Mevlana, uzun bir süredir sadece bir mutavassıf olmaktan öte anlamlar ifade ediyor, Mevlevilik de ortalama bir tasavvuf öğretisinden çok daha fazlası anlamına geliyor. Mevlana´yı sevenler, öğretisini beğenenler ise bugün artık sadece dindarlar değil; hatta sadece Türkler de değil. 2007 yılı UNESCO tarafından Mevlânâ Yılı ilan edildikten sonra, Mevlânâ´ya ait eserler; Mevlana ve Mesnevi hakkında yazılmış kitaplar; bu konuda yazılmış hikaye, öykü, anlatı, roman gibi edebi çalışmalar yaygınlık kazandı.
Öyle ki bu kitaplar aylarca çok satanlar reyonlarında liste başı oldu ve Türkçe dışındaki dillerdeki baskılarıyla diğer ülkelerde de yoğun ilgi gördü. 2007 yılından çok önce başlayan, ama 2007´de resmi olarak da zirve yapan Mevlana sevgisi, bugüne dek popülaritesinden hiçbir şey kaybetmedi. Geçtiğimiz haftasonu Konya´da yapılan Şeb-i Arus töreniyle başlayan Mevlana Haftası çeşitli etkinliklerle bu hafta da devam edecek. Mevlana´ya ait olduğu söylenen ve özdeyiş mesabesine indirgenmiş, aşk, sevgi, iyilik, güzellik temalı vitamin hapı gibi sözleri ise tüm bir yıl boyunca hele de sosyal medyada okumaya, duymaya devam edeceğiz.
Bu geniş spektrumlu Mevlana konsensusunda, Mevlana´nın ?Ne olursan ol yine gel? şeklindeki cümlede kristalize edilebilecek ?Korkutmayan sevdiren, uzaklaştırmayan kucak açan, sertlikten değil, yumuşaklıktan yana olan, öfkeden değil merhametten beslenen? -ya da öyle olduğu düşünülen- öğretisinin payı büyük elbette. Bugün Mevlevilik adıyla popülerleşen bu öğretinin sahiden Mevlana´nın baş koyduğu yol mu olduğu, yoksa ?herkesi memnun etme? düşüncesindeki birilerinin yorum kabiliyetleriyle mi İslam´dan ziyade kolay tüketilebilir, rahat hazmedilebilir bir gönül felsefesi haline evrildiği elbette tartışmalı. Ama ben işin o tarafında değilim.
Doğrusu Mevlevilikten folklorik, zararsız bir kültürel İslam üretilmesinde, tıpkı Mevlana´nın aşkı yücelten, Allah´a ulaşmanın yolu olarak ibadetlerden ziyade Allah´la kurulan kalbi bağı işaret eden sözlerinin öne çıkartılması kadar, semâ ritüelinin popüler kültüre sunduğu görsel malzemenin de etkisi var. Semâ ayinleri, Mevlevihanelerin sınırlarını aşıp eğlence, dinlence mekanlarında gösteriye dönüşmeyip de ne olacaktı ki? Beyaz kuğular gibi yan yana döne döne ilerleyen incecik adamların sunduğu kısmen sanatın sınırlarını da zorlayabilecek o zengin görsellik, günümüzde Uzakdoğu dinlerine, yogaya, reikiye, feng shui gibi pagan adetlerine sardırmış, küresel post-modern insanın arayıp da bulamadığı new age maneviyatını temsil ettiği gibi üstüne bonus olarak da estetiği sunuyor nihayetinde?
Hoş zarif, iyilikli sözler ve hoş, zarif, estetik gösteriler. İnsan bir inançtan daha ne bekleyebilir ki?
Postmodernizm, temelde yeniden üretim süreçleriyle tanımlanır. Mevlana da bugün ekonomik, politik ve kültürel boyutlarıyla yeniden üretilerek popüler kültürün tüketim metasına dönüşmüş; kültür endüstrisinin tezgahından geçtikten sonra bir modern zamanlar kültü haline gelmiş, Mesnevi´de kendini tarif ettiği gerçeklikten farklı bir yere konumlandırılmış, neredeyse dünyadaki Müslümanlar tarafından ortak kabul gören geleneksel İslam´a karşı; ılımlı, kucaklayıcı, suya sabuna dokunmayan bir İslam temsiline dönüştürülerek ideolojik bir araç haline getirilmiştir.
Günümüzde Mevlana, küresel bir mürşittir artık. Batı ile Doğu arasındaki gerilimde İslam´ın birleştirici yüzü olarak sunulur ve Batı tarafından bu yüzden büyük bir ilgiye mazhar olur. Kapitalizm nasıl merkezsizse Mevlana da, Konya´da yaşamış bir tasavvuf ehli olmasına rağmen o derece merkezsizdir.
İslam´a yakın olan olmayan herkesin sevdiği Mevlana figürünün ortaya çıkmasında, hiç okunmadığı halde en çok atıf yapılan eserlerin başında Mesnevi´nin gelmesinde; semâ ayinlerinin bambaşka anlamlar ihtiva etmesine rağmen içi boş birer popüler kültür gösterisine dönüşmesinde, tekke ve zaviyelerin kapatılmasının da etkisi oldu elbette. Bu sayede Mevlevilik de tıpkı diğer tasavvuf ekolleri gibi gönül erlerinin ehil ellerinden çıktı ve hoyratların uhdesine girerek tüketilebilir bir şeye dönüştürüldü.
Geldiğimiz noktada Şeb-i Arus törenleri ve Mevlana dendiğinde aklımıza gelen tek şey, semâ gösterileri oluyor. Elimize kalan ise Mevlana, semazen ve Mevlevi imgeleriyle süslü görseller, takılar, oyuncaklar, hediyelik eşyalar ve kıyafetler. Bir de sosyal medyada durmaksızın maruz kaldığımız aşk, sevgi, tövbe bozmak, yine gelmek mesajlarıyla dolu bağlamından kopartılmış, kırpılmış, cımbızlanmış cümlecikler. Geçmiş zamanlarda yokluk nedeniyle bilinip tanınamamazken günümüzde çokluk nedeniyle yitirilip kaybolan her şey gibi Mevlana da? Geçmiş olsun.