Gazete Duvar'dan Vecdi Erbay, Aydın Altaç ile bir röportaj gerçekleştirdi...
Daha önce AK Parti içinde önemli görevler üstlenen Ahmet Davutoğlu ile Ali Babacan, partiden istifa ettikten sonra yeni partiler kurdular. Davutoğlu’nun Gelecek Partisi ile Babacan’ın DEVA Partisi nasıl bir siyasal hat izleyecek? Nasıl bir muhalefet tarzını benimseyecek? Bu ve benzeri soruların cevabı Diyarbakır’da da merak ediliyor. Ancak iki partinin de kuruluş çalışmalarının hâlâ devam ettiğinin farkında olan Diyarbakırlılar soğukkanlı ve sabırlı bir şekilde parti liderlerinin açıklamalarını dinlemekle yetiniyor şimdilik.
Öte yandan iki liderin siyasi geçmişleri de hafızalardaki yerini koruyor. Gelecek Partisi Diyarbakır İl Başkanı Aydın Altaç ile yaptığımız söyleşide, çok da farkında olmadan, 'geçmiş' üzerinde epeyce durduk. Bu biraz zorunluydu da. Çünkü Gelecek Partisi’nin Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, AK Parti’de Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunmuş, daha sonra Başbakan ve partinin Genel Başkanı olarak siyaset sahnesinde yer almıştı. Özellikle 2015 genel seçimlerinden sonra, Davutoğlu’nun Başbakanlığı döneminde Türkiye’de ve bölgede ciddi olaylar meydana gelmişti.
Aydın Altaç ise 2013-2015 yılları içinde AK Parti Diyarbakır İl Başkanlığı yapmıştı. Barış sürecinde il başkanlığı yapan Altaç’ı belki en çok zorlayan 6-8 Kobanê eylemleri olmuştu. Altaç, daha sonra görevini devretse de parti içinde kalmaya devam etmişti. Dolayısıyla 2015’ten sonra yaşananların yakın tanıklığını yapmıştı.
Hukukçu ve siyasetçi Aydın Altaç ile Gelecek Partisi’nin ilkeleri ve bölgedeki çalışmaları hakkında konuştuk.
'AK PARTİ, AK PARTİ OLMAKTAN ÇIKTI'
Bir dönem AK Parti Diyarbakır İl Başkanı olarak görev aldınız. Daha sonra görevi devrederken, “Biz siyasete başlarken, AK Parti ile başladık ve böyle devam edecek” demiştiniz. Ne değişti de şimdi Gelecek Partisi İl Başkanı olarak siyasete devam ediyorsunuz?
AK Parti, AK Parti olmaktan çıktığı için ayrıldık. Yolsuzluk, yoksulluk, yasaklarla mücadele eden, insan hak ve hürriyetlerini esas alan bir parti idi. Bunlar parti programında vardı ve biz böyle bir partide siyasete başladık. Başta şimdiki AK Parti Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan olmak üzere uzun bir süre de bunun için çabaladık. Ancak bir süre sonra işin farklı bir mecraya döndüğünü anladık. Bunun için de büyük bir mücadele verdik. Çözüm sürecinin en hararetli dönemi olan 2013-2015’te AK Parti il başkanlığı yaptım. O dönem Diyarbakır ve bölgenin problemleri hakkında bilgilendirme yaptım. Görevi devrettikten sonra da AK Parti içinde siyaset tarzının mecra değiştirmesine karşı direnç gösterdik. Sıkıntıların, yanlışların ortadan kaldırılmasına dair. Hatta şunu söyleyeyim, bir platform kurduk ve dedik ki parlamenter sistem Türkiye’nin sorunlarını çözemedi, sistem değişikliği ile bunu sağlayabiliriz. Bir hukukçu olarak şöyle düşünüyordum: Yargı tamamen bağımsız, yasama kendi alanıyla ilgili çalışan bir organ, yürütme de yargı ve yasamanın dışında icraatın taraf olacak. Türkiye’nin temel sorunları bu üçünün birbirini dengelediği bir sistem olarak düşünüyordum. Ama bugün geldiğimiz nokta bunun çok ötesinde. Cumhurbaşkanının bir cümlesiyle yargı tasfiye ediliyor, bir cümleyle Meclisi feshedebiliyor, yürütme için cümle sarf etmesine gerek yok çünkü yürütme bizzat kendisi. Bakanlar ve diğerleri usulen etrafında bulunuyor. Şimdi biz böyle bir sistem düşünmemiştik. Ama uygulamada bugün bu var. Onun için biz AK Parti’den ayrıldık. AK Parti’nin yaptığı yanlışlar Türkiye’ye bedel ödetiyor. Ekonomik olarak bedel ödetiyor, siyasal olarak bedel ödetiyor. Toplumsal olarak bedel ödetiyor. Eğitim ve sağlık sektöründe de öyle. AK Parti 5 yıl önce yanlışlarını görebilseydi belki Türkiye bugün bu bedelleri ödemeyecekti.
'MHP, AK PARTİ’Yİ KENDİ ÇİZGİSİNE ÇEKTİ'
AK Parti neden değişti?
İki sebebe bağlıyorum. İlki MHP ile kurulan ittifak. AK Parti MHP’yi kendi çizgisine çekebilseydi, yani o aşırı milliyetçi, ötekileştirici dili tasfiye edebilseydi Türkiye için hayırlı bir sonuç ortaya çıkabilirdi. Ama tam tersi oldu, MHP AK Parti’yi kendi çizgisine çekti. Türkiye’de siyasetin normalleşmesi için de bir katkı sağlanmış olacaktı. Belki HDP de etnik söylemden vazgeçip biraz daha ortaya çekilecekti. Bu, çok net söylüyorum, Türkiye için çok talihsiz bir ittifak oldu. Öte yandan Gezi olayları sırasında Devlet Bahçeli’nin sayın Cumhurbaşkanı hakkında söylediklerini unutmuş değiliz. Bu söylemlere rağmen bir ittifak kurulduysa, bunun altında başka nedenler aramak gerekiyor. Özellikle FETÖ darbe girişiminden son hükümet kanadında inanılmaz güvenlikçi bir siyaset tarı yürütüldü. Türkiye’de güvenlik sorunu varsa elbette güvenlik argümanlarını kullanacaksınız ama siz bu refleksle yargıyı, adaleti, sağlığı, eğitimi aklınıza gelen bütün alanları kendi fikriniz minvalinde yürütmeye kalkışırsanız bu kabul edilecek bir durum değil. Biz bunu son süreçte iliklerimize kadar yaşıyoruz. Türkiye’deki ekonomik sorunların temel nedeni güvenlikçi politika refleksinin yansımasıdır. Eğitim ve sağlık alanındaki sorunların temel nedeni de budur. Çok ciddi bir yönetim krizi var Türkiye’de.