Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Schillerden Uyarlanan Hikâye

Schiller’in o hikâyesini okuyan biri çok beğendiğinden onu tutmuş İslamileştirmiş ama İslam hukuku hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığından masalın her tarafından yalan fışkırıyor.

Schillerden Uyarlanan Hikâye

İlahiyatçı yazar Mahmut Toptaş Analiz Etti...

Hazreti Ömer döneminde geçtiği anlatılan hikâyenin aslı İslam dininin kaynaklarının hiç birinde geçmemiştir. Son yıllarda internette dolaşmaya başlayan bu hikâyeyi birileri Ahmet Kabaklı merhumun yazdığı 5 ciltlik “Türk Edebiyatı” isimli eserinde Alman Edebiyatçısı Schiller’i (1759-1805) tanıtırken ondan bu hikâyenin benzerini anlatır.

Bu hikâyeyi okuyan biri buradaki kahramanların isimlerini değiştirmiş, dini bir hava vermiş ve İslam hukuku hakkında bilgisi olmaması nedeniyle birçok hatayı da yapmış.

Hikâyenin aslı şöyle:

“Meroz, mantosunun altına bir hançer saklayarak, Siraküza kralı Denis›in yanına sokuldu.

Muhafızlar derhal onu yakalayıp zincire vurdular. Kral hiddetle sordu:

- Bu hançerle ne yapacaktın?

- Şehri bir zalimden kurtaracaktım!

- Bu arzunun cezasını darağacı üzerinde göreceksin...

- Ölüme hazırım. Hiçbir zaman af ve aman dilemiyorum. Yalnız küçük bir şey istiyorum. Kız kardeşimle nişanlısının evlenme törenlerini yapmak üzere üç gün izin... Arkadaşım benim yerime kalacak ve eğer sözümde durmazsam, öcümü ondan alabileceksin.

Kral gülmeye başladı ve biraz düşündükten sonra alaycı cevabını verdi:

- Sana üç gün izin veriyorum. Fakat bilmiş ol ki, bu zaman biter bitmez görünmezsen arkadaşın senin yerini tutacak ve ben seninle ödeşmiş olacağım.

Meroz, arkadaşına koştu:

- Kral, benim giriştiğim iş için darağacında cezalandırılmamı istiyor. Bununla beraber, kardeşimin nişanında bulunabilmem için üç gün izin verdi. Yalnız, ben dönünceye kadar sen, onun yanında kalacaksın!

Arkadaşı, hiç sesini çıkarmadan onu kucakladı; Meroz, uzaklaşmaya başladığı zaman o da kendini krala teslim etti.

Meroz, üçüncü gün, kardeşiyle nişanlısını evlendirmiş, uğursuz zamanı geçirmemek için, acele geri dönüyordu. Fakat sürekli bir yağmur, çabuk yürüyüşüne engel olmuştu. Geçtiği tepelerde kaynaklar sel gibi olmuş, dereler, nehir şekline girmişti.

Meroz, sopasına dayana dayana bir ırmağın kenarına gelince, kabaran suların, iki kıyıyı birleştiren köprüyü alıp götürmüş olduğunu ve kemerlerin yıkıldığını gördü. Bu hâl karşısında üzüntüsünden çırpınmaya ve sabırsız bakışlarla uzakları süzmeye başladı.

Onu karşı kıyıya geçirmek için canını tehlikeye sokacak hiçbir kayık, bu yana yaklaşan hiçbir gemi görünmüyor, sular da gittikçe denizler gibi coşup kabarıyordu. Ümitsiz kalan yolcu, ellerini semaya açmış ağlıyordu:

- Oh Tanrım! Bu azan suları durdur... Zaman geçiyor. Güneş tam tepemize geliyor. Eğer ufka biraz daha yaklaşırsa, arkadaşımı kurtarmak için çok geç kalacağım.

Dalgalar çılgınlığı artırmaktan başka şey yapmadılar. Sular suları, saatler saatleri kovalıyordu. Meroz daha fazla düşünemedi... Coşkun suların ortasına atıldı. Çetin bir uğraşmadan sonra suları yendi. Karşı kıyıya geçince yürüyüşünü hızlandırmaya başladı. Yakıcı bir güneş tesirinde Meroz dizlerinin yorgunluktan bittiğini duyuyordu.

- Ne işitiyorum, bu güzel sesi bir serin dere mi çıkarıyor?

Durup dinledi: Yanındaki taşlardan neşeli bir kaynak fışkırıyordu. Sevinçle eğildi; yanan alnını serinletti.  Güneş, bakışlarını yapraklar arasından uzatarak, yol boyunca deli gibi gölgeler çiziyordu...

İki yolcu geçti. Meroz, onlardan derhal uzaklaştı. Fakat aralarında bir şey konuştuklarını işitmişti:

- Şu anda onu darağacına çekiyorlar...

Yetişememek korkusu, Meroz›a kanat verdi, mertlik duygusu kamçılandı. Ah, işte uzaktan, batan güneş altında Siraküza şehrinin kuleleri göründü. Çok geçmeden, evinin bekçisine rastladı. Onu tanıyınca bir titreme geçirdi bekçi:

- Kaç! Artık arkadaşını kurtarmanın zamanı geçti. Hiç olmazsa kendi hayatını kurtar! O, şu dakika can veriyor. Son saate kadar hiç ümidini kaybetmeden seni bekliyordu. Kralın soğuk şakaları bile, sana karşı olan inancını bozamadı...

- Peki, mademki onu kurtaramayacağım; hiç olmazsa onun acısını paylaşmalıyım. O kanlı kral da: «Bir Meroz dostuna fenalık etti, alçaklık etti!..» diyemesin. Bir yerine iki kişiyi öldürterek sevinsin…

Meroz, şehrin kapılarına vardığı zaman, güneş batıyordu.  Darağacını ve seyirci halkı gördü. Arkadaşını asmak için, bir ipi boğazına takmışlar, henüz kaldırıyorlardı.

- Dur cellât, ben işte geldim..

İki arkadaş, yarı sevinç içinde kucaklaştılar...

Bu manzara karşısında hiç kimse duygusuz kalamazdı. Kral bile bu haberi heyecanla öğrendi... İkisini de huzuruna getirtti... Uzun uzun ve hayretle seyrettikten sonra:

- Hareketinizi çok beğendim, dedi. Demek «iyilik» ve «namus» boş kelimeler değilmiş. Şimdi benim de sizden bir dileğim var. Beni de aranıza alın, üçümüzün kalbi bundan sonra tek kalp olsun... (Schiller, Hikâyeler)

Bahsi geçen hikayeyi Mahmut Toptaş Hoca şöyle Anlatıyor:

Yalancının mumu

İç Anadolu illeri ve köylerinde bir adamın yalancılığını anlatmak için “Kırk Yalan” derler. Facebook, Twitter, WhatsApp gibi internet kanalları, bir zamanların kırk yalanlarını kırk milyon, kırk milyar yalana çıkarıverdiler. Algı operasyonları için, kişilerin şahsiyetini sıfırlamak için, politika oyunları için, ticari rekabetler için binlerce çıkarını sağlamak için yalana, iftiraya ağız, kalem ve daktilo kapılarını açtıkları gibi çok iyi niyetlerle de yalana kapı açtılar. İslam’ın ilk çağından itibaren çok iyi niyetlerle hadis uydurmaya başlayanlar olmuş. Bu çağın yalanlarından biri de çok iyi niyetlerle uydurulan ve bu günlerde gündemde bir masal.

Aslı astarı olmayan masala göre güya Hazreti Ömer döneminde iki kişi bir adamı “Babamızı öldürdü diye getirmişler. Hazreti Ömer, zanlıyı dinlemiş, Zanlı “Bunların babası, atıma taş attı öldürdü ben de aynı taşı ona attım atımı öldüreni öldürdüm” demiş.

İtirafla suç sabit olunca kısas hükmü verilmiş. Katil hazreti Ömer’e “bana üç gün zaman tanı, küçük bir çocuğun babasının altınlarını babası bana emaneten verdi, çocuk büyüyünce veririm diye toprağa gömdüm, benden başka da yerini bilen yok. Altınları çocuğa teslim edip üç gün içinde  geleyim” demiş. Hazreti Ömer de gidip de gelmezsen” demiş. Adam oradakilere “bana kefil olacak yok mu” deyince masalcının birine göre Hazreti Ebu Zerr, diğer masalcıya göre Amr bin As kefil olur. Adam gider üç günün gün batımına kadar gelmeyince kefilin boynuna ip takılır tam sallandıracakları esnada ufukta adam görünür. Kefil kurtarılır adam ipi boynuna geçirir. Adama sorarlar “Kurtulmuştun neden geldin” Cevap verir, “Vefa ölmüş dedirtmemek için.” Kefile sormuşlar, tanımadığın adama neden kefil oldun?

Cevap, “İnsanlık öldü dedirtmemek için.”

Çocuklar bakmışlar ortama ve onlar da davadan vazgeçmişler. Neden diye sorulduğunda, “Merhamet öldü” dedirtmemek için” demişler. Ben yalan, uydurma, iftira dolu bu hikâyeyi bu kadar özetleyebildim.

Bir kere Kur’an’da, Sünnette, sahabe fetvalarında, dört mezhep dâhil onların dışındaki diğer bütün mezheplerde dahi Had ve Kısas  cezalarına kefalet kabul edilmez. Yani asıl kaybolduğunda onun yerine kefili öldürelim maddesi hiçbir mezhepte yoktur.

Bu masalın yalan olduğuna bu yeter. Yoksa diğer bütün cümlelerin de yalan olduğu ayrıca ispatlanabilir.

Bu metnin bir dayanağı var ama o da Alman filozof ve şairi Schiller’e (1759-1805) ait.

Schiller’in o hikâyesini okuyan biri çok beğendiğinden onu tutmuş İslamileştirmiş ama İslam hukuku hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığından masalın her tarafından yalan fışkırıyor.



Anahtar Kelimeler: Schillerden Uyarlanan Hikâye

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER