Şu günlerde İranlı-İngiliz şarkıcı, söz yazarı, besteci, yapımcı ve müzisyen Sami Yusuf’un besteleyip seslendirdiği “Nesimi” eserini dinliyorum. Yüzeysel bir değerlendirmeyle bakıldığında Sami Yusuf’un genel olarak piyasa şarkıcısı olduğu söylenebilir. Ancak bu eserin duygu dünyamızda yarattığı etkiye yakından bakıldığında daha farklı bir değerlendirmeyi hak ettiği görülecektir. Bir kere Sami Yusuf’un duru ve kalbe işleyen bir sesi var, ayrıca orkestra da muhteşem… Tarihsel süreç içinde baktığımızda, bilim-teknoloji ve sanat alanındaki gelişmelere paralel olarak müzik alanında özellikle orkestral anlamda zenginleşmenin yaşandığını söylemek mümkün. Çok sesli müziğin gelişimi açısından 20. yüzyıl müzik tarihinin en zengin çağıdır. Galiba bir gerçeğin altını özellikle çizmek gerekiyor; modern zamanlarda müziğin geniş toplum kesimleriyle buluşmasını sağlayan en önemli araçlardan birisi orkestralardır…
Kuşkusuz bu eseri önemli kılan; sadece şarkıyı seslendiren sanatçının yorumu ve orkestranın zenginliği değil, aynı zamanda Nesimi’nin şiirinin büyüklüğüdür.
İtiraf etmeliyim ki Nesimi’nin şu dizelerini terennüm ederken orkestranın ve Sami Yusuf’un sesinin doruk noktaya ulaştığı anlarda insan adeta bir trans hali yaşıyor:
/Ben ki bugün Nesîmî’yem Hâşîmîyem Kureyşîyem
Benden uludur âyetim; âyete, şâna sığmazam/
Evet Nesimi büyük bir şair ve onun dizelerinden etkilenmemek mümkün değil. Ancak şiir ses, ahenk, ritim, armoni ve melodi ile buluştuğunda orada başka bir dünya başlar. Çünkü şiir beste sayesinde yepyeni bir çehreye bürünür. Nihat Sami Banarlı’nın bu konudaki tespiti önemlidir: “Dillerin bir ses güzelliği kazanmasında, sazlardan yükselen seslerin büyük tesiri vardır. Bu sesler zamanla hem kelimeleri hem de kelimelerle söylenen mısraları musikileştirmiştir.”
Dinlerken deruni bir yolculuğa çıktığımız “Nesimi” şarkısının temelini oluşturan dizelerin sahibi Nesimi’nin yazdığı şiirler ve farklı düşünceleri yüzünden siyasi iktidarların hışmına uğrayıp maruz kaldığı engizisyondan söz etmezsek bu yazı eksik kalır.
Değerli akademisyen Sema Dinç “Müslümanların Engizisyonu-1” (Mana yayınları) kitabında yer alan makalesinde bu konuda önemli tespitlerde bulunuyor. XIV. Yüzyılda yaşamış önemli şairlerden biri olan Nesimi’nin hayatı hakkında pek bilgi bulunmamakla birlikte doğduğu yer olan Bağdat yakınlarındaki Nesim kasabası dolayısıyla bu isimle anılmaktadır. İran kaynaklarına göre doğum yeri olarak Şiraz, Aşık Çelebi’ye göre Diyarbekir dile getirilmiştir. Ancak mahlasının da etkisiyle Latifi’nin ifade ettiği Nesim kasabası bilgisi daha doğru kabul edilmektedir. Türkmenlerden veya Türkleşmiş bir soydan geldiği ana dilinin Türkçe olmasından ve aynı zamanda kendi divanındaki beyitlerinden de anlaşılmaktadır.
Nesimi’yi diğer şairlerden ayıran en önemli özellik ise Hurufiliğidir. Yaşadığı dönem açısından Farsça şiir yazmayı tercih etmeyişi ve Türkçe şiirler yazmasıdır. Nesimi, yüksek şairlik gücünü aynı zamanda Hurufilik düşüncesini yaymak için de kullanmıştır.
Nesimi ayrıca Vahdet-i Vücut düşüncesiyle buluşan bir özelliğe sahiptir. Muhyiddin İbn Arabi tarafından sistemleştirilen düşünce akımı ile Hurufiliği meczeden Nesimi, bu düşüncelerini ilk mesnevisinde “Aşıkla maşukun, secde edilenle edenin bir olduğu” ve “ilahi zatın kendi varlığında birleştiği” şeklinde ifade etmiştir.
Esas itibariyle Nesimi’yi engizisyona götüren de bu düşünceleri olmuştur. Tıpkı Hallacı Mansur gibi geleneksel din ulamasının ve saltanatın hışmına uğrayarak din dışı ilan edilmiştir.
Ve sonunda Memluk Sultanı Seyfeddin Burci’nin onayını alan saltanat naibi Emir Yaşbek tarafından Nesimi boynu vurularak öldürülmüş, derisi yüzdürüldükten sonra bir hafta boyunca sergilenmiştir.
Maalesef sadece Batı dünyasında değil, İslam dünyasında da şairler, düşünürler, bilim insanları düşüncelerinden dolayı siyasal iktidarlar tarafından engizisyon uygulamalarına maruz kalmışlardır. Ama bir gerçek var ki kudretli sultanlar, padişahlar, krallar kötücül uygulamalarıyla tarihin tozlu sayfaları arasında yerlerini alırken, şairler ve şiirleri hep var olmaya devam etmiştir.