Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kriter Dergisine, “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” kitabı, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’yle ilgili eleştiri ve çözüm önerileri ile Paris İklim Anlaşması ve Suriye konusunda gelinen son duruma ilişkin mülakat verdi.
Neden böyle bir kitap yayımlamaya ihtiyaç duyduğu yönündeki soru üzerine Erdoğan, küresel sistemin kapsamlı bir meydan okumayla karşı karşıya olduğunu belirtti. Türkiye’nin başından beri bu dönüşüme hem öncülük etmeye çalıştığını hem de var olan sorunlara dikkati çektiğini aktaran Erdoğan, her uluslararası ortamda güçlü bir şekilde çözüm önerilerini ifade ettiklerini de anımsattı.
Gerçekçi bir yaklaşıma ihtiyaç duyulduğunu, önce var olan sorunların açıkça konuşulması gerektiğini dile getiren Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Dünya bir kriz döneminden geçiyor. Küresel salgın bu krizi derinleştirdi. Salgın aynı zamanda yaşadığımız dönemin sorunlarının bir an önce çözülmesi gerektiği mesajını da verdi. Aksi halde kriz daha da derinleşecek ve çözümü imkansız sorunlarla karşı karşıya kalacağız. O zaman hiçbir mekanizma işleyemeyecek. Küresel sistem derin bir krizle karşı karşıya. Küresel yönetişim mekanizmaları işlemez durumda. Bir yönetişim problemi ortaya çıkmıştır. Adalet ise ayaklar altına alınmıştır. Mevcut haliyle Birleşmiş Milletler de bu krize cevap üretme noktasında işlevsizleşmiş ve etkinliğini kaybetmiştir. Yaşadığımız bu küresel derin krize yönelik Türkiye olarak bir cevap üretmek zorundayız. 20 yıldır ülke olarak insanlığın sesi ve vicdanı olduk. Sessiz çoğunluğun sesini gür bir şekilde bütün uluslararası platformlarda duyurduk.”
“Çözüm önerisi de sunmak istedik”
Türkiye’nin, gördüğü bütün adaletsizliklere din, dil ve ırk ayırımı yapmadan dikkati çektiğini vurgulayan Erdoğan, Suriyeli sığınmacılardan Myanmar’da yaşanan insanlık dışı muamelelere, Filistinli Müslümanların yaşadığı dramdan ve zulümden Yeni Zelanda’da yaşananlara, Batı’da zuhur eden İslam karşıtlığından, aşırılıktan ve göçmen karşıtlığından Afrika’da yaşananlara kadar her meseleye hep insani bir perspektiften yaklaştığını anlattı.
Sürekli adil olmayı, adaletli davranmayı gözettiklerini ve eşitsizlikleri gündeme getirerek küresel sistemin vicdanı olarak hareket ettiklerini aktaran Erdoğan, şöyle devam etti:
“Bugüne kadar yüksek sesle dile getirdiğimiz hususları tarihe not düşmek adına bir kitapta bir araya getirmeye karar verdik. Sadece konuşmak ve durum tespiti yaparak eleştiri getirmek değil; aynı zamanda çözüm önerisi de sunmak istedik. Bu kitap fikri de böyle ortaya çıktı. Şimdi hem krizin kaynağına işaret ediyoruz hem de krizin sonuçlarını açık bir şekilde ortaya koyuyoruz. Ama bununla da yetinmiyoruz. Küresel yönetişim krizinin merkezinde yer alan Birleşmiş Milletlerin elimizdeki hala en önemli imkan olduğunu söylüyoruz. Ancak bu haliyle değil. Yeni bir reform inisiyatifi alarak BM’nin yeniden yapılandırılmasını öneriyoruz. Elbette bizim önerimiz bir reform teklifi. Bu teklifle daha adil bir dünya mümkün olabilir diyoruz. Dünyanın gerçek sorunları tartışılsın istiyoruz. Mevcut sorunları görmezden gelerek bir çözüme ulaşmanın mümkün olmadığını ifade ederek, yeni bir teklifle uluslararası toplumun karşısına çıkıyoruz.”
“Kuzey-güney eşitsizliği daha da derinleşti”
“Kitabınızda dünya sisteminin bir çöküş yaşadığını söylüyorsunuz. Nasıl bir çöküşle karşı karşıyayız?” sorusu üzerine Erdoğan, mevcut dünya sisteminin karşı karşıya kaldığı birçok sınama bulunduğunu ifade etti.
Bunun, tek bir ülkenin kendi başına üstesinden gelebileceği bir meydan okuma olmadığını belirten Erdoğan, şu değerlendirmede bulundu:
“Her şeyden önce çok boyutlu. Sadece ekonomik bir krizle karşı karşıya değiliz; aynı zamanda siyasi kriz ve güvenlik krizi de söz konusu. Korona salgını bu krizleri farklı düzeylerde daha fazla gün yüzüne çıkardı. Küresel kamu sağlığının ne kadar hayati olduğunu görmüş olduk. Salgın küreselleşmenin can damarı olan sınırlar arası hareketliliği kısıtladı ve kısa bir zamanda tedarik zincirlerini altüst etti. Sadece ekonomik rasyonalitenin ve maksimum kazancın ön planda olduğu ekonomik anlayışın sonuna geldik. Serbest küresel insan dolaşımı durma noktasına geldi. Şimdi de ağır şartlar altında kısıtlı bir dolaşım söz konusu. Ancak kriz sadece bunlarla da sınırlı değil. Mesela iklim değişikliği uluslararası toplumun önemli bir gündemi olmalı.
Dünyada kuzey-güney eşitsizliği daha da derinleşmiş durumda. Mevcut politik-ekonomik düzen küresel refahı sağlayamadı ve eşitsizliği daha da derinleştirdi. Mevcut düzen, gelişmişlik ile az gelişmişlik arasındaki farkı kapatmıyor, her geçen gün daha da artırıyor. Bu sorunları tek tek burada konuşabiliriz. Ancak bir öncelik sıralaması yapmak zorundayız. Daha öncelikli olan küresel sorunlarımızı belirlemeli ve bunların çözümüne yönelik küresel ve çok taraflı bir yaklaşım geliştirmeliyiz. Biz kitapta çok taraflılığın merkeze alındığı bir küresel topluma ihtiyaç olduğunun altını çiziyoruz.”
“Batı’nın üstünlüğü anlayışının sonuna geldik”
Dünya siyasetine bakıldığında ise farklı bir tablonun söz konusu olduğunu anlatan Erdoğan, “Batı’nın üstün olduğu şeklindeki sorun üreten anlayışın sonuna geldik. Bunu artık herkes sorguluyor ve kabul ediyor. Batı’nın kendisi bile artık bunu kabullenmeye başladı. Yüzyıllara sari Batı hegemonyası artık bitmiştir. Yeni bir uluslararası sistem ortaya çıkıyor.” görüşünü paylaştı.
Soğuk Savaş döneminin iki kutupluluğunun ABD’nin zaferiyle sona erdiğini, sonrasında ise ABD merkezli bir dünya siyaseti görüldüğünü vurgulayan Erdoğan, “Ancak anlaşıldı ki tek başına bütün uluslararası sistemi kontrol etmek mümkün değil. ABD bunu denedi ve başarısız oldu. Irak’tan çekildi, Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldı. İki ülkede ne demokrasi inşa edebildi ne de devlet.” ifadesini kullandı.
Soğuk Savaş sonrasında ortaya atılan iddiaların gerçekleşmediğini de aktaran Erdoğan, “Bir kere demokrasi teşviki politikası, demokrasi adına daha büyük yıkımları beraberinde getirdi. Bütün kritik aşamalarda Batı ikiyüzlü davrandı. Daha da kötüsü, Batı demokrasileri aşırılıkçılara ve popülist siyasete teslim oldu. Şimdi kendi inşa ettikleri politikaların mağduru durumuna düştüler. Demokrasinin içini boşaltılar.” dedi.
Ekonomik olarak da liberal küresel ekonominin sürekli genişleyeceği ve alternatif ülkeleri içinde eriteceğinin iddia edildiğini, durumun hiç de öyle olmadığını anlatan Erdoğan, yükselen güçlerin küresel ekonomideki ağırlığının giderek arttığını ve şimdi dünya ekonomisinden daha büyük bir pay aldıklarını bildirdi.
Öte yandan liberal ekonomik düzeni tesis edenlerin şimdi ticaret duvarları ve ağırlaştırılmış gümrük politikalarıyla serbest ticareti engellemeye dönük bir politika benimsediklerini vurgulayan Erdoğan, şunları kaydetti:
“Kendi inşa ettikleri sistemin kurallarını kendileri çiğnemeye başladılar ve yükselen ekonomileri hedef tahtasına yerleştirdiler.
Soğuk Savaş sonrasında büyük güç mücadelesi devrinin bittiğini ilan etmişlerdi. Şimdi ise kendileri yeni bir büyük güç mücadelesi dönemine girildiğini söylüyorlar. Çünkü sadece kendilerinin üstünlüğünün olduğu bir uluslararası sistem tasavvuruna sahiptiler. Ancak öyle olmadı. Türkiye gibi yükselen güçler artık küresel siyasette ağırlığı olan bir oyuncuya dönüştü. Sadece Türkiye değil, başka birçok orta büyüklükteki güç, daha yukarıya doğru tırmanan bir profil ortaya koydu. Yalnızca büyük güçlerin dediğinin olduğu bir dünyada yaşamıyoruz artık.
Türkiye’ye bakın, nerelerden nerelere geldik. Kendi askeri operasyonunu kendi imkanlarıyla icra edebilen, kendi savunma sanayii mimarisini inşa eden bir güce dönüştük. İnşallah bu çizgimiz daha da yükselecek, geldiği noktayı pekiştirecek ve başka bir sıçrama yapacak.”
Sahip oldukları yaklaşımı paylaşan Erdoğan, “Bizim yaklaşımımız şu, böyle bir dünya siyasetini reforma tabi tutmadan mevcut haliyle, mevcut yapılarla sürdürmeye kalkarsanız daha kötü sorunlarla karşılaşacağız. Vakit varken sistemin aksayan yanlarını masaya yatıralım ve konuşalım. Bizim yaptığımız gibi başkaları da yeni öneriler getirsin ve bu tıkanıklığın önünü açalım.” değerlendirmesinde bulundu.
“Kuralları inşa edenler artık bu kurallara uymuyorlar”
“Yine kitapta dünya siyasetinin kriziyle birlikte uzun uzun küresel yönetişim krizi ile karşı karşıya olduğumuzu vurguluyorsunuz. Küresel yönetişim neden böylesi bir krizle karşı karşıya kaldı ve bu krizin mahiyeti nasıl?” sorusu üzerine de Erdoğan, küresel yönetişimin her şeyden önce uluslararası düzenin asli unsurlarından biri olduğunu belirtti.
Bunun, kuralları olan bir dünya anlamına geldiğini ifade eden Erdoğan, kuralların ise devletler, uluslararası kurumlar aracılığıyla ortaya çıktığını, daha sonra bu kuralların uluslararası kurumlar eliyle hayata geçirildiğini bildirdi.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kuralları olan bir dünya inşa edildiğini vurgulayan Erdoğan, şu bilgileri verdi:
“Elbette bu noktada çok da idealist olma nahifliğine kapılmamak lazım. Yani bunu bir ‘dünya anayasası’ olarak düşünmemek lazım. Ancak ortada bir sorun var. Kuralları inşa edenler, bu kurallara uymuyorlar. Daha kötü olan nokta ise bu kurallardan sadece kendilerini muaf tutuyorlar. Örneğin Filistin konusunda BM Güvenlik Konseyi onlarca karar aldı. Ortada BM Genel Kurulu kararları var. Neden bu kararlar uygulanmıyor? İsrail bu kararlara tabi değil mi? ABD bu kurallara tabi değil mi? Bir de başkaları söz konusu olunca bu kuralları onlara karşı çekiç olarak kullanıyorlar. Türkiye yıllardan bu yana uluslararası terörizmle ilgili çok açık ve net konuştu; terörden de çok çekti. Terör örgütleri arasında ayrım yapmayın çağrısında bulundu. Peki bizi dinlediler mi? Maalesef hayır. Bugün Suriye’de olanlara bakın. Dünyaya demokrasi çağrısı yapanlar, insan hakları dersi vermeye kalkanlar teröristlerle iş tutuyor, onlara tırlar dolusu silah yardımı yapıyor. Terör örgütleriyle birlikte çalışıyor, onlara destek veriyorlar. Sonra biz ülkemizin ulusal çıkarlarını korumak ve güvenliğimizi sağlamak için BM ilkeleri çerçevesinde gerekli önlemleri aldığımızda, askeri güç kullandığımızda bize ‘aman böyle yapmayın’ diyorlar. Böyle bir mantık söz konusu olabilir mi?”