Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Aşağılık Kompleksine Yakalanan İslamcılık Eleştirmenleri

Bulundukları evlerinden, ofislerinden çıkmayıp yalnızca kalem ile mücadele etmekle yetinenler belli bir süre sonra “aşağılık kompleksine sahip, herkese küskün eleştirmenler/entelektüeller” oluvermekteler.

Aşağılık Kompleksine Yakalanan İslamcılık Eleştirmenleri

 

Gazeteci yazar Bekir Gündoğmuş Analiz Etti...

İddia sahibi olmak insanı zinde tutucu bir etkiye sahip. Lakin bunu iddiacılık değil iddia sahibi olmak diye vurgulamak lazım. Çünkü iddia sahibi olmak yalnızca söylemsel niteliği değil, aynı zamanda eylemsel niteliği de haizdir.

Kişinin “eylediğiyle söylediği bir olmalıdır” vesselam.

Ne var ki, toplumların, hareketlerin, kurumların tıpkı insanlar gibi belli bir ömür ile sınırlı olduğunu, iniş-çıkışlara hatta yok olmalara maruz kaldığını da unutmamak lazım.

İddia sahibi olanların, iddialarını uygulama imkânı bulduklarında yani kısa vadeli amaçlarına ulaştıklarında kendilerini bir kez daha yenilemeleri adeta bir mecburiyet.

Bu oldukça normal bir durumdur aslında.

Hele hele iddianız kırmızı çizgileri belli olmakla birlikte kendi iç dairesinde dinamik bir yapı arz ediyorsa o halde statik, durağan bir hal beklemek büyük haksızlık olacaktır.

Örneğin İslami siyaset iddiası üzerinden bir tahayyülde bulunalım.

İslami bir yönetim modelinde kırmızı çizgiler “adalet, istişare ve liyakat” sacayakları üzerine kurulu olmakla birlikte o ülkenin kurum ve kuruluşlarının niteliği ve yönetim tarzı dönemsel değişimler gösterebilmektedir.

Nitekim İslam’ın durağanlığın tam da aksine dinamik nitelikte oluşu buradan gelmektedir. Faiz haramdır ilkesiyle birlikte paradan para kazanmak, karaborsacılık, tefecilik gibi haksız uygulamaların önü kesilmiş, bununla birlikte ekonomik modelin muhtevası dönemsel şartlara bırakılmıştır.

Hal böyleyken 21. yüzyılda yaşayan bir Müslüman’ın İslam’ın prensiplerine uygun bir yönetim modeli yönündeki iddiası elde ettiği tecrübeler oranında değişiklik gösterebilir. On yıl önce uygun görülen bir öneri on yıl sonra revize edilebilir.

Bütün bunları niye dile getiriyoruz, söyleyelim.

Milli Görüş Hareketi ve dolayısıyla Erbakan Hoca’nın öncülüğünde çevreden merkeze doğru yürüyüşe geçen Türkiye’nin dindar, muhafazakâr, milliyetçi-mukaddesatçıları süreç içerisinde iddialarıyla ilgili birçok değişimleri yaşadılar, yaşamaktalar.

Bunu anormal görmeyi anormal gördüğümü baştan belirtmek isterim.

Zira son yıllarda kendimize dönük “içeriden” eleştirileri gördükçe şaşırmaktan kendimi alamıyorum. İnsanın bindiği dalı kesmesi gibi bir durum bu halbuki.

Nitekim iddianızı gerçekleştirmenize katkı sunacak kişileri, kitleleri ikna edebilmeniz için doğru bir yöntem değildir bu.

Esas marifet, “bu çalışmalar sizin eserinizdir” sözleriyle aslında size büyük ölçüde engeller çıkartan kitleleri motive etmekten vazgeçmemektir sanırım.  

Hâlbuki şöyle bir yakın siyasi tarih okuması yapsak bahsedilen dindar-muhafazakâr çevrelerin aslında siyasi tercihlerinde çok tutarlı (!) bir politika takip ettikleri kolaylıkla görülebilecektir.

Çok partili yaşama geçildiğinde Demokrat Parti’den çok daha fazla desteklenmesi gereken Nuri Demirağ, Cevat Rıfat Atilhan gibi siyasetçilerin varlığına karşın “sayıca az oldukları, oyların boşa gideceği, bu yüzden CHP’nin geleceği” gibi söylemler eşliğinde CHP içinden çıkan Demokrat Parti’ye oy vermeyi normal görmüştür bu kesimler.

Tıpkı Necmettin Erbakan gibi siyaset dehası bir devlet adamının partileri varken Adalet Partisi’ne, Anavatan’a, AK Parti’ye sırf güçlü oldukları için oy vermeyi tercih ettikleri gibi.

Bu siyasal tercihin asıl sebebi, bahsedilen dindar-muhafazakâr çevrelerin geçmişten bu yana bir iddia sahibi olmamalarıdır.

İddia sahibi olmayanlar başka iddiaların figüranı oluyorlar her daim.

Dün Milli Görüş’ün güçlendiğini gördüklerinde nasıl destek vermeye yöneldilerse bugün de “siz iyisiniz, hoşsunuz ama zayıfsınız” diyerek güçlü olana yönelmekteler.

Dolayısıyla kendileri açısından oldukça tutarlı bir yol takip etmekteler.

Onun için kanaatimce buradaki esas problem; kitlelerin iddia sahibi oldukları vehmiyle hareket ederek çıkarsamalar yapmaktadır.

“İyi ama eskiden böyle değildi, şöyle uçardık, böyle kaçardık” diyenlerin geçmişe hayırla yâd etme alışkanlığından etkilendiği muhakkak.

Yoksa yakın siyasi tarihimiz “necip milletimizin” kendine yaraşır tercihlerde bulunma konusunda büyük tereddütlere sahip olduğuna şahitlik ediyor.

O halde “İslamcılıktan devlet muhafazakârlığına dönüş”, “dindarlıktan milliyetçiliğe kayış” yaşandığı yönündeki içeriden eleştirileri nasıl anlamak lazım.

Sanırım eylemden uzak söylemlerin esiri olmanın bir yanılsaması olsa gerek bu durum. Çünkü değişen kitleler değil!

Aslında mesele basit.

Aşağılık komplekslerine girmeye  gerek yok. Muhafazakâr taşlaması içerikli eleştirilere hiç ihtiyacımız yok!   

Bütün bunların farkında olan ama aynı zamanda “ne yapalım malzeme bu, imtihan bu” diyen aksiyonerlere ihtiyacımız var.

Zira bulundukları evlerinden, ofislerinden çıkmayıp yalnızca kalem ile mücadele etmekle yetinenler belli bir süre sonra “aşağılık kompleksine sahip, herkese küskün eleştirmenler/entelektüeller” oluvermekteler.

Bu ise kitlelerin basiretsizliğinden daha tehlikeli bir durum.

 


Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER