Dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert, 14 Eylül 2008 günü ülke basınına yaptığı sert açıklamada, “Yerleşimcilerin saldırıları, pogromdan başka bir şey değildir. İsrail’de, Yahudi olmayanlara yönelik pogrom tarzı uygulamaların asla yeri yoktur. Bunu hiçbir şekilde tolere etmeyeceğiz. Yapılanlar, İsrail kanunları çerçevesinde, en güçlü şekilde karşılık bulacak” diyordu. Kastettiği, Batı Şeria’nın Nablus kenti yakınlarındaki Filistin kasabası Asîratu’l-Kibliyye’de, Yahudi yerleşimcilerin düzenlediği kundaklama, silahlı saldırı ve taciz eylemleriydi. Gece vakti kasabayı kuşatan çok sayıda yerleşimci, sivil halka büyük bir dehşet yaşatmıştı.
19’uncu yüzyılın sonunda ve 20’nci yüzyılın başlarında Rusya İmparatorluğu sınırları içindeki Yahudi cemaatlerine yönelik toplu saldırı ve kuşatma faaliyetlerini ifade eden “pogrom” kelimesi, Yahudilerin şuuraltında uzun ve kanlı bir maziyi hatırlatıyordu. Dolayısıyla, Başbakan Olmert’in bu kelimeyi seçmesi tesadüf olmadığı gibi, muhataplarının zihninde canlandırmak istediği tablo da gayet netti.
Ne var ki, -İsrail tarihi boyunca sıklıkla görüldüğü üzere- Ehud Olmert’in bu “cesur” çıkışı, vakti hayli geçmiş bir hamasetten ibaretti. Zira Yahudiler eliyle Müslüman Araplara uygulanan “pogrom”lardan söz ettiği sırada, Olmert çoktan istifa etmiş, sadece yeni bir başbakan seçilinceye kadar görevde kalarak uzatmaları oynuyordu. Nitekim birkaç ay sonra görevini fiilen de bırakacak, ardından hakkında açılan yolsuzluk davaları çerçevesinde uzun bir mahkeme, yargılama ve temyiz meşguliyetine geçiş yapacaktı.
Olmert’in “pogrom” çıkışından bugünlere, İsrail siyasetinde birçok değişimler yaşandı. Bazı aktörler sahneden çekildi, yenileri çıktı, etkisi azalanlar oldu, artanlar oldu... Ancak bir şey hiç değişmedi: Yahudi yerleşimcilerin Batı Şeria’daki terör ve tedhiş faaliyetleri. Nice evleri kundakladılar, nice zeytinlikleri ateşe verdiler, nice masum sivili öldürdüler, hatta diri diri yaktıkları bile görüldü. Buna rağmen, dünyadan cılız birkaç kınama dışında, Yahudi yerleşimciler hiçbir yaptırımla karşılaşmadı. Hatta bırakın yaptırımları, yerleşimcilerin İsrail siyaset sahnesindeki etkinlikleri arttı, destekledikleri partiler iktidara yürüdü, verdiklerinden çok daha fazlasını elde etmeyi başardılar.
Son olarak, yine Nablus yakınlarındaki Huvvâra kasabasına yerleşimciler tarafından kapsamlı bir saldırı düzenlendi. Asîratu’l-Kibliyye’ye sadece 15 dakika mesafede bulunan Huvvâra’da onlarca araç ve ev kundaklandı, can kaybının yanı sıra ciddi maddî hasar da meydana geldi. Ve İsrailli üst düzey yetkililer, “pogrom” kelimesini bir kere daha telaffuz ettiler. Tarih kendi rutin tekerrürünü usul usul sürdürürken…
İsrail’in Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü işgalde “kolonileşme” yöntemi olarak kullandığı yerleşimler, uluslararası hukuk açısından “illegal” sayılsa da, her geçen gün adeta birer kanser hücresi gibi bölgeyi sarmaya devam ediyor. 1967’den itibaren uygulamaya konan yerleşim siyaseti çerçevesinde, Batı Şeria’da ortalama 500 bin, Doğu Kudüs’te de 250 bine yakın Yahudi yerleşimci yaşıyor bugün. Yerleşimciler, terör eylemlerini sadece Müslüman Araplara yönlendirmiyor üstelik. Kendi bulundukları azgınlık düzeyine varmayan Yahudiler ve hatta Siyonistler bile yerleşimcilerin doğal hedefinde. İsrail yakın tarihinde, ülkenin en meşhur Siyonist başbakanlarından Yitzhak Rabin, 4 Kasım 1995 akşamı, Tel Aviv’in göbeğinde Yigal Amir adlı bir yerleşimci Yahudi tarafından öldürüldüğünde, gerekçe oldukça tanıdıktı: Rabin’in Siyonist ideallere ihanet etmiş olması. Yerleşimci mantığın “ihanet” dediği şey, 1993’te Oslo Anlaşması’nın imzalanması ve Yâser Arafat liderliğinde bir Filistin Yönetimi’nin kurulmasıydı. Oysa Rabin ve Arafat’ı aynı masaya oturtan şey, Filistin tabanının Hamas tarafından “ele geçiriliyor” olmasından kaynaklanan ortak endişeydi. İlginçtir, “Oslo Anlaşması”nı, içerdiği ciddi tavizler nedeniyle “davaya ihanet” olarak değerlendiren Filistinli sayısı da az değildir.
Benyamin Netanyahu, bizzat tahrik ettiği yerleşimcilerin Rabin’i öldürmesinden sonraki ilk seçimde başbakan olmuştu (1996-1999).
O yüzden, sırtını yasladığı bu azgın güruhun neler yapabileceğini de en iyi Netanyahu biliyor. Oy deposu, ideolojik destek, ancak siyasetçilerin yüzüne çevrilmiş namlular… Bugün İsrail’in sıkıştığı karanlık tünelin içinde, Yahudi toplumunu bunlar karşılıyor.
İsrail’deki iç çatışma artık tamir edilemeyecek boyutlara ulaştığına göre, bu konuyu uzun süre konuşacağız demektir. Çarşamba günü, kaldığımız yerden devam edelim, nasipse.