Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Muhafazakar “Bürokratik Oligarşi”nin Depremle İmtihanı

Kamil Ergenç Yazdı;

Muhafazakar “Bürokratik Oligarşi”nin Depremle İmtihanı

Yıkımın büyüklüğü; bürokrasideki yozlaşmayı, kurumlar arası eşgüdüm zafiyetini, vaktiyle şikayet edilen statükocu perspektifin (bu sefer) muhafazakar kadrolar eliyle ikame edildiği gerçeğini, hasılı kelam etkin yönetim ve hızlı karar alma olanağı sağlayacağı gerekçesiyle cari kılınan “başkanlık sistemi” nin doğasından kaynaklanan sorunları görünmez kılmamalı… Bilakis bunlarla yüzleşmeli ve bir daha aynı delikten ısırılmamak için müteyakkız olmalı… Dahası, geçmişte kaldığını zannettiğimiz Kemalist bürokratik oligarşinin “evrim geçirerek” muhafazakar demokrat kadrolara “nüfuz” ettiği (onları Matrix filmindeki ajan Smith gibi kendine benzettiği) ve az önce zikrettiğimiz sorunların bu nüfuzla/benzetmeyle çok yakından alakalı olduğu da unutulmamalı…

Bugün olduğu gibi geçmişte de “en zor zamanlarda” olağanüstü çaba göstererek, büyük fedakarlıklara katlanarak yaraların sarılmasına müzaheret eden insanımızı siyasal hayatın öznesi (karar alma süreçlerinin faili) olmaya ikna (ve teşvik) etmek boynumuzun borcu olmalı… Böylece hayatın bütününe etki eden siyaseti Ankara’nın “soğuk duvarları” arasında biz fanilerin “aklının er/e/meyeceği” spesifik bir iştigal alanı olmaktan kurtarıp, İslam’ın ruhuna uygun sosyal gerçekliğin vazgeçilmez unsuru olarak konumlandırabilir, gerçek soru(n)ların konuşulduğu, çözüme bağlandığı sahih bir mecraya irca edebiliriz. Mustazafların muktedir olmasının yolu da böylece açılmış olur…

Devlete her zaman şefkat ve merhamet, adalet ve hikmet, fedakarlık ve tevazu yakışır… Hele ki zor zamanlarda, çetin şartlarda, acı ve ıstırabın tarifsiz olduğu anlarda “ana gibi” olması lazım gelir devletin… Had bildirici, ayar verici, üsttenci, buyurgan, azarlayan üslup “gönül köprüleri”ni yıkar… Yalana-dolana başvurup gerçekleri saklamak (ya da) olduğundan farklı göstermeye çalışmak devlete yakışmaz… Böyle yaptığında inandırıcılığını kaybeder…Ki bu kayıp bir devletin başına gelebilecek en büyük musibettir. Kaybedilenin geri kazanılması uzun zaman alır… Malum, yapmak zor yıkmak kolaydır… Gerçeklerin ise (bir gün) ayan beyan ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır… Tarih buna şahittir…

Devlet “cem olmuş akıl”dır. Güvenilirliği bundandır… Bu akıl kolay kolay yanıl(tıl)maz. Teenni ve tedebbürle hareket eder. Çünkü güçlü bir “hafızası” vardır… Hikmetle yapar her ne yapıyorsa. “Hükümet”le hikmetin aynı kökten geliyor olması bu sebeptendir. Bu akıl muğlaklığı giderir, apaçık kılar… Bu akıl adaletin ve siyasetin ana istinatgahıdır… İnsicam, ahenk, muvazene bu aklın tezahürleridir… Devlet, hesap verebilir/şeffaf olduğu ölçüde güven kazanır… İnsanına hürmet ettiğinde, onun haysiyetine, izzetine, şerefine kıymet verdiğinde teveccühe mazhar olur… Gerçeklerle yüzleşmeye cesaret ettiğinde saygı görür.  Yasa(k)larla bir toplumun tekamül ettiği görülmemiş, duyulmamıştır. Elinde sürekli kamçı tutan devlet sadece münafık üretir… Ortadoğu’daki muhaberat rejimleri buna örnektir…

Enkazda yakınlarının çığlıklarını duyup elinden hiçbir şey gelmeyenlerin öfkelenmeye hakkı vardır… Ciğerparelerinin cenazeleri soğuk kaldırımlarda bekletilenlerin “nerede devlet?” demeye hakkı vardır. Moloz yığınlarının başında kendi kıt imkanlarıyla hayata tutunmaya çalışan biçare insanların yetkililere sitem etmeye hakkı vardır… Çünkü devlet en çok ta böyle zamanlarda göster(melid)ir müşfik ve babacan yüzünü…  “Cem olmuş aklın” yetkinliği böyle zamanlar içindir… “Kocakarı ile Ömer”in hikayesini Akif’ten okumanın tam vaktidir…  

Devletin başındaki zat, binlerce insan enkaz altında can çekişirken, sosyal medyada dolaşıma giren haberleri işaret edip kaşlarını çatarak “ …defter tutuyoruz. Zamanı geldiğinde açacağız.” diye tehditkar bir üslupla konuş/a/maz. Onun yerine “doğru bilgiye” engelsiz erişim imkanı sağlar… Bunu yaptığında tezviratların etkisi azalır zaten… Hikmetle edip eylemek üzere tesis edilmiş hükümetin sözcüsü, ülke olarak omuz omuza vermenin zaruri olduğu bir zamanda “cumhur ittifakı olarak sahadayız.” diyemez/dememeli… Ana muhalefetin lideri karalar giyip karanlık ortamlarda video çekerek adeta “prometeus edasıyla” konuş/a/maz. “Gelsinler tutuklasınlar” deyip halkın vergileriyle alınmış iş makineleriyle şov yap/a/maz… Kendisine bir süreliğine devleti idare etme yetkisi verilenler, halkın olanı halka verirken lütufta bulunmadığının bilincinde olmalı… Nihayetinde “babasının bostanından bağ bağışlamıyor” kimse… Muhatabını oy pusulası olarak gören pespaye politik tavırdan uzak durmak gerekir… Hiç olmazsa böyle zamanlarda ihtiraslarına gem vursalar politikacılar… İnsanların acısına saygı duysalar, matemine ortak olsalar…

Binlerce metre yükseklikte “insansız” aygıt uçurmakla iftihar eden iktidar sahipleri enkaz yığınlarının altındaki çığlıklara niçin “zamanında” yetiş/e/medi? Tek sebep yıkımın büyüklüğü ve/veya hava şartları mı? Bu aygıtlar yıkımın boyutlarını tespit etmekten aciz miydi? 2023-2071 planı yapanların, ”Türkiye yüzyılı” klişesiyle 21.asra damga vurmaktan söz edenlerin “burnunun ucunu bile görmekten aciz olduğunu ” gördü insanlar… Tüm ilmi veriler bu depremin geleceğini haber verirken, kulağının üstüne yatanlardan tatmin edici bir açıklama bekleniyor şimdi… (Not: Sağ/muhafazakar geleneğin ilimle arası şimdiye kadar pek iyi olmadığı için aslında bu beklenti boşunadır. Bu gelenek komplo, hamaset ve popülizme yatkındır. Depremi Amerika’nın yaptı(rdı)ğını iddia eden “ifsat olmuş akıl” bu gelenekten beslenir. Amerika’ya tahmil edilen bu “tanrı” rolü, muhafazakar/sağ havzada Allah(c.c) telakkisinin ne kadar sorunlu olduğunun delili olarak ta okunabilir. )

Adına şehir denilen yerlerin birer “mezarlık” olduğunu illa büyük depremlerle mi hatırlayacağız? Şimdiye kadar böyle oldu ne yazık ki… Yirmi dört yıl önce Kocaeli’de yaşanan büyük yıkımdan ders aldığını söylemişti o dönemin etkili ve yetkili zevatı… O yıkımın aşikar ettiği bürokratik çürümüşlüğü iktidar yürüyüşüne (ve iktidarını muhafaza etmeye) dayanak yapmıştı “muhafazakar demokratlar”… Aynı hataya düşmeyeceklerdi güya… Fakat gelinen noktada eleştirdiklerine benzediler… Şimdi onların bu durumunu başkaları kendi iktidar arzuları için kullanıyor/kullanacak… Kısır döngü mü desek? Yoksa Türkiye’ye mahsus politik kültürün doğal sonucu mu…

Dağ gördüğünde tünel, orman gördüğünde kereste, akarsu gördüğünde baraj, deniz gördüğünde köprü, tarla gördüğünde ucube bina(lar)dan başka bir şey düşünemeyenler şehir inşa edebilir mi? İlerleme-büyüme-gelişme putlarına perestiş edenler “insanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünün hikmetini kavrayabilir mi? İktidarda yirmi yılı deviren “muhafazakar demokratlar” bu süre zarfında inançlarının ilham verdiği bir mahalle bile inşa edemediler. Şehri nasıl inşa etsinler ? İlmi-entelektüel çabayı tahfif, hamaset-popülizm ve komploculuğu terviç ve teşvik ettikleri için çok ciddi bir zihinsel kabızlık yaşıyorlar. Atasoy Müftüoğlu’nun dediği gibi “taşralı toplumlarda partizan bir böcek bir filozoftan daha değerlidir.”   

Ölüm kusan makineler yapmakla iftihar ediyorlar, lakin söz konusu ”insan hayatı” olduğunda, deprem örneğinde de yakinen müşahede edileceği üzere, utanç verici fiillerin faili oldular. “Güçlü olmalıyız” derken kastettikleri ileri düzey teknolojik aygıtlar (bilhassa silah) mış meğer… Son yirmi yılda savunma sanayi alanında faaliyet gösteren şirketlerin sayısı yüz kattan fazla artmış… (Not: İnsan hayatına-onuruna-haysiyetine ve tabiata verilen kıymetin aynı oranda artıp artmadığının takdirini okuyucuya bırakıyorum.) Sadece bu veri bile ülke olarak hangi istikamette yol aldığımızı göstermesi bakımından manidar… Menderes döneminde başlayan Türkiye’yi “küçük Amerika” yapma sevdası devam ediyor muhafazakarların… Özal bu sevdanın en sadık neferiydi… Aynı geleneğin temsilcisi şimdikiler ise ülkeyi küresel şirketlerin (ve onların yereldeki temsilcilerinin) arpalığına dönüştürdü. Bunu da bize ilerleme-büyüme-gelişme olarak yutturdu… Yutmaya hazırdık… Çünkü yoğun bir şekilde aldığımız hamaset ve popülizm uyuşturucuları sebebiyle akletmeyi/düşünmeyi unutmuştuk… Halkın sırtından semiren şirketler depremle sarsılan şehirlerimize doğru düzgün bir iletişim-haberleşme ağı kuramadı. Yakıt ve elektrik temin edemedi. Yıkılan yolları zamanında onaramadı. Temiz su-gıda ulaştıramadı…

Öte yandan halkın dişinden tırnağından artırarak ödediği vergilerle donatılan ordu bu en müşkül zamanda (özellikle de depremin ilk saatlerinde) etkili bir şekilde sahaya in(diril)medi. Ordunun elindeki binlerce “uçan makine” ilk saatlerde işlevsel kılınamadı… Ülkenin her şehrinde en donanımlı ve hazır bir şekilde bulunan askeri birliklerin neden zamanında sahaya müdahil olmadığı sorusuna da tatmin edici bir yanıt veril/ebil/miş değil… Bürokrasinin “talimat almadan inisiyatif alma” kabiliyetinin ziyadesiyle aşındığının göstergesidir aslında bu durum. Devlet geleneğimizin aşırı merkeziyetçi doğası, yerelin kendi imkanıyla var olma kapasitesini ve kabiliyetini yok etiği için “başkanın talimatı” olmaksızın adım atmaktan korkan bir bürokrasi türedi. Buna bir de liyakat yoksunluğu eklenince ortaya devasa bir organizasyon sorunu çıktı… Mevcut sistem tıpkı çocuğunun büyüdüğüne bir türlü ikna olmayan anne-baba gibi merkezin(babanın) dışındakilerin (yereldeki çocukların) kendi başına karar almasını sakıncalı görüyor. Daha doğrusu onların rüşt sahibi olduğuna inanmıyor.

Her türlü takdirin üzerinde olansa insanımızın uhuvvet, meveddet ve merhamet eksenli dayanışmasıdır. Yüce Allah(c.c)’ın nusreti, rahmeti ve bereketi bu güzel insanların yanında ve üzerlerine olsun… Bürokrasinin soğuk yüzü gölge etmezse bu güzel insanlar yaraları daha hızlı saracaktır hiç şüphesiz…

 

Kaynak: Farklı Bakış



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER