Sabah namazını kalmak için çıkarılan ayakkabı, bir daha sahibini bulamadı. Belki de ayak izlerinin silmenin en iyi yolu budur diye düşünmüşlerdir. Kim bilir belki de sahipsiz bırakılan her şey gibi, o da kolayca hafızalardan silinir ve hiçbir etki yaratmadan buharlaşıp, kimsesizler mezarlığında yerini alır diye murat etmişlerdi. Oysa yalın ve çıplak bir ayağın en derin ve en silinmez izler bıraktığını, adeta bir kimlik mührü gibi geriye bir hikâye bıraktığını, herhâlde akıl edemediler. Bir insana namazını kıldırmamanın günah olduğunu da hiç umursamadılar. Sanki bir bedenleri yokmuş gibi, sanki acıya duyarlı bir etten yoksunmuşlar gibi, kim, bir anda merhametten, sevgiden ve inandığını gururla ifade ettiği o inançlarından bu kadar zalimce uzaklaşır? Kimin bu kadar zalimce vakti azalmış olabilir? Kim bu kadar nobranca her şeyi acil ilan edip, görgüsüzce telaşlanabilir?
Shakespeare Kral Lear’ı 4.perde 6. Sahne de şöyle konuşturur "Evet" dediğime "evet" "hayır" dediğime "hayır" dediler hep. Yaltaklanmayla söylenen "evet" ile "hayır" tanrıya inananlara yakışmaz! Ama yağmurlar iliklerime işleyip rüzgarların beni titrettiği gün; gök gürültüsü çağrılarıma kulak asmayıp gürlemeye devam edince, ne mal olduklarını anladım, foyaları çıktı ortaya. Hadi oradan, onlar sözünün eri adamlar değil! Bana her şeye kadir olduğumu söylüyorlardı. Yalan, Koca bir yalan! Bak işte, ateşler içinde kıvranıyorum’’
Bir tweet paylaştı diye önce mahkûm ettiler; sonra da milletvekilliğini düşürerek, yalın ayak gözaltına alıp ondan kurtulmak istediler. Peki kurtuldular mı? Hiç sanmıyorum; çünkü Gergerlioğlu bir büyük ayna oldu. O aynaya her baktıklarında görecekleri tek şey onun nurlu gözleri olacak. Gergerlioğlu hem dini bütün biri hem de sapına kadar demokrat bir insan. Onların geçmişte olmak istedikleri o iyi ve güzel şeylerin tümünü hala temsil ediyor ve onlara göre de kabul edilemez olan da budur. Suçu bu Gergerlioğlu’nun "sen nasıl temiz kalırsın."
Gergerlioğlu dünya nimetleri için inançlarını sırtını çevirmedi. Maddi bir mülkiyet fazlalığı için ne duyarlılıklarından vazgeçti ne de onu o yapan inançlarından. İnsan bazen şaşkınlıkla bazı şeylerin nasıl olurda bu kadar kökten değiştiğine inanamıyor. En çok demokrasiye ihtiyaç duyanlar neden en çabuk demokrasiden vazgeçip onu kurban haline getirebiliyor? Anlaşılan en çok demokrasi, demokratlık diyenlerin ne demokrasiye ne de demokratlığa ihtiyacı yokmuş; çünkü demokrasiyi geliştirme imkanına sahip oldukları bir an da üvey bir evlatmış gibi ona sırtını dönmeleri başka türlü izah edilemez. Demek ki bu insanlar demokratlık rolünü oynamış ve demokrasiyi bir peçe olarak kullanmış. Biz görememişiz. Onların demokrat olduğuna kendi kendimize inanmışız.
Bir şeyi gözden kaçırmışız. Mal, mülk ve servet biriktirmenin o dehşet verici değiştirici gücünü küçümsemişiz. Keşke daha önce Terry Eagleton’un sözlerine ciddi bir ağırlık kâtıp, önemsemiş olsaydık. Şöyle diyor Eagleton "İktidarın bedeni olsaydı, iktidardan çekilmeye zorlanabilirdi. Zira kendi yarattığı sefaletin acılarını duyumsayamamasının nedeni etsizliğidir. Onun duyularını körelten ise maddi mülkiyet fazlalığıdır. Kendisine ait bir bedeni yoksa bile, sahip olduğu maddi şeyler, adeta bir tür kalın, yağlı et tabakası gibi etrafını sarmalayarak onu merhamet duygusundan yalıtır."
AK Parti iktidarı diğer bütün maddi mülkiyet fazlasıyla plazlaşmış iktidarlar gibi, sadece kendisinin "şimdisini" savunuyor. Bu şimdiyi kaybetmemek için, inandığı her ne varsa ondan gözünü kırpmadan vazgeçmeye hazır. Şimdiyi sonsuz sanıyor ya da sonsuzu şimdi haline getirmek istiyor.
Kaynak: Her Taraf