konusu edilmeyen yazılarımızdan yargılanarak ‘örgüt üyesi’ yapıldık. Bulaç ve Alpay kararı ile benim hakkımda verilen karar arasında tek fark ilk ikisinin AYM Genel Kurul, benimkinin ise 5 üyeden oluşan AYM İkinci Bölüm kararı olması. İşin tuhaf yanı ise 17 üyeli Genel Kurul’da ilk iki karara karşı çıkan ve karşı oy veren üyelerin İkinci Kurul’da çoğunluğu oluşturması. Bu durum sadece AYM için değil bir hukuk devleti olarak Türkiye için bir sorun oluşturuyor. Bölüm kararları kesin, ancak içtihat farkı olunca Başkan’ın gidermek üzere Genel Kurul gündemine alma yetkisi var.”
Sayın Türköne mektubunda bu durum için yeniden AYM’ye müracaatta bulunacağını söylüyor.
***
Aynı dosyada yer alan Ali Bulaç ve Şahin Alpay’ın dosyası AYM Genel Kurul’da değerlendirilirken, Mümtazer Türköne’nin dosyası neden AYM İkinci Bölüm’de değerlendirildi? Türköne’nin dosyası da AYM Genel Kurul’da değerlendirilmiş olsaydı “hak ihlali” kararı çıkabilirdi, yani! O halde şu sorunun sorulması lazım: Türköne’nin başvurusu neden AYM Genel Kurul’da görüşülmedi?
Ülkemizde ağır adalet sorunları yaşanırken, evrensel hukukun teminatı olan AYM’nin kararları hukuka güvenin sarsılmaması için bütün kurumlardan çok daha özenli olmalıdır.
Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit’in söylediği gibi “yargı zikzak” yapmamalı, hele ülkemizde evrensel hukukun teminatı olan Anayasa Mahkemesi hiç yapmamalıdır.