After Life 2019 yılında başlayıp 2022 yılı başında 3. sezon ile finale eren İngiliz yapımı bir dizi. Dizi, eşi vefat eden bir adamın hayattan kopuşunu kara mizah bir dille ele alıyor. Dram-komedi tarzında çekilen dizide Ricky Gervais (Tony) oldukça başarılı bir oyunculuk sergiliyor. Eşi öldükten sonra topluma olan uyumsuzluğu daha da artan Tony, aynı zamanda çevresindeki derin yalnızlığı da keşfetmiş oluyor. Bir İngiliz kasabasında kendi kişisel sorunları ile uğraşan bu küçük topluluk için bazı temel öncelikler mevcut. Örneğin neredeyse herkes iyi bir ilişki kuramamaktan şikayetçi. Aradıkları ideal eş tipini bir türlü bulamayan Tony’nin çevresindeki küçük mutsuz azınlık onun eşine olan özlemini de artırıyor. Tambury isimli bu küçük yerleşim yerinde müthiş bir sükûnet hissedersiniz. Bu sükûnet, mûkimlerinin bireysel yaşamına sinmiştir. Tony’nin agresif davranışları ve alaycı imaları etrafındaki insanlar açısından depresif bir problem olarak algılanır. Çevresindekiler için onun, onun içinse çevresindekilerin temel problemi kendi gerçekliklerine yabancılaşmış yalnızlıklarıdır. Tony yas tutma halini bir hayat tarzı olarak benimseyecektir artık. Hayatın tadı onun için kaçmış ve geri gelmesi de artık mümkün değildir. Tony için artık çalışmak, sosyalleşmek gibi toplumsal sorumluluklar anlam ifade etmez. Onun için eşinin anıları ile örülmüş bir hayatın ‘yas’ı vardır artık.
Eşi ölen bir adamın yas tutma hikayesi eminim herkesi etkiler. Gel gör ki dünyanın başka bir tarafında insanlar henüz yas tutmaya zamanları olmayacak acılar yaşıyorlar. Yas kültürü kadim toplumların hayat ile öteki hayat arasında kurdukları bir köprü aslında. Ortaya konulan ritüeller o topluma ait olan hem dini hem de kültürel öğeleri müthiş şekilde betimler. Her hareketin her rengin bir sembolik karşılığı vardır. Acılar adeta birer şiire döner ve yas, ölümü kutsayan bir törene dönüşür. Ama bununla beraber ölümler o kadar yoğun yaşanılır hale gelir ki matem ile hayatın sürekliliği arasındaki kesin çizgiler ortadan kalkar. Özellikle de yıllardır savaşın eşiğinde yaşayan toplumlarda ölüm arzulanır hale bile gelir ve insanlar yas tutmaya vakitleri olmadan her an hareket etmek durumunda kalırlar. Ağıtlar, türküler, masallar durmadan devam eden bir menzilde yürür. Yüzyıllardır aynı insanların oturduğu aynı insanların yaşadığı sokakları bulmak zordur. Göçmek, kaçmak, başka coğrafyalarda maziyi kaybederek ayakta durmaya çalışmakla geçen ömürde insanlar yanlarına ağıtlarını, türkülerini, masallarını almışlardır. Artık hafızayı canlı tutan tek şey anılardır ve anılar ancak bu eserlerin içine saklanabilir.
After Life hep Tony’nin eşi ile çekilmiş bir videoyu izlemesi ile başlar. Hep kabullenişe karşı içsel bir karşı koyuş yaratmak ister. Kabullenmesi gereken şey ise yalnızlıktır. Çünkü bu küçük İngiliz topluluğunda yalnız kalmak bir anlamda hayata karşı yenilgiyi kabullenmek olarak algılanır. Yalnız kalmamanın tek yolu ise hayatı tüm yönleriyle paylaşabilecek bir partner ile tanışabilmektir. Ortadoğu halkının yalnızlık ve sahip olma dürtüsü daha çok Sophokles’in Antigone eserinde yarattığı sürece benzer. Antigone kardeşlerinden Eteokles kahraman sayılmış, Polyneikes ise hain ilan edilip cesedi gömülmemiş, kurda kuşa yem edilmek üzere lanetlenerek açıkta bırakılmıştır. Antigone’un tüm mücadelesi kardeşine yapılan bu muameleye karşılık onu gömerek yasını tutma hakkını elde etmektir. Bunun için devlete karşı çıkar. Karşı çıktığı şey sadece devlet değil aynı zamanda bir koca veya tanrısal otoritedir. Ağabeyini toprağa gömmek Antigone için en büyük onurdur. Sonrasını düşünmez. Ölümü çoktan göze almıştır. Yalnızlaşmayı dert etmez. Antigone nefret etmek için değil sevmek için yaratılmıştır. Tony olabildiğince agresiftir. Acısını çatışmalarla bastırır. Oysa savaşın koynunda büyüyen bir çocuğun nefret etme hakkı bile elinden alınmıştır. Yola düşmek ve arkada bırakmak başka bir hayatın ellerine sürüklenmek tek çaresidir. Sevdiklerine tekrar dokunabileceği tek yer hayal dünyasıdır. Anılar hayal dünyasında her an yeniden yaratılır. Tek mesele ölüm olmayacak kadar da karmaşıktır durum. Daha kötüsü kaybolanların her an bulunma ihtimaline karşı yaratılan ümitle ruha atılan tohumlardır. Yaşamak zorundasınızdır çünkü her an başka bir acının ya da ümidin eşiğinde olabilirsiniz. Yas tutma hakkınız dokunduğunuz başka hayatların size bakan gözlerinde en gerçek halini alır. Bir acının türkülere dökülmüş hali olan İpek Mendil türküsü devam eden akışı, acının başka hayatların sorumluluğunda yürüyen mekanizmasını özetler: “Evimizin önü yonca, Yonca gahmış dam boyunca. Bu yoncayı kim biçecek, Celal oğlan olmayınca”. Evet, Celal ölmüştür ama yonca tüm gerçekliği ile kapının önünde durur. Yas tutmanın bir yönü de yoncayı kaldırıp devam eden akışa katkı sunmaktır. Tony için ne yonca vardır, ne de Kreon, ne de yası ile anıları arasına girecek başka meşguliyetler… Eşi ile çekilmiş onlarca video kaydı iki alem arasında olmasa da hatıraları somutlaştırır. Henüz anne ya da babası ile tanışmadan uzak mesafelere gitmek zorunda kalan ve buralarda sömürülen çocuklar için hatıralar ne anlam ifade eder?
Antigone’un tüm mücadelesi abisini defnetmektir. Tony her sabah yürüyüşünü eşinin mezarı başında bitirir. Berfo Ana’nın hikayesi Antigone ile benzer. Bir mezar başında durabilmek ve mezar taşı ile konuşabilmek bile Ortadoğu halkları için bir lütuf olabiliyor çünkü. Berfo Ana oğlunun hasretini bir mezar taşının, bir miktar toprağın üzerine akıtacağı gözyaşlarına saklamıştır. Aradan geçen bin yıllara rağmen Kreon hala hayattadır ve devletin lanetlediği ölülerin mezar yerlerine göz diker. Dünya, Ortadoğulu çocukları lanetlemiştir. Lanetlilerin ölüleri bedenlerine mekân bulmamalıdır. Çünkü o zaman anıları laneti yıllarca devam ettirecek ve toplumsal bir hastalığa dönüştürerek otoriteyi sarsan sembollere dönüşecektir. Kayıp evlatları için bir mezar talep eden anneler kazandığında otoritenin kirli yüzü yenilgiyi tadacaktır. Mezar yerleri ritüelleri veya ağıtları ile bir direnişi de simgeler. Mezar taşı yası canlı tutmanın da bir boyutudur. Ölen bedenin artık somut hali mezarın üstündeki topraktır. Bireyin topraktan geldiğine dair inanç gereği yaşamın ve sonrasının tüm yolculuklarını simgeleyen süreçler tamamlanmalıdır. Derrida’ya göre yas tutma süreci yaşamın gerekliliğine ve aynı anda da kayıpla başa çıkmanın sorumluluğuna işaret eder.[1] Burada iki kritik ifade dikkati çekiyor: Gereklilik ve sorumluluk. Ekonomik olarak belirli düzeyin üzerinde olup refaha ermiş toplumlardaki bireylerin ‘başa çıkma’ sorunu After Life dizisinin ana teması. Ama bir Ortadoğulu için başa çıkmanın temel aşamaları gereklilik ve sorumluluk üzerinden ilerler. Hele de eşini kaybetmiş kişi bir kadınsa o zaman kötücül olanın gerçekliği ile yüzleşmeniz daha hızlı ve hissettirici olur. Çünkü Ortadoğulu bir kadının yalnız kalabilme ihtimali oldukça korkutucudur hatta lüks sayılır. Eğer eşi vefat ettiyse kısa sürede başka bir erkeğin gölgesinde olmak zorundadır. Onun yas süreci başkaca egemen zorluklara kurban edilir. Tek başına ayakta kalma direnci o kadar şaşkınlıkla karşılanır ki takdirler havada uçuşur. Zamandan ve mekândan soyutlanıp yasına tutunacağı rüyalar için eziyet çekmek veya bedeller ödemek zorundadır. Yas tutmak ve bir mezar taşına bakmak kimliğine bahşedilen bir ödülden başka nedir artık! Evladını toprağa koyabilmenin huzur veren bir ritüel olması şaşkınlıkla karşılanmayacak acıların yaşandığı bir coğrafyaya özgü olacaktır elbette. Mezar yeri çocuğunun veya eşinin sembolik mekânı olarak yas tutanı sükûnete erdirir. Bir yerde ikamet edene oranın ‘sakini’ denilmiştir çünkü. Beden toprakla karıştığında kendi evine yani özüne dönmenin sükûnetine erişir. “Geride kalanlar” denilir bir ölümün ardından, asıl olan gitmektir insanlığın inanç örgüsünde.
“Yol canlılıkla mukayyet
Gitti deriz
Ölenler için
Yalnız yaşayanların işidir
Yola çıkmak, yolu kat etmek.”[2]
Kalan henüz gidemediği için gideni uğurlamak görevini üstlenir. En çok da uğurlanmak ve hayırla yad edilmek için üstlenir bu görevi. Beden nasıl bir mekânda huzura kavuşursa ruhun da bir mekân ile huzura kavuşacağına inanılır. Son görev onu huzuruna kavuşturmak ve özüne ulaşabilmesi için ritüelleri yerine getirmektir. ‘Toprağa vermek’ ‘defnetmek’ gibi ifadeler hep ölümle yaşam arasındaki bağın esrarengiz büyüsünde üretilmiştir. Toprağa vermenin büyüsü ritüelin coşkun eylemlerinde saklıdır biraz da. Her hareket, binlerce yılın inancı ile harmanlanır. Mezarın şekli, ölünün duruşu, mezar taşında yazanlar hep bir geleneğe işaret eder. Ama elbette bir mezar yeri olanlar içindir tüm bunlar. Geride kalanlar için mezar yeri bünyeye sükûnet verecek ritüellerin ikamesi için gereklidir. Geride kalırlar elbette ama artık olduğu gibi kalamaz hiç kimse. Ama en çok da Ortadoğu’da eskisi gibi kalamaz insanlar. Çünkü mezarı olmayan bir ölünün ruhu gibidir insanlar burada. Her an başınıza yıkılması mümkün olan evinizi bir savaşla terk edip yazgısı muğlaklık olan bir dünyaya doğru gitmek zorundasınızdır.
[1] İbrişim, Deniz G. (2019). Yasın Antroposantrik Olmayan “Öteki” Hali: Sürgün’de Şiddet ve Acının Beden-ötesi Yolculuğu. Edebiyat Eleştirisi Dergisi ISSN 2148-3442 2019/11: (82-98).
[2] İsmet Özel, Bir Yusuf Masalı, Üçüncü Bab: Şivekarın Yolculuğudur.
Kaynak: Yeni Pencere