Kendini kandırmak bir hastalıktır.
Bir süre sonra kendi söylediğine inanıp, bunu mutlak doğru saymak da hastalığın en ileri seviyesi.
Bu hastalığı tüm hücrelerinde taşırken, bir başkasını bunlarla yüzleşmeye davet etmek ise hastalığın en karmaşık biçimidir, tedavisi çok güç bir hali.
Bu yüzden aşama aşama, acı çeke çeke ve belki kendimizi kandırdığımız yerdeki yara bandını kaldırdığımızda canımızın yanacağından korkmadan, kanamasından ürkmeden ve ne olursa olsun mutlu hissedebilme çabasına girmeden tedavi etmeye çalışmak yüreğimizi, bizi insanlaştırır.
Görebilmenin, hissedebilmenin tarifidir insanlaşmak.
Kelimeleri, cümleleri yerli yerinde kullanmak, anlamlarına ulaşmak ya da bir boş gösteren olmaktan çıkartmak…
Cinayete cinayet diyebilmek, adaletsizliği, zulmü anlatabilmek, fakatsız, gerekçesiz cümleler kurabilmek, lafı dolandırmadan olan biteni tarif edebilmek ya da tüm bunlar olurken, nerede olduğumuzu, ne yaptığımızı kendimize sorabilmek.
İkiyüzlü ahlakla, kendini ve toplumu kandıranlarla, söylediğine inananlarla yüzleşebilmeyi hak etmek…
* * *
Efe Tektekin, adını bilmediği, muhtemel her gördüğünde korkunç görüntüsünden çok etkilendiği TOMA tarafından ezildiğinde 6 yaşındaydı.
Doğal olarak bahsedilebilecek bir yaşam öyküsü yok.
Kalp kırıklıkları, kıskançlıkları, kararsızlıkları, sevinçleri, üzüntüleri, hayalleri yok.
Olsa olsa bakkalda alınmayan bir gofrete dudak büzüşü, kendisi uyutulurken gülenlere bir iç çekiş.
Yaşam öyküsünü anlatmak istediğinizde karşınıza sadece bir yıl önce dedesi Mehmet Tektekin'in de TOMA çarpması sonucunda öldüğü geliyor.
Bu kadar. Hepsi bu.
* * *
Son 10 yılda zırhlı araçlarla Diyarbakır ve çevresinde ölen çocuk sayısı 16. Bu nedenle mesleğinden olan yok, esaslı bir ceza alan yok, "ne yapıyorsun" diye sorulan kimse bile yok.
2009'da Hakkari'de 7 yaşındaki çocuk özel harekat aracının altında kaldı.
2010'da Şırnak'ta 10 yaşındaki çocuk akrep tipi zırhlı polis aracının.
2012'de Erzurum'da 9 yaşındaki çocuğa ayakkabı boyadığı sırada zırhlı araç çarptı.
2016'da Cizre'de 4 yaşındaki çocuk panzerin altında kaldı.
Hesap verilmedi, yaşam hakları sorun edilmedi, aileleri kim bilir hangi tarihte ödenecek, değersizliğin itirafı gibi bir tazminatla yaşamlarını sürdürmeye mahkûm edildi.
Ve üzerinden geçip gitmeye devam ettik.
* * *
Rutin bir haber daha düşüyor önümüze sonra. Alıştığımız, üç gün sonra unutacağımız, hatta büyük bölümümüzün burun kıvıracağı.
"Yunanistan'a kaçan FETÖ'cüleri taşıyan bot battı, 7 ölü…"
"FETÖ'cü" denilenlerin listesi geliyor birkaç gün sonra:
12 yaşındaki Mustafa Said Zenbil, 4 aylık Mahir Işık, 6 yaşındaki Mustafa Kara, 8 yaşındaki Gülsüm Kara, 3 yaşındaki İbrahim Işık.
Mustafa Said Zenbil'in bir videosu düşüyor sonra yasaklanmış sitelere. "Merhaba arkadaşlar" diye konuşmasına başladığı, Youtube kanalını artık kapatmak zorunda kaldığını ama yeni bir kanal açmayı tasarladığını kim bilir kaç takipçisine anlatmak istediği çocukluğu. Artık kanalı gibi çocukluğu da yok. Susuyor.
Hepsi bebek, çocuk, onlara kızamayız ya… İki isim daha var listede 40 yaşındaki Meltem Zenbil, 58 yaşındaki Kevser Sezer…
Bakın onlara kızabiliriz!
Cemaatin iktidar ortağı olduğu dönemde bir biçimde bu çevrede yer aldıkları için kızabiliriz. Kim bilir, belki 15 Temmuz'u planlamış ve tepemize bomba yağdırmışlardır. Devletin en kritik kurumlarının, en kritik noktalarına atamalar yapmışlardır belki. Belki, insanların canına, senelerine mal olan kumpas operasyonlarını organize etmişlerdir. "Biz yanılmışız, hizmet hareketi sanıyorduk" diyerek, o güne kadar canhıraş destekledikleri yapılanmaların en büyük düşmanı olmuşlardır sonradan. Yine onlara bu nefreti anlatma imkanı verilmiştir televizyonlardan. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru konum almışlardır.
Elinde, o operasyonlarda mağdur edilenlere dair her türlü bilgi varken tek kelime etmeyip, o mağdurların özel hayatlarına dair televizyon televizyon konuşmuşlardır belki geçmişte. "Hizmet" demeyeni azarlamışlardır. Operasyonları eleştirenleri, yasadışı kayıtları yazmayanları "hain" ilan etmişlerdir. Kesinlikle, bir bota sığınarak kaçmaya çalışan, çocuklarını, canlarını kaybeden bu insanlardır yaşadığımız cehennemin sorumluları!
* * *
Bir dönemin ortaklığından beslenen ve suçları açığa çıkmasın diye durmaksızın bağırıp, "Biz ne olduklarını anladıktan sonra karşı çıktık" komik savunmasına sığınanlar susabilir.
İnsanların yaşamlarından çalınırken, "Elbette bu derin yapılanmaların hesabı verilecek" nutukları atarak, gerçek derinliğe gözlerini kapatan, rant odakları cümleler kuranlar da susabilir.
Ama dün de bugün de haksızlığa karşı çıkan, kumpas operasyonlarına, ranta, karanlık işbirliklerine, işkenceye, insanların açlık ve ölümle terbiye edilmesine, botlara, nehirlerden geçmeye mahkûm bırakılmalarına rıza göstermeyenlerin bütün kuvvetleriyle haykırmaları gerekiyor.
Bu yaşananlar cinayettir.
* * *
Bir haber daha sonrasında…
AKP Milletvekili Şirin Ünal'ın evinde sigortasız, kayıtsız çalıştırılan Nadira Kadirova.
İntihar ettiği söylenmiş, apar topar dosyası kapatılmış, cenazesi memleketine yollanmış.
Savcılık, günler sonra açıklama yapıyor, sosyal medya olmasa gerek duymayacak:
"Tüm kanıtlar toplandı, araştırılıyor…"
Emniyetin, bütün bu kanıtlardan ulaşılacak sonuçları beklemeden, "intihar" açıklaması yapabilmesi ise sorgulanmıyor. Ya da gerçekten intiharsa, intiharın hangi koşullarda ve nasıl meydana geldiği…
Olur böyle şeyler, üzerinde durmamak lazım, kayıtsız bir Özbek işçi, Nadira Kadirova'nın ne önemi olabilir ki?
* * *
Diyarbakır'dan Cizre'ye, Ege'den Ankara'ya uzanan bir yol var. Sahip çıkılmayanların, kaderine terk edilenlerin, ne oldukları umursanmayanların artık yaşamayan bedenleriyle örülmüş bir yol. Kendimizi kandırdığımız, kandırılmaya izin verdiğimiz, herkesin kendi sözüne çok inandığı bir karanlık patika.
Aslı şu ki; insan yaşamının öneminin, bir yerlere, bazı insanlara mesafesine göre belirlendiği, çocukların nerede doğduğuna ve nerede öldüğüne göre önemsendiği, suç ve ceza dengesinin kişilerin kinci duygularına bırakıldığı, endazesi kaçmış, şirazesi kaymış ve küçük, fedakar bir azınlık dışında herkesin, her şeyi normal karşıladığı bir düzen bu.
Tüm bunlara gücü yettiğince karşı durmaya çalışan çok az sayıda kişinin, sözlerinden dolayı sırayla cezaevine konuldukları, sonrasında, onları kapsamayan "reform" çalışmalarının özgürlük olarak sunulduğu, duymayan, hissetmeyen, görmeyen bir arena.
Nasılsa hep doğru konumlananların zarar görmediğine sevindikleri, aynı dakika kulaklarını kapatıp, hayatta, hem de en iyi noktada kalabilmelerinin alkışla karşılanmasını bekledikleri edepsiz, ruh emici bir karanlık fabrika.