Osman Kayaer yazdı;
Öncelikle şu hususu belirtme gereği duyuyorum, yazar Musa Kazım Arıcan çok yönlü bir insan. Hali hazırda Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü, Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı, Pursaklar Belediyesi Kent Konseyi Başkanı. Daha önce iki dönem Felsefe Derneği Yönetim kurulu Üyeliği yapmış.Buradan da şunu anlıyoruz ki sayın Arıcan, teorik birikimin uygulamayla bağını koparması durumunda bir fanteziye dönüşeceğinin bilincinde. Akademik bir kibre ve komplekse kapılmadan, toplum içinde olmaya, teorik birikimini toplum yararına kullanmaya özen gösteriyor.
Kitabın 3. baskısı 2021 yılında, tam da deizm tartışmalarının yoğunlaştığı bir dönemde Hece yayınları tarafından yayınlandı.
Yazar, son yıllarda dillendirilenin aksine, felsefeye yoğun bir ilginin olduğunu bu ilgi çerçevesinde Spinoza felsefesine de ilginin arttığını, bunun mutluluk verici olduğunu belirterek başlıyor kitaba.
Ne var ki Spinoza felsefesine gösterilen bu ilginin sorunlu olduğunu, pek çok yazarın kendi düşüncelerini yazara söyletmeye çalıştığını da dile getiriyor.
Bir filozofun, bir felsefi eserin nasıl incelenmesi gerektiği konusunda da önemli tespitler yapıyor. Öncelikle filozof ya da eserin zaman ve mekan koordinatlarına yerleştirilmesi gerektiğini, önyargısız biçimde, nasılsa öyle olarak yaklaşılmasının bir zorunluluk olduğunun altını çiziyor.
Kitabın giriş kısmında, Spinoza’nın hayatı ve bilgi kaynakları üzerinde durulmakta.
Özellikle hayatını okurken, Endülüs’ten, Portekiz’e, oradan Hollanda’ya derin bir ötekileştirmenin izini sürüyorsunuz.
Spinoza 24 Kasım 1632 de Amsterdam’ın Yahudi mahallesinde dünyaya geliyor. 23 Şubat 1677 de ölüyor. 45 yıllık bir ömre neler sığdırılmış neler.
Ailesi İspanya’dan, engizisyondan kaçarak Portekiz’e, oradan Hollanda’ya sığınmış. Ailesinin 16. Yüzyılın sonuna doğru sürülme endişesiyle Hristiyanlığı kabul ettiğini, ancak içten içe Yahudiliğe bağlı kalmış Marrano’lardan olduğunu öğreniyoruz.
Spinoza, iliklerine kadar ötekiliği yaşamış, öteki olarak kalmış bir filozof. Bu durumun felsefesini nasıl etkilediği ilginç bir araştırma konusu olurdu her halde. Yazar bir yerde böyle bir dosyasının var olduğundan söz ediyor. Bu dosyanın da kısa sürede kitaba dönüşmesini diliyoruz.
Çok iyi bir eğitim aldığını öğreniyoruz Spinoza’nın. Babası haham olmasını istediği için, Amsterdam Yahudi okuluna gönderilmiş. Burada Talmud’la birlikte yahudi felsefesini, İbn Ezra, Maimonides ve Crescas felsefesini öğreniyor. İlahiyat eğitimiyle birlikte fizik, matematik, ve felsefe eğitimi alıyor. Dil konusunda mükemmel bir düzey yakalıyor. İspanyolca ve Portekizce’nin yanında Eski ahit ve Talmud’un dili olarak İbraniceyi, Latinceyi, buna ilave olarak Fransızca ve İtalyancayı öğreniyor. Yaşadığı ülke olan Hollanda’nın dili Felemenkçeyi biliyor.
Spinoza, geleneksel Yahudi yorumlarıyla ters düşmeye başlar ve babasının ölümünden sonra 24 yaşındayken havra tarafından aforoz edilir. Cüzamlı ilan edilerek ötekileştirilir ve lanetlenir. Havra tarafından lanetlenmekle kalmaz, bir ara başarısız bir suikaste de uğrar. Yine de hayata küsmez Spinoza. Okulda öğrendiği gözlük camı silme işiyle uğraşarak geçimini sağlar.
Onun için bağımsız olarak çalışmalarını yürütmek her şeyden önemlidir. Yüksek düzeyli pek çok iş teklifini de bu nedenle reddeder.
Dil konusunda kendisini çok iyi yetiştiren Spinoza, felsefesinin kaynakları olarak da antik felsefeden, Endülüs fesefesine, ortaçağ felsefesinden modern felsefeye kadar geniş bir yelpazeden beslenir.
Özellikle İslam filozof ve sufilerinden etkilendiği, üzerinde fazla durulmasa da kabul edilir.
Spinoza’nın tanrı anlayışı konusunda çok fazla spekülasyon yapılmaktadır. Kimileri onu panteist, kimileri teist, ateist, materyalist, natüralist, kimileri ise pan-enteist olarak yorumlamaktadır.
Yazar Spinoza’nın tanrı anlayışı konusunda yapılan yorumlardan çok kendi eserlerine yöneldiğini vurgulamaktadır.
Spinoza’nın Tanrı anlayışını analiz etmeden önce onun felsefesinin temelini teşkil eden kavramlar bakımından bizi felsefe tarihinde bir gezintiye çıkarıyor. Öncelikle cevher kavramının, Platon ve Aristoteles’ten Descartes’e kadar izlediği yolculuğu önümüze seriyor.
Spinoza’nın felsefesinin temelinde Tanrı anlayışının olduğunu, onun tanrı konusundaki düşünceleri kavranmadan diğer konulardaki düşüncelerinin kavranamayacağını belirterek başlıyor analizine yazar.
Tanrı anlayışını ise iki bölümde işlediğini belirtiyor. Birinci bölümde Tanrının varlığını ve doğasını; varlık tasnifini, tanrının zorunluluğu ve sonsuzluğu, hürlüğü, kişi ya da zat olup olmadığını, Tanrı tavır ilişkisini. İkinci bölümde ise Tanrının sıfatlarını, sıfatlar problemine bakışını, Tanrının uzam ve düşünce sıfatını, Tanrının tek, ezeli ve ebedi olmasını, Tanrının bilme, kudret, irade ve yaratma sıfatlarını inceliyor.
Sonuç kısmında ise Spinoza’nın, Tanrı anlayışının, kolay kolay herhangi bir kategoriye sokulamayacağını, sonluyu sonsuzda eritmesi ve Tanrının aleme içkin olduğunu söylemesiyle panteizme yaklaştığını, Tanrı ve alemin ayrı olduğunu ve her şeyin Tanrı’da olduğunu söylemesiyle de panteizmden uzaklaşarak pan-enteizme yaklaştığını, teizmin temelini teşkil eden zat ve irade sahibi hür bir Tanrı fikrine ulaşamadığını belirterek kitabını sonlandırmaktadır.
Not: Bu Makale Aynı Zamanda ASBÜ Kitap & Kütühane'de yayımlanmıştır.