Bir süredir tartışılan ve bugün itibarıyla meclise sunulan yasa tasarısını İLKHA muhabirine değerlendiren Avukat Cüneyt Toraman, önemli açıklamalarda bulundu.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, 1961 ve 1982 anayasası vesayet sisteminin bir parçası olduğunu vurgulayan Toraman, mevcut sistemde avukatların sorunlarının çözüme kavuşmadığını, yeni yasa tasarısıyla birlikte sesi kısılan on binlerce avukatın seslerini duyurabileceğini söyledi.
“Türkiye Barolar Birliği, bütün baroları bağlayıcı kararlar alabiliyor”
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının anayasanın 135’inci maddesinde düzenlenen anayasal bir kurum olduğunu hatırlatan Toraman, “Türk Tabipler Birliği, Mali Müşavirler Odası, Mimarlar Mühendisler Odası, Eczacılar Odası, gibi onlarca melek odası var. Bu meslek odalarının ortak özelliği, aynı meslekten olanların tek bir çatı altında toplanması, üyeliğin zorunlu olması, yerel birimlerin üst bir kuruluşa bağlı olmasıdır. Barolar da aynı nitelikte. Türkiye’de 2 il hariç her ilde baro bulunuyor. O ilde bulunan avukatlar, bu baroya kaydolmak ve baronun belirlediği aidatı ödemek zorunda. Baroların üst kurulu da TBB (Türkiye Barolar Birliği)’dir. TBB, bütün baroları bağlayıcı kararlar alabiliyor. Avukatların disiplin soruşturmaları konusunda, (yargı yolu açık olan disiplin suçları dışında) son sözü söyleyen merci niteliğindedir.” dedi.
“Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, 1961 ve 1982 anayasası vesayet sisteminin bir parçasıdır”
Toraman, “Anayasada, anayasal sistem içinde, (devletin kurumları) kamu kurumları tek tek sayılmıştır. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, devletin idari teşkilatı içinde yer almamaktadır. Bu kuruluşlar ne kamu kurumudur ne de özel bir kuruluştur. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, 1961 ve 1982 anayasası vesayet sisteminin bir parçasıdır. Bu anayasalarda, devletin bütün kurumlarına (Anayasa mahkemesi, MGK, HSYK, YÖK, RTÜK, vs.) vasiler tayin edilmiştir. Çeşitli meslek mensupları da, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarıyla zaptu rapt altına alınmıştır.” diye konuştu.
1982 anayasasında en kapsamlı değişikliğin 2010 tarihli anayasa değişikliğiyle yapıldığını ve bununla vesayet sisteminin ağır bir darbe aldığını hatırlatan Toraman, bu dönemde kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına yönelik değişiklik, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’da yapılacak değişiklikleri riske etmemek amacıyla paketten çıkarılıp, ileri bir tarihe ertelendiğini ifade etti.
“Barolarda, muhalefetin söz hakkı olmadığı gibi TBB’nde de söz hakkı yoktur”
Ankara Barosu’nun, Diyanet İşleri Başkanının hutbesine yönelik çirkin sözleri üzerine, hükümetin rafa kaldırdığı bu konuyu raftan indirdiğini belirten Toraman, konuşmasını şu şekilde sürdürdü: “Mevcut sistemde, barolarda çeşitli gruplar seçimlere katılmakta, en fazla oyu alan grup yönetim, denetim ve disiplin kurulundaki bütün üyelikleri elde etmektedir. TBB’de bu baroyu temsil edecek delegeleri de bu grup göndermektedir. Barolardaki seçim sonuçlarına bakıldığında, ilgili baroya kayıtlı avukatların oyunun yüzde 20’sini alan grup, baroda tek yetkili olmaktadır. TBB, barolarda çoğunluğu elde eden baroların gönderdiği delegelerden oluşmaktadır. Barolarda, muhalefetin söz hakkı olmadığı gibi, TBB’de de söz hakkı yoktur. Bu sistem, Türkiye’de 1946 ve 1950 seçimlerinde uygulanan çoğunluk sistemine benzemektedir. Çoğunluğu elde eden bütün üyelikleri, delegelikleri kazanmaktadır. Barolardaki seçim sisteminin ve TBB yönetim yapısının adil olmadığı açıktır. Halen 46 binden fazla avukatın kayıtlı olduğu İstanbul Barosu, 11 kişilik yönetim kurulu tarafından yönetilmeye çalışılmaktadır. 11 kişinin bu kadar çok avukatın sorunlarıyla ilgilenebilmesi imkânsızdır. Avukatların disiplin soruşturmaları yıllarca uzamakta, sonraki baro disiplin kurullarına devredilmektedir. Baro seçimlerinde, muhalif gruplar, baro meclisini gündeme getirmiş, yönetime seçilenler duymazdan gelmiştir. Aidat zengini İstanbul Barosu, aidatları azaltmak yerine, İstanbul Boğazı’nda sosyal tesis satın almıştır. TBB ve barolar, bu haksızlığın düzeltilmesi için hiçbir çaba göstermemiş, değişiklik taleplerine de şiddetle karşı çıkmıştır.”
“Türkiye’deki meslek odaları sorununun kaynağı, anayasanın 135’nci maddesidir”
Hükümetin kanun taslağında ise, avukat sayısı fazla olan illerde birden fazla baronun kurulmasına izin verildiğini, bu baroların da TBB’ye delege göndermesine imkân verdiğini vurgulayan Toraman, “Kanun taslağıyla barolarda kısmi bir iyileştirme yapılmaya çalışılmaktadır. Bize göre Türkiye’deki meslek odaları sorununun kaynağı, anayasanın 135’nci maddesidir. Bu madde, meslek mensuplarını üzüm salkımı gibi tek bir elde toplayan tekelci bir sistemdir. Anayasanın 135’nci maddesi kaldırılırsa anayasadaki vesayet odaklarından biri daha tasfiye edilmiş olacaktır. Liberal Düşünce Topluluğu, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları için hazırladığı raporda, sorunları tek tek ortaya koymuştur. Raporda, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının devasa bütçelerine yer verilmiş, harcamaların denetlenemediği, muhalefet partisi gibi hareket ettiği, mesleki sorunlara eğilmediği belirtilmiştir. Raporda, meslek mensuplarının, meslek kuruluşlarına zorunlu üyeliğinin kaldırılması, dileyenin dilediği meslek kuruluşuna üye olabilmesi önerilmektedir. Baroların örgütlenme biçimi bütün ülkelerde standart değildir. Barolar genellikle şehirlerin ismiyle anılsa da özellikle Anglosakson sistemini benimseyen ülkelerde faaliyet konusuna göre, aynı şehirde birden fazla baro da vardır.” şeklinde konuştu.
“Türkiye’de barolar özgürlüklerin değil, yasakların sembolü olmuştur”
1969 yılında yürürlüğe giren baroların geçen yarım asırlık süreci incelendiğinde askeri vesayete destek verdiğinin ortaya çıkacağını ve baroların özgürlükler değil, yasakların sembolü olduğunu hatırlatan Toraman, aynı ilde birden fazla baronun kurulmasına karşı çıkanlar, aşırı uçların kendi barolarını kuracağını, devletin üniter yapısına zarar vereceğini iddia edenler olduğunu belirtti.
Toraman, “Bazı illerdeki baro başkanlarının ve yönetim kurulu üyelerinin açıklamalarını dikkate aldığımızda, böyle bir iddia gülünçtür. 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde, PKK’nın hendek kazması eylemlerinde, bazı baroların nasıl tavır takındığı herkesin malumudur. Benzer iddialar, memur sendikaları kurulması gündeme geldiğinde de dile getirilmiş, birden fazla sendikanın kurulmasının hiçbir zararının olmadığı, tam aksine daha geniş bir temsil imkânına kavuştuğundan daha yararlı olduğu görülmüştür. Aynı ilde birden fazla baro kurulduğunda, hiç kuşkusuz avukatlık mesleğinin bütün sorunları çözülmüş olmayacaktır. Ancak, TBB’nin 1969 yılında yürürlüğe giren 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’na istinaden kurulduğu, kurulduğu tarihten itibaren 51 yıl geçtiği dikkate alındığında, parlak bir sicile sahip olmadığı da ortadadır. Yarım asrı aşan bu süreç incelendiğinde, baroların askeri vesayete destek verdiği, askeri vesayetle birlikte hareket ettiği görülecektir. 28 Şubat darbe sürecinde başlatılan başörtü yasağı uygulamasında, AİHM’de görülmekte olan Leyla Şahin davasında, İstanbul Barosu, davaya katılma talebinde bulunmuştur. Başörtülü avukatlara disiplin cezaları vermiş, başörtülü avukat stajyerlerin başvurusunu dahi kabul etmemiştir. Türkiye’de barolar, özgürlüklerin değil, yasakların sembolü olmuştur. TBB ve baroların sicili, bundan daha kötüsünün olamayacağını göstermektedir. Aynı ilde birden fazla baronun kurulmasıyla tekel kırılacak, barolar arasında rekabet başlayacaktır. Bu rekabet de hiç kuşkusuz savunma mesleğine ve avukatlara yarayacaktır. Temennim, anayasanın 135’nci maddesinin tamamen kaldırılması yönünde olsa da muhalefet cephesinin vesayet sistemine yönelik böyle bir değişikliğe destek vermeyeceği gün gibi açık olduğundan, sesi kısılan on binlerce avukatın sesini duyurabileceği bir pencere açılmasını olumlu buluyorum.” değerlendirmesinde bulundu.