‘İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar’ diyen Yahya Kemal ne kadar da haklı.
İnsanın hayalleri bittiği an yaşama sevinci de bitiyor.
İnsanoğlu ilk bilincinin oluştuğu 3-5 yaşlarından itibaren hayaller kurmaya başlar.
Çocuk zihninde oyunlar, oyuncaklar, türlü türlü yemişlerle başlayan hayal dünyası yaş ilerledikçe büyür de büyür.
Hayaller, hayaller, hayaller…
Toplar, bisikletler, motosikletler, aşklar, sevgililer, evler, arabalar, mevkiler, makamlar, çok, çok; çook çoook paralar, türlü türlü hazlar ve daha neler, neler…
Bizim kuşağa gelince;
Bizim kuşak çocukluğunu yaşayamadan genç, gençliğini yaşayamadan ise koca koca adamlar oldu!
Adamlar dediysem lafın gelişi, kızlarımız da aynı kaderi paylaştılar.
Sağcısı, solcusu, laiki, dindarı hepimizin ilk, belki de tek hayali ‘vatanı kurtarmak’ ve ‘dünyaya nizamat’ vermekti.
Hepimiz aynı yolun yolcusuyduk.
Vatan, millet, hak, hukuk ve insanlık yolcusu.
Kimsenin aklında para, pul mevki, makam, rüşvet, iltimas yoktu.
Hepimizin amacı aynı olmasına rağmen, her ne hikmetse! aynı yolda birbirimizi telef ettik, işin aslı telef ettirildik.
Koskoca bir kuşak heder oldu gitti.
1973-1974 yıllarıydı.
Diyarbakır Maarif Kolejinde öğrenciydim.
Benden 2 yaş büyük amcam oğlu ve 5 yaş büyük dayım oğlu Diyarbakır Tıp Fakültesi’nde okuyorlardı.
Tıp Fakültesi Fiskaya’da şimdiki Ticaret ve Sanayi Odası’nın bulunduğu binadaydı.
Sık sık onları ziyarete gidiyordum. Adana Osmaniyeli Yusuf Delikişi’yi orada tanıdım.
Oldukça kibar ve ciddi duruşu, özenle taranmış ancak her geçen gün seyrekleşen saçları, absürt, zıt renkli ceket ve pantolonları ve hepsinden de ilginci papyon kravatı ile sıra dışı bir kişiydi.
‘Delikişi’ sıra dışı bir kişi!
Kısa zamanda tüm Diyarbakır tarafından tanınıp sevildi ve o da Diyarbakır ve Diyarbakırlıları o kadar çok sevip benimsedi ki şiir kitabına ‘Senliyim Diyarbakır’ adını verdi.
Aslen Diyarbekirli olmayan Adana Osmaniyeli bir Diyarbekirli!
Bıçkın Adanalılara da, Diyarbekir pexvazlarına da hiç ama hiç benzemeyen Adanalı bir Diyarbekirli!
‘Tıbbiye Şarkısı’ şiiri yıllarca benim gibi ‘anti-tıpçıların’ dilinden düşmedi:
‘Bir tıbbiye şarkısı düşmez dilimizden;
Vursan telimize hasret dökülür gençliğimizden.
Ne umutlarla geldik bu kapıya biz,
Geçilmez oldu şimdi kelimizden körümüzden.’
Yusuf ağabey şiirinde elinden uçup gitmekte olan gençliğine hayıflanıyor, doktor olabilmek için en güzel yıllarını sırf ders çalışmakla (bizim gibilere göre şabanlamakla!) geçiren tıbbiyelilerin dramını anlatıyordu.
Onun içindir ki en büyük hayali çocuklarından birinin doktor olması olan 7 büyük ameliyat geçirmiş rahmetli annemin tüm ısrarlarına rağmen üniversite imtihanında tıp yazmadım (hoş yazsaydım da kazanabilir miydim o da başka bir mevzu!)
Vatan kurtarma peşindeki bizim kuşak Yusuf Delikişi’nin hayıflandığı sadece ‘saçını ve gözünü’ değil bu yolda canını da verdi.
Binlerce arkadaşımız hayın kör kurşunlara geldi, on binlercesi gençliklerinin en güzel yıllarını zindanlarda çürüttü.
Yurt dışına kaçabilecek kadar şanslı! olanlar ise sevdiklerine hasret sürgünlerde derbeder oldular.
Mevlana’nın bir rubaisinde dediği gibi;
‘Ne oldu bu maceranın sonu?’ diye soracak olursanız, ölenler öldü, kaçanlar kaçtı; kalanlar ise yıllar içinde kirlendi, kokuştu, dönüştü!
‘Dönüştü’ derken düşmanlarına, yıllarca mücadele ettikleri karşıtlarına dönüştü.
En hızlı yıllarında haramdan fersah fersah kaçanlar ‘kırkından sonra azdılar’, abdestsiz yere basmayanlar ‘kelliklerinde ve körlüklerinde’ haram fosseptiğinin içine düştüler!
Hak, hukuk, adalet, ahlak diye gençliklerini harcayanlar; haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin ve ahlaksızlığın sembolü haline geldiler.
‘Nasıl oldu?
Neden oldu?
Niye oldu?’ diye soracak olursanız, uzun hikaye!
Ne siz sorun ne de ben söyleyeyim!
Hem uzun uzadıya anlatacak ne var ki?
‘Hepimiz beraber yürüdük bu yollarda
Ve hepimiz beraber kirlendik! bu yollarda’
Bu kadar kısa ve acı.
Şairin dediği gibi;
‘Karanlığın gücünü koruyan;
Şan,
Şöhret,
Mevki ve şatafat;
Kır,
Dök,
Yak bütün bunları;
Külünü çukura at!’
Diye haykırdığımız günler çok gerilerde kaldı.
‘Ben sende tutuklu kaldım’ misali;
Ne yazık ki,
Karanlığın gücünü koruyan;
Şan,
Şöhret,
Mevki ve şatafatın tutsağı olduk.
Sezen Aksu’nun;
‘Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler,
Şimdi bana seninle bir ömür vadetseler’ dediği gibi;
Bize de ‘yeniden bir ömür vadetseler’ acaba değişen bir şey olur muydu?
Ne dersiniz?
Cevabı sizde!
Kaynak: Farklı Bakış