Kamuoyu araştırma şirketi KONDA’nın 15-29 yaş arası genç nüfusun son 10 yıldaki değişimine dair yayınladığı rapor, ilginç veriler barındırıyor. Buna göre, 10 yılda kendisini ‘dindar muhafazakar’ olarak nitelendiren gençlerin oranı yüzde 28’den 15’e geriledi. Bekar olan gençlerin oranı 10 yıl içinde yüzde 60’tan yüzde 75’e çıktı. Evlilerin oranı ise yüzde 39'dan 19'a düştü. 2008'de hayat tarzını 'modern' olarak tanımlayanların oranı yüzde 34 iken bu oran 2018'de yüzde 43'e yükseldi. Bu veriler toplumsal değişim hakkında kesin kanaat oluşturmasa da zihinlerdeki soru işaretlerini çoğaltıyor. Özellikle aile merkezli değişim üzerinde fazlaca durmayı hak ediyor.
Star’dan Hale Kaplan Öz, modernizm, postmodernizm ve sekülerizm konularında çalışmaları bulunan sosyolog-yazar Abdurrahman Arslan ile kurbiyet, eğitim, mahremiyet, feminizm, özgürlük ve küreselleşen dünyada Müslüman toplumu konuştu.
Modern toplumda çekirdek aile var. Oysa bizim anladığımız manada akrabalık çok daha geniş bir ağ. Kurbiyetin önemi ve sınırları nedir?
Muhammed Suresi’nin 22-29. ayetlerinin İbn Kesir’deki tefsirine bakmıştım. Ben çünkü, klasik tefsilere bakarım. Akrabalık bağının insan için nasıl da önemli olduğunu, onun yüzünden insanın öbür dünyada sorguya çekileceğini ve Allah’ın yüzünü akrabalık bağları koparanlardan çevirip bakmayacağını söyleyen birkaç hadis vardı orada. Modern toplumun yabancılaşma dediğimiz kavramının kökeninde de muhtemelen bu akraba ilişkisinin ve bağının koparılmış olması vardır. Çünkü fıtrata çok aykırı bu bağı koparmak. Aile bildiğim kadarıyla Arapça bir kavram. İki anlama geliyor. Bir tanesi: İhtiyaçların giderildiği yer. Ama bunu bir mekan olarak anlamamak lazım. Çünkü Müslümanlar -özellikle yeni kuşak- her şeyi ya mekansal düşünüyor ya ırksal. İslam düşüncesi bence bu ikisinden de münezzehtir. İkinci anlamı: Değişik insanlardan meydana gelen topluluk. Değişik insan, yani çocuk, yaşlı, kadın, erkek… Bugün bütün dünyadaki toplulukların aile biçimi Batı’dakine evrildiğinden belki biraz Batı’daki aileye bakmak gerek. Batı’da aşağı yukarı Rönesans sonrasına kadar hatta belki Endüstri Devrimi’ne kadar iki çeşit aile modeli vardır. Bir tanesi aristokratik aile modelidir. Diğeri köylü diyeceğimiz aile modelidir. İkisinin de ortak tarafları çoktur. Niteliksel farklılıkları vardır. İkisinin de çocuk sayısı sınırsızdır. Aristokrat ailenin özelliği annenin çocuklarına karşı kayıtsız olmasıdır. Bu ailede ahlaki açıdan da zafiyet taşır. Daha sonra burjuva aile modeli ortaya çıktığında bundan dolayı kendisine bir konum belirleyecektir tarih içinde.
ÇOCUK KADER DEĞİL TERCİH HALİNE GELDİ
Burjuva ailenin belirleyici vasıfları neler?
Endüstri Devrimi’nden sonra ortaya çıkan yeni sınıf bugünün Müslümanlarının kavrayamayacağı kadar dindar bir sınıftır. 1900’lerden itibaren dinden uzaklaştığı doğrudur ama çıkışında böyle bir durum vardır. 1800’lerden itibaren Batı’da aile modelinde bir değişiklik olduğunu görüyoruz. Niteliksel bir değişim. Yine iki çeşit bir aile modeli çıkıyor ortaya: Biri burjuva aile modeli, diğeri işçi sınıfının aile modeli. Ama ikisinin de büyük nispette benzerlikleri vardır. Çekirdek aile modeli dediğimiz bir ailedir bu aynı zamanda. Bu ailenin en önemli özelliği tarihte ilk defa nüfus planlamasını düşünmüş olmasıdır. Yani çocuklarının sayısını belli bir sınır içinde tutmak istemiştir. Bunun önemli bir sebebi burjuva kadınının, aristokrat kadına duyduğu tepkidir. Aristokrat ailede çok sayıda çocuk var ve kadın çocuklarıyla ilgilenmiyor, mürebbiyeler alakadar oluyor çocuklarla. Burjuva kadını bunu dindarlığından dolayı doğru görmez. Burjuvazi kendisine Endüstri Devrimi ile birlikte yeni bir aile modeli aramıştır ve aileyi oluşturmak için iki esin kaynağı edinmiştir. Bunlardan bir tanesi Hazreti İsa’nın ailesidir. İkincisi ise Habil, Kabil, Adem, Havva… Bunlar örnek alınarak yeni bir aile modeli tasarlanmıştır. Aile ilk defa tasarlamanın nesnesi haline geliyor bu dönemde. Fakat bu tasarımın içinde çocuk sayısını sınırlandırmanın araçları ve imkanları yoktur. Sadece bir tasarım olarak vardır. Dindar burjuva kadın, kendisini çocuklarına ve ailesine hasredecektir. Çünkü bir bakıma Hazreti Meryem’in rolünü üstlenmiş durumda. Onun Hazreti İsa’ya gösterdiği ihtimamı çocuğuna ve kocasına gösterecektir. 1960’lardan itibaren ilk defa Batı’da insanlar çocuk sayısını sınırlamanın teknik araçlarına kavuştu. Burjuva ailesinin ideali de böylelikle gerçekleşmeye başladı. Çocuk sahibi olmak önceleri bir kader işiydi ama doğum kontrol araçlarının ortaya çıkmasıyla birlikte bu değişti. Peter Berger’e göre modernlik ile kaderden tercihe geçildi. Artık çocuk tercih sonunda yapılan bir nesneye dönüştü. Fabrikadaki üretim gibi bir şey… Bu dönem aynı zamanda kadının ve daha sonra da erkeğin kılık kıyafetinde de köklü değişimlerin yaşandığı bir dönem. İlk defa modaya adım atıldı. O güne kadar erkek ya da kadın ne giyiyorsa çocuk da aynı modelde elbiseler giyiyordu. 1850’lerden itibaren ilk defa kız çocukları için annenin elbisesinin modelinden farklı modellerde elbiseler tasarlamaya başladı.
Burada neyi model alıyorlardı? Anneyi değil, neyi?
Neyi model aldığını bilmiyorum ama kıyafeti anne dikiyordu. Anne kendisinden farklı olan bir şey deniyordu. Bizim bireycilik dediğimiz döneme denk geliyor aynı zamanda bu dönem. Bir farklılaşma başlıyor. Kız çocuklarında kendini gösteriyor en çok. Kız çocuklarına çok özenildiğinden olsa gerek. 1700’lere kadar insanoğlunun tarihte giydiği kılık kıyafeti birbirinden çok kopuk değil. 1800’lerde değişiyor ve açılma önce göğüslerden başlıyor. Erkeklerdeki açılma çok daha sonra görülüyor. Aristokrat sınıfta başlıyor açılma. Hıristiyanlıkta örtü vardır. Aristokrat sınıfta bu örtünün de çok gevşek uygulandığını söyleyebiliriz. Kilise de müdahale edemiyor çok fazla. Köylüler ve yoksullarda görünüyor örtü. Köylü kadınları çok daha kapalıdır. Kuzeyde bile Hıristiyanlık tesiri az olmasına rağmen Cesur Yürek filmindeki kadınların başının örtülü olduğunu görürsünüz.
'GELENEKSEL' AYRIMI MODERNLİĞE AİTTİR
Batı’da Rönesans ile tartışılmaya başlanıyor aile ve ardından farklılaşmalar baş gösteriyor. Peki Müslüman toplumda nasıl bir seyir izliyor ailenin değişimi?
“Geleneksel” ayrımı modernliğe ait bir ayrımdır. Daha öncesinde insanlık düşünce tarihinde bu kavrama rastlamıyoruz. Bizde ise 1940’lardan itibaren türetilmiş bir kavramdır. Fakat derdimizi anlatmak için kullanalım burada. Geleneksel derken neyi kastediyorsak biraz da akrabalık ilişkilerinin ağır bastığı yapıyı, Çin’de de Budist gelenekte de Müslüman toplumda da İslam öncesi Arap toplumunda da görebiliyoruz. Kan bağına bağlı, onun biraz daha gelişmiş haline klanlar diyebileceğimiz bir yapı. Burjuva bireyci aile örneğinde ilişkiler asgariye indirilmemiştir. Çekirdek ailenin özelliği sadece aile ilişkilerini asgariye indirmesi değildir. Komşuluk ilişkileri ve toplumsal ilişkileri de asgariye indirir.
Mahremiyet ile ilişkisi nasıl?
Dışa ne kadar kapalıysa kendisini görünür kılmaya da o kadar açıktır. Kamusal alana çıkar, kendini gösterir. Bu anlamda fazlasıyla şeffaftır. İlişki düzeyine baktığınızda çok az insanla ilişkisi olduğunu görürsünüz. Bu bir çelişkidir. Bütün Batı dışı toplumlar aslına bakarsanız kendi iç dinamikleri içinde bir aile modeline evrilmediler. Hariçten gelen birçok sebepten dolayı ki bunu başında eğitim geliyor, Batı kültürü geliyor, dışarıdan örnek alınan aile modeline doğru bir evrilme geçirdiler ve geçiriyorlar. Bizim bugün çekirdek aile dediğimiz bir aile modelimiz varsa ya da oluşum sürecinde ise bizim kendi iç dinamiklerimizin oluşturduğu bir şey değil. Örnek aldığımız bir model. Toplum ona doğru evriliyor. Bence gerilim burada başlıyor, avantajlar burada başlıyor, korkunç bir yıkım ve dezavantajlar da burada başlıyor. Çünkü biz daha bu sürecin yarısına bile zor geldik. Süreç derinleşip gittiğinde esas ciddi problemler ortaya çıkacak.
Kırılma noktası ne olacak?
Batı dışı bütün toplumların modernleşmeye başlamaları zaten esas kırılma. Kendini gösterdiği tabaka aydınlar ya da eğitim görmüşlerdir. Bugünlerde de baksak Batı’nın tarihine de baksak boşanmaların en çok okur-yazarlar arasında olduğunu görürüz. Amerika’da 1890 yılında bildiğim kadarıyla kadınlar üniversiteye alınıyor. 1920 yılına gelindiğinde boşanma oranı yüzde 120 artıyor. Bunu bugün Türkiye’de de gözlemlemek mümkün.
“Hangi okur yazarlık? Nasıl bir eğitim?” diye sormak gerek. Burada pozitivist eğitimden bahsetmek gerek...
Evet. Genelde Müslümanların o hazır cevap tavrı ile karşılaşıyoruz bunu söylediğimizde: Ne yani okumayalım mı? Bu çok basit, insana ufuk çizmeyen, geleceğe doğru insanı yönlendirmeyen, entelektüel kışkırtmalara sahip olmayan, son dönem Müslümanların avami düşüncelerinin ifadesidir. Tarih boyunca bütün insanlar hep okuma yazma bilmek istemişlerdir. Peki nasıl bir eğitim? Modern eğitimin temel özelliği de pozitivist olması. Yetiştirmek istediği insan modeli ise birey dediğimiz insan modeli. Bunun da İslam ile uzaktan yakından hiçbir ilişkisi yok. Bu model cemaat modelinin çözülmesi sonucunda ortaya çıkan bir model. Oldukça liberal bir felsefeye dayanır. Bu felsefeye göre, Aydınlanma düşüncesinin dediği gibi “Eğer insanı tabii hali içinde bırakırsak, insan bu özgürlük içinde daha iyiyi, daha mükemmeli ve kendi potansiyelinde bütün güzellikleri ortaya koyabilir.” En önemli özelliği dışsal herhangi bir müdahaleyi reddetmiş olmasıdır. Bu bir Müslüman açısından kabul edilemez. Bunun Batı için bir anlamı vardır, saygı duyulur, üzerine konuşulur. Müslüman toplum için ne saygı duyulacak bir anlayıştır ne de buna katılmak mümkündür. Ama bugün bizim gördüğümüz eğitim bu felsefe üzerine kuruludur.
200 yıllık bir sorun bu, yaşadığımız topraklar için…
Diyecekler ki şimdi 200 yıl önce hiç sorunumuz yok muydu? Elbette ki vardı. Sorunsuz bir dünya yok. Bu Müslümanlar bir tuhaf düşünüyor. O günkü sorunu üreten paradigma farklıydı. O sorunu çözecek idealler farklıydı. Siz bir Müslüman iseniz insanı ahirete götürecek bir eğitimden geçirmeniz lazım. Buradaki modelde ise dünya için bir eğitim söz konusu. Bu çıkmaz sokaktır. Bakın postmodern dönem, eğitimin en çok tartışıldığı dönem. Müslümanların bundan haberi var mı? Yok. Klasik eğitimi bizim bakanlarımız uygulamaya çalışıyor bugün. Postmodern dönemde tartışılan şudur: Biz çocuklarımızı niçin eğitiyoruz? Biri diyor devletin kölesi yapmak için, biri diyor iyi bir vatandaş yapmak için, biri diyor para kazanmak için…
MODERN EĞİTİMİN İSTİKBAL DEDİĞİNİ REDDEDİYORUM
Bir Müslüman çocuğunu ne için eğitir?
20 yıl evvel sorsaydınız bugün birçok insanın hoşuna gidecek laflar ederdim. Bugün modern eğitimin çocuğuma getireceği o istikbal denilen şeyi reddediyorum. Benim için çocuğumun iyi bir Müslüman, iyi bir kul olması hepsinden önemli. Onların verdiği diplomalar da unvanlar da maaşlar da umurumda değil. Çünkü ben görüyorum ki benim elimin altında yetişen nesil benim dinimden uzaklaşıyor. Bunu kabul edemem. Modern eğitimi yüceltmeden, fazla da kırıp dökmeden yeni alternatifler üzerine konuşmalıyız. Bu dünyaya gelmemizin gayesi nedir? 40 yaşına kadar kariyer yapıp evlenmemek değil. Yeryüzünde insanın tabii varoluşu evliliktir, bekarlık değil. Bunu kariyerizm ile kamufle ederek nereye gideceğiz biz? Üstelik de Batı artık tüm bunları terk etme aşamasına geldiği halde.
Müslüman toplumun küreselleşme sürecine bir direnç kaynağı olarak gösterilmesini ne ile ilişkilendiriyorsunuz?
Müslüman toplumlar küreselleşmeye direnmiyor. Kendilerini kandırmasınlar. Başta da Türkiye’de yaşayanlar. İslam küreselleşmeye direniyor. Müslümanlar İslam’ın bu direnişini anlayamayacak kadar aciz. Haddi aşan bir ifade evet, biliyorum ama ille de söylemek istiyorum bunu. Küreselleşmeyi zaman, mekan farkının ortadan kalkması olarak tanımlayan bir sürü entelektüellerimiz vardır. Bu doğru bir tanım mıydı? Dünyanın belli bir düşünce ve hayat tarzı tarafından çevrelenmesi, istila edilmesidir bu. Öyle emeğin özgürce sınırlar ötesine gitmesi değildir. Küresellik belirli bir dünya görüşü tarafından dünyanın kirletilmesidir. Hz. Nuh döneminde de dünya bu kadar kirlenmiş miydi bilmiyorum. Dünya artık bütünüyle kirlenmiştir. Bu kirlenmeye bütün geleneksel dinler itiraz ediyor. Budizm, Şintoizm, Hinduizm... Ama hareket noktaları zayıf olduğu için çok ciddiye alınmıyorlar. İslam’ı güçlü kılan hareket noktasıdır. Bugün küreselleşmenin kaynağındaki bilgiye yönelik bir itirazda bulunuyor İslam.
MODERNİZM TEVHİD İNANCINI HEDEF ALMIŞTIR
Ne diyor bu itirazında?
Diyor ki ben bu hayatı yeniden kurabilirim. Diğer dini geleneklerde hayatı yeniden kurmak gibi bir hareket noktası yok. İçe kapanıktırlar. İslam ‘öteki’ni alır, bir hudut çizer ve hesaplaşmaya gider. İslam’ın epistemolojik ve ontolojik kabulleri bu konuda taviz vermeden varlığını sürdürüyor. Modernizm bir toplumda tevhid inancını yok etmeden o toplumu bütünüyle ele geçiremez. Bugün yeryüzünde sadece İslam’ın tevhid inancı sağlamdır ve kolay kolay yıkılmaz. Tevhid sadece Allah’ın birliğinin tasdik edilmesi değildir. Tevhid bize bizi yaratana dair bilgi verir. Tevhid yaradan ile bizim aramızdaki ilişkiyi düzenler. Modernlik bu ilişkiyi koparmamızı istiyor.
Modern insan için bağ nedir ve hangi koşullarda önemlidir?
Modern toplumu örgütleyen, insanlarını birbirine bağlayan teknolojidir. Aydınlanma düşüncesine göre aile de toplum da bireyin gelişmesine mani olan anti sosyal yapılardır. İnsanın bütün bağlarından sıyrılması lazımdır. Dünyanın en ideolojik bilimleridir sosyal bilimler. 1960’lara kadar sosyal bilimleri ideolojik bilimler adıyla okutuyorlardı üniversitelerde.
Dini ve ailevi bağlar bizi özgürlükten uzaklaştırır mı? Özgürlük nedir?
Batı’da özgürlüğü anlatan üç kavramdan bahsedebiliriz. Bunlardan ilki liberty’dir. Siyasal anlamdaki bir özgürlüğü tarif eder. İkinci kavram: Freedom. Bu bir insanın canının istediğini yapması demektir. Serbestiyet olarak 1900’lerde kullanılmıştır bizde. Bu kavram uydurulmuştur, esasen böyle bir ifade yoktur. Bu bizde yoksa bu bir eksiklik mi? Hayır, değil. Çağdaş Müslüman, Batı’da gördüğünü bizde bulamayınca bunu eksiklik olarak görüyor. Bu Japonca’da da yokmuş. Jiyü kavramını kullanıyor Japonlar ve bu aynı zamanda da ahlaksızlık demekmiş. Çünkü Japonya’da bir insanın aklına eseni yapması ahlaksızlık kabul edilirmiş.
Freedom’ın hiç sınırı yok mu?
Özgürlük burada hariçten verili bir değer olarak ortaya çıkmaz. İnsandan hareketle tanımlanan bir şeydir. Özgürlüğün dinamize olduğu merkez bireydir. Üçüncü kavram ise emansipasyondur. Bence kadınlarımızı çok ilgilendiriyor. Kadınlar son 30 yılda özgürlük ile emansipasyonu karıştırdılar. Bir toplumun ahlaki, örfi, dini bağlarından koparak özgürleşmesidir. Tüm bu bağlar sizin birey olmanızı engeller. Mesela komşuluk hakkından, yaşlıların bakım hakkından bahsetmek böyle bir şeydir. Modern toplumda kurumlara devredilir belli sorumluluklar ve birey rahat eder, temel mantık budur. Modern toplum kurumsal bir toplumdur.
MÜSLÜMAN TOPLUM ŞAHİTLİK ÜZERİNE KURULUDUR
Kurumsallık dışı olma durumu ne ile ifade edilebilir?
Müslüman toplum şahitlik üzerine kurulmuş bir toplumdur. Kişinin üzerinden atamayacağı görevleri vardır. Farz-ı kifaye, farz-ı ayn bununla ilişkilidir. Müslüman toplumun bir avantajıdır kurumsallık dışı olması. Eskiden insanlar kendi kurbanlarını kendileri keser dağıtırdı. Şimdi çek yazıp Afrika’ya gönderiyorlar. Bir fakire yardım ederken, kurbanı dağıtırken karşılaşma biçiminiz ile çeki göndermeniz arasında sizce hiç mi mahiyet farkı yoktur?
Kurban edilen ve kurban eden arasındaki ilişki için de geçerli bu fark.
Evet, kurumsallaşma burada da başladı bakın. Kurban kesme görevini devrettiniz. İslam insanları yüz yüze, göz göze, diz dize getirmeyi istiyor.
İfade sınırlılığı olmaksızın…
Araya bir aracı koymaksızın karşılaşma. Size anormal gelir, Resulullah’ın eliyle yemek yemesi. Gençler genellikle yadırgıyor. Hayır. Çatal yoktu, doğrudur. Ama O’nun el ile yemesi bir Arap adeti değildir. Çünkü bir aracıya gerek duymaz. İslam aracıları sevmiyor.
Türk toplumu muhafazakarlaşıyor mu?
Hayır.
Sekülerleşiyor mu?
Evet. Muhafazakarlık kavramı modernlik ile birlikte ortaya çıkmıştır. Modernizmin tanımlayıcı üç ideolojisinden biridir. Liberal bir ideoloji olarak doğmuştur. Fransız Devrimi ile birlikte dine ait olan her şeyin terk edilmesi gerektiğini savunan devrimcilere karşı muhafazakarlık dinde olanların da çöpe atılmaması gerektiğini söyleyen bir düşünce. Ama dine ait olanların zaman içinde de değişmesini kabul eder aynı zamanda. Ki bu bir Müslüman’ın kabul edebileceği bir düşünce değildir. Liberalizme karşı bir tepki olarak doğmuştur. Daha sonra liberalizmin iktisadi uygulamalarına karşı bir tepki olarak Marxizm de doğmuştur. Bunlar birbirleriyle çatışır ama paradigma için hasımdırlar. Bunların bizimle bir alakası yok.
MUHAFAZAKARLAŞMIYORUZ KÜRESELLEŞİYORUZ
Ama yoğunluklu olarak kullanılıyoruz bu kavramı.
İslam muhafazakarlık kavramının içine sığacak bir din değildir. İslam sadece kendi kalıplarına sığabilir. Siyasi anlamda da çok problemli bir şey bu. Ama çağdaş siyaset teorisinde bir görüşün kabul görüp bedenlenebilmesi için bu çeşit bir kurumsal yapı içinde dillendirilmesi gerekir. Bu nedenle Türkiye’de de böyle isimlendirilen partiler var. Toplum muhafazakarlaşmıyor. Modernliğin bütün nimetlerinden faydalanıyor Müslümanlar bugün. Evet, başörtüsünün daha fazla görünür olduğu doğru. Ama bir kentleşme süreci yaşadık ve şehirlerin nüfusu da fazlaca arttı. Kentleşme ve küresel kültür Müslümanları içten içe sekülerleştiriyor hatta çürütüyor. Zihinleri ve bedenleri bukalemuna dönüştüren bir kültürün dünyasında yaşıyoruz. Bu kültür cinsiyet ve cinsellik üzerine kurulmuş bir kültür. Her insan bedeninin esiri haline gelmektedir. Belirleyici olan bedenin arzularıdır. Kadının örtüsü bu modern toplumun üzerinde bence Simbad’ın uçan halısı gibi onu bir yerden bir yere götüren araçtır.
BATI HIRİSTİYAN DEĞİL NİHİLİST BİR TOPLUMDUR
Feminizm aile için nasıl bir form arıyor, öneriyor?
Feministler eşitlik istiyor. Ama en büyük zaafı kendini erkek üzerinden tanımlaması. Birey ve vatandaş kavramı üzerinden konuşuyor. Bu kavramlar cinsiyetleri olmayan kavramlardır. İslam sizi cinsiyetinizle birlikte isimlendirir. Kökten bir farklılığı vurgular. Batı’da hiyerarşi vardır. Hiyerarşiyi yıkmak için eşitlik kavramını gündeme getirmiştir. Feminizm kendini erkek üzerinden konumlandırdığı için kadın bedeninden kurtulmak istiyor. Bedene karşı verilmiş bir mücadeledir bu. Kadın olmaklıktan kurtulmadır, cinsiyet karşıtlığıdır. Biz cinsiyeti muhafaza etmek istiyoruz. Çekirdek aile de bitti bugün. Çocuk annesiyle yahut babasıyla yaşıyor… Homoseksüel, lezbiyen aile modelleri var… Batı Hıristiyan bir toplum değildir. İslamofobi üzerinden bunu söylemekten vazgeçelim. Batı nihilist bir toplumdur. Allah’tan bahseden her şeye düşmandır. Bugün İslam’ın karşısında olma sebebi de budur. Batı devletleri de İslam üzerinden Batı toplumunu yeniden kimliklendirebilir miyiz diye çaba sarf ediyor. Ama bence bu mümkün değildir.