Selçuklu tarihçisi, ilahiyatçı ve şair Prof. Dr. Mikail Bayram’la gerçekleştirdiğimiz nehir söyleşi, geçtiğimiz günlerde iki cilt halinde yayınlandı. Hemen ardından, çok sayıda tebrik ve teşekkür mesajının yanısıra, kayda değer ölçüde eleştiri ve hatta hakaret söylemleri de özellikle sosyal medyada ortalığa saçıldı. Bu vesileyle KARAR gazetesi okurlarına hem kitaba ve Mikail Hoca’ya dair bazı hususları şerh etmek hem de bu eleştirilere dair birkaç hatırlatmada bulunmak isterim.
Türkiye’de, yazılı ve görsel medyada fazla yer bulamadığı ve gönüllü/paralı lobileri olmadığı için geniş kitlelerin pek tanımadığı, ancak zengin müktesebatıyla gerçek birer hazine olan çok sayıda ilim ve kültür insanı yaşıyor. Bu kıymetli insanların bir kısmının yaşı ilerliyor ve çeşitli sebeplerle yazı yazamayacak ve eser de veremeyecek durumdalar. Bu noktada, birikimlerinin kayda geçirilmesi ve gelecek nesillere aktarılması açısından tedbirler alınması gerekiyor. “Prof. Mikail Bayram’ın Aynasında 99 İsim ve 99 Kavram” projesi, bir nehir söyleşi olarak, işte bu düşünceden doğdu.
EZBER BOZAN BİR PERSPEKTİF
Evvela Mikail Hoca’yı, şahsi penceremden kısaca tanıtmak isterim. Prof. Mikail Bayram, Türkiye’de Selçuklu Tarihi alanında ilk akla gelen “eski kuşak” hocalar arasındadır. Zeki Velidi Togan, Halil İnalcık, Necati Lugal, Tayyib Okiç, Annemarie Schimmel gibi tanınmış hocaların rahle-i tedrisinden geçmiş, çok sayıda eser veren, disiplinli bir akademisyendir. Özellikle Anadolu Selçuklularının siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel tarihi bahsinde, alanın otorite isimlerinin başında gelir. Ahi Evren, Mevlânâ Celâleddin Rumî, Şems-i Tebrizî, Sadreddin Konevî gibi tarihsel şahsiyetlerin yanında; Ahilik-siyaset ilişkileri, Türkmen-Moğol ihtilafları gibi alanlarda kudretli bir uzmandır.
Hoca’nın bir başka yönü; Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu bir tarihçi olarak, İslam Tarihi ve karşılaştırmalı dinler alanındaki ilave yetkinliğidir. Bilhassa kadim İran inançları ve bunların İslam inançları ve tasavvufuna tesirleri konusunda derinlikli bir isimdir. Bu açıdan Hululîlik, Hurufîlik, Batınîlik, Melâmîlik, Zerdüştîlik ile Avesta kökenli inanç esaslarının sonraki asırlardaki yansımaları konularında ezber bozan bir perspektife sahiptir.
İlahiyat ve tarih, Hoca’nın iki ana akademik disipliniyken, edebiyat adeta hobisidir. Bu üç alanda aynı anda söz söyleyebilecek yetkinlikte bir uzmanın neredeyse bulunmadığı mevcut akademik çölümüzde, Mikail Bayram adeta bir vaha gibidir. Hoca aynı zamanda “Divan” sahibi bir şair olarak –şiirlerindeki mahlası, memleketi Van/Saray’a atfen Sarayî’dir- ciddi bir edebi kudret sahibidir; sadece klasik Türk şiirine değil, Firdevsî, Hayyam, Şehriyâr gibi Fars şiirinin usta isimlerinin eserlerine de vakıf ve Farsça şiirler de kaleme almış bir şairdir.
Mikail Hoca’nın önemli bir hususiyeti lisan bilgisidir; bu yönüyle, tek yabancı dili ve ancak kırık dökük bilen tarihçi/ilahiyatçıların aksine, Hoca her birine hakkıyla vakıf olduğu dört lisan bilir ve konuşur. İbn Teymiyye’den Arapça, Mevdûdi’den Farsça kitap tercümesi yapacak kadar bu dillere hakimdir. Türkçenin Azerbaycan ağzını ve Kürtçeyi de bilir. Ayrıca, Türkiye’de çok nadir görülebilecek şekilde, kadim İran’ın lisanı Pehlevîceye de vakıftır.
Hoca, aynı zamanda Türkiye’deki yaşayan en önemli yazma eserler uzmanlarının başında gelir. Bizzat kendi ifadesiyle, Zeki Velidi Togan ve Süheyl Ünver’den sonra, Türkiye’deki en önemli el yazması kitap otoritesidir. On yıllarını Anadolu’nun yazma eser kütüphanelerinde geçirmiş ve elinden on binlerce eski eser geçmiş, gerçek bir araştırmacı için şaşırtıcı bir özellik sayılmamalıdır bu mukayese.
Mikail Hoca’nın bir başka yönü, 1960 ve 70’lerin sert toplumsal şartlarında önce öğrenci, sonra öğretmen ve genç bir akademisyen olarak, fikrî tartışmaların da içinde yer almış olmasıdır. Samimi bir dindar olarak, bu dönemde Türkiye’deki İslamcı hareketlerin içinde bulundu, Büyük Doğu Cemiyeti, Nurculuk ve diğer İslamî yapıların faaliyetlerinde görev aldı. Bu bağlantıları kendisine; Humeyni’den Cemalettin Kaplan’a, Bâzergân’dan Erol Güngör’e, Necip Fazıl’dan Serdengeçti’ye ve Ercümend Özkan’a kadar geniş bir çevre tesis etme imkânı verdi.
Hoca’nın akademik, ilmî ve aksiyoner yönüne ilişkin olarak kısaca değindiğim bu hususiyetler, “99 İsim ve 99 Kavram” çalışmalarında dikkatli okuyucuların gözünden kaçmayacaktır.
Çalışmanın metodolojik yönüne ilişkin olarak, şu hususları okuyucunun takdirine sunarım:
1. Nehir söyleşi ve yarı ansiklopedik formattaki bu çalışmada, Mikail Bayram’ın kadrajına giren 99 isim ve 99 kavram hakkında özlü fikir ve değerlendirmelerini yansıtmaya çalıştım. Örneğin Ahi Evren, Sadreddin Konevî, Nâsıreddin Tusî, Mevlânâ Celâleddin Rumî, Şems-i Tebrizî gibi isimler, Mikail Bayram’ın yaklaşık elli yıldır üzerinde akademik çalışmalar yürüttüğü tarihsel şahsiyetler. Bu isimlerin bir bölümü ise Cengiz Han, Emir Timur, İbn Haldun, Afgânî gibi doğrudan kendi akademik çalışma alanında olmayan ama bir tarihçi olarak değerlendirmesini istediğim şahsiyetler.
Keza Mehmed Akif, Said Nursî, Seyyid Kutub, İkbal, Humeyni, Mevdûdî gibi, bir bölümü Hoca’nın dünya görüşü ve fikrî altyapısı açısından önemli yeri olan düşünürleri ele alıyor. Örneğin 1960’lı yıllarda Ankara’da, bilahare Necef’te görüp tanıdığı Ayetullah Humeyni’yi anlatıyor. Keza bir dönem Nurculuğun içinde bulunması hasebiyle, Said Nursî’den detaylı olarak bahsediyor.
Son olarak, Hoca’nın akademisyen olarak yakından tanıma fırsatı bulduğu, kimi zaman çekişip ihtilaflar yaşadığı ilginç bir tarihçi ve ilahiyatçı ekibi mercek altına alınıyor. Bu kapsamda hepsini yakından tanıyıp görüştüğü Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Tayyib Okiç, Tâvît et-Tancî, Muhammed Hamidullah, Ebu Ğudde, Zeki Velidi, Abdülbaki Gölpınarlı, Erol Güngör, Abdülkerim Sürûş, Seyyid Hüseyin Nasr, Schimmel gibi değerli isimleri farklı ve bilinmeyen yönleriyle anlatıyor, acı tatlı hatıralar üzerinden okuyucuyu ilgi çekici bir yolculuğa çıkarıyor.
2. Benzer bir bakışla kurguladığımız “99 Kavram” da oldukça çeşitlilik gösteren bir yelpazede, Mikail Bayram’ın tarihsel ve güncel kavram ve hadiselere dair tespitlerini yansıtıyor.
Bu kavramların bir bölümü Asr-ı Saadet, Emevîler, Abbasîler, Hurremîler gibi büyük kargaşa içinde geçen İslam’ın ilk asırlarını ele alıyor. İkinci bir kavram setinde, İran’ın kadim tarihine ve İslamî dönemin hemen başlarındaki çalkantılı asırlara ışık tutuluyor (Zerdüştîlik, Avesta, Hodanâme, Mazdekîler, Parisîler vb). Keza İslam’ın İran coğrafyasına giriş sürecinde, İran halkıyla birlikte, eski İranî kavram ve geleneklerin de “İslam’a girmesi” üzerinden “İran’daki İslam ve Şiilik” ele alınıyor. Ayrıca 1979 Devrimi, velâyet-i fakih, İran-zemin vb kavramlarla da kadimden modern döneme köprü kuruluyor ve mukayeseli bir tarih okuması sunuluyor.
Ortaçağ Tarihi ve Selçuklular bahsinde ise; Mevlevîlik, Hurufîlik, Kalenderîlik, Selçukluların siyasi-toplumsal-kültürel kodlarının yanısıra Moğolların bölgedeki faaliyetleri inceleniyor.
3. Her bir konu başlığı altında [toplam 198 başlık] Hoca temelde şu üç soruya cevap verdi:
i) Bu şahsiyet/kavram, genel tarihsel bağlamda ne anlam ifade ediyor, bu kişiyi/kavramı bir tarihçi/ilahiyatçı/edebiyatçı gözüyle nasıl tanımlarsınız?
ii) Bu kişiyle hayatınız boyunca bir araya geldiniz mi? Daha kişisel düzlemde, bu şahsiyeti nasıl değerlendirirsiniz?
iii) Bu kavram/süreç/eser, çalışmalarınızın herhangi bir döneminde ilgi alanınıza girdi mi; bu husustaki temel bulgularınız özetle nelerdir?
Nihayetinde, bu üç temel soru grubu ekseninde, detaylar üzerinde görüş alışverişinde bulunarak, bazı yerlerde müzakere ederek ve tartışarak ilgili bölümleri hazırladık.
MİKAİL HOCA’NIN BİRİKİMİNİ KAYIT ALTINA BİR ÇALIŞMA
Netice itibariyle, bu iki kitap çalışması, Mikail Bayram Hoca’nın birikimini kayıt altına almayı amaçlayan bir sözlü tarih çalışmasıdır. Öte yandan, söyleşiye eleştirilerin büyük oranda Mevlâna-Ahi Evren kutuplaştırması üzerinden yöneltilmesi ve kitaptaki diğer 190 kadar başlığın bu sorunlu perspektifle ademe mahkum edilmesini iyiniyetli bulmuyorum.
Bir diğer husus, ülkenin her alanda teksesliliğe sürüklendiği mevcut atmosferde, Prof. Mikail Bayram gibi “aykırı ve eleştirel” seslerin tezlerinin temelsiz ve ezbere yorumlarla kamuoyunun dikkatine sunulmasıdır. Şüphesiz ilim ehline yine ilim ehlinin ve delillerle yanıt vermesi tercihe şayandır; diğer türlü, geçmişten getirilen birtakım bagajlarla meselelere yaklaşmanın hakikatin ortaya çıkmasına katkısı olmayacaktır.
Bu çalışma, tarihte siyah-beyaz alanlar arasında gri bölgeler de bulunduğuna, hakikatin tek olmayıp parçalı ve çeşitli veçheleri bulunan bir bütün olduğuna, tarihe alternatif bakışların zenginlik sağlayıp hakikatin ortaya çıkmasına katkı sağlayacağına olan inanç ve ümitle hazırlanıp yayınlandı. Ümit ediyorum, kitabın okuyucuları ve ilgilileri de içerik ve kapsam itibariyle beklediklerini bulabileceklerdir.