Paris İklim Anlaşması’nı imzalayan Batılı ülkeler, hidrokarbon yakıtlı enerji çağından yenilenebilir kaynaklı enerji dünyasına geçmek üzere anlaştılar. Bu doğrultuda kömür ve nükleerden elektrik üretimini azaltmaya başlayan Almanya ve Fransa, 2030’larda fosil kaynaklara bağımlılığı büyük ölçüde azaltmayı hedefliyor. Ancak sıvılaştırılmış gaz (LNG) ve kaya gazı alanlarında giderek artan kaynak zenginliği ile ABD’nin 2016’dan bu yana Avrupa’ya gaz satışında görülen hızlı artış, Avrupa ile ABD arasındaki çıkar ayrışmasını tetikleyen unsurlardan biri hâline gelmiş görünüyor.
Amerikan petrolleri üzerinden küresel güce ulaşan Rockefeller ailesi, Exxon-Mobil başta olmak üzere Amerikan şirketlerinin Paris Anlaşması’na itiraz etmeleri sonrasında yaptığı açıklamada, Amerikalı petrol ve gaz şirketlerini anlaşmaya ikna etmekte zorlandıklarını söyledi. ABD Hükümeti, özellikle Donald Trump iktidara geldikten sonra, Amerikalı enerji şirketlerinin Avrupa çıkarları lehinde pazardan çekilmeyeceklerini, “küresel ısınma” iddialarının da Amerikan çıkarları aleyhinde yürütülen bir propaganda olduğunu ileri sürerek Paris İklim Anlaşması’na aykırı bir politika izlemeye başladı.
Ancak Washington’ın Amerikan şirketleri lehine izlediği bu politika, Rusya’nın da elini güçlendirdi ve devlet destekli Rus yatırımlarının önü açıldı. Böylece Rusya, bir kez daha Avrupa’da ABD’nin rakibi oldu. Beklemediği böyle bir sonuçla karşılaşan Washington ise Rus şirketlerini farklı yollardan durdurmak üzere harekete geçti. Şubat 2019’da İNSAMER’de yayımlanan bir analiz yazımızda, Rusya’nın Almanya ile iş birliğine Fransa’nın itirazını ve Avrupa Birliği (AB) içinde yaşanan görüş ayrılıklarını ele almıştık. Nitekim aradan geçen dokuz ayda yaşanan yeni gelişmeler, Avrupa’daki yeni jeopolitik rekabetin artarak sürdüğünü ortaya koymaktadır.
Almanya’ya Rus gazını taşıyacak olan Kuzey Akım-2 Projesi’nde Berlin yönetimi ile anlaşmakta zorlanan Fransa, oyuna daha fazla müdahil olarak Rusya ile ilişkileri geliştirecek adımlar atmaya başladı. ABD Hükümeti ise bu gelişmeler üzerine, Avrupa’da Rusya’nın artan ağırlığına ve buna yol veren Alman politikalarına karşı tehditlerini arttırdı. Bugün gelinen noktada, ABD’nin Avrupa’dan tam olarak ne istediği ve Kuzey Akım-2 Projesi’ni hedef alırken hangi yollara başvuracağı önemli bir merak konusu.
Avrupa’nın Artan Rusya Bağımlılığı
Hâlihazırda Avrupa’nın doğal gaz ithalatının üçte birini tedarik eden Rusya, Avrupa’ya üç güzergâh üzerinden gaz naklediliyor:
1) Belarus-Polonya hattı
2) Ukrayna-Slovakya hattı
3) Kuzey Akım-1 hattı (Rusya-Almanya, Baltık Denizi güzergâhı)
İnşaatı büyük ölçüde biten Kuzey Akım-2 Projesi ise, Rus doğal gaz boru hattını Baltık Denizi’ndeki ülkelerin kıta sahanlığından geçirerek Almanya’ya bağlayacak. Projenin 2019 sonlarında tamamlanması hedeflenmiş olsa da hattın Danimarka açıklarından geçişiyle ilgili yaşanan anlaşmazlıklar sebebiyle projenin henüz %80’i tamamlanabilmiş durumda. Bu hattın yapımı 2020’de sona erdiğinde, yukarıdaki üç hattan ilk ikisinin devre dışı kalacağı konuşuluyor. Bu iki hattın kapatılması hâlinde ise, Rusya ile Avrupa arasında transit ülke konumunda bulunarak stratejik değer elde eden Polonya, Ukrayna, Belarus ve Slovakya gibi Doğu Avrupa ülkeleri, artık AB’nin enerji jeopolitiğinde söz sahibi olamayacaklar. Diğer bir ifadeyle bundan böyle ABD Hükümeti veya bazı çıkar grupları, Rusya-Almanya ilişkilerine yön vermek yahut Rus enerji şirketlerini sıkıştırmak için bu ülkeleri kullanamayacaklar. Son yıllarda Amerikan şirketlerinin Avrupa’ya gönderdikleri LNG kargolarının payı da muhtemelen azalacak veya 2018’deki gibi katlanarak artmayacak. Bu durumda bir yandan Almanya’nın Avrupa’daki ağırlığı artarken bir yandan da Moskova’nın Berlin başta olmak üzere AB başkentlerinde -itibarı değilse bile- etkinliği artacak.
Avrupa jeopolitiğinde rekabet gerilimi tırmanırken AB’den ayrılma hazırlığındaki İngiltere aralık ayında iki büyük hareketliliğe ev sahipliği yapacak. Ayın ilk haftasında Londra’da gerçekleşecek NATO Zirvesi ve bir sonraki hafta sonu yapılacak genel seçimler, sadece İngiliz siyasetini değil aynı zamanda Avrupa’nın ekonomik yapısını ve güvenliğini de doğrudan ilgilendiriyor. Londra’daki büyük zirve yaklaşırken, Fransa Cumhurbaşkanı E. Macron’un açıklamaları, ABD Hükümeti ile Fransız Hükümeti arasında yaşanan ayrılıkları açıkça ortaya koyuyor.
Rus medyasına yansıyan haberlere göre, ABD ile ilişkilerinde derin belirsizlikler yaşayan Fransa, yakın gelecekte Rusya ile ilişkilerini geliştirmeyi planlıyor. Yeni yıl yaklaşırken Batı’da dikkat çekici bir diğer mesele de Rusya’nın Almanya ile enerji jeopolitiğinde giderek derinleşen ilişkileri. Bu ilişkilerde yer alan aktörler, Alman ve Rus yakınlaşmasında kritik rol oynuyor ve bu durum Amerikan çıkar gruplarını bir hayli rahatsız ediyor. Ayrıca Almanya-Rusya arasındaki yeni enerji hattı olan Kuzey Akım-2’nin son safhası da Danimarka krizinin çözülmesiyle aralık ayında yeniden başlayacak.
Kuzey Akım Projeleri
Soğuk Savaş sona erdiğinden beri tartışılan ancak son yıllarda daha fazla gündem olan ABD’nin global liderlik pozisyonundaki değişiklik emareleri, küresel siyaseti de belirsizliğe sürüklüyor. ABD’nin pozisyon değişikliği, elbette Avrupa ekonomisinin geleceğini, sınırlarını ve enerji güvenliğini de etkiliyor. Son gelişmelere bakıldığında, AB’nin enerji güvenliğinin yakın vadede ABD ile Rusya arasında kurulacak dengeye bağlı olduğu söylenebilir. Bu dengenin de büyük oranda Almanya ve Rusya öncülüğünde Avrupalı bir grup şirket üzerinden yapılan ortaklıklarla Avrupa’ya LNG satan Amerikan şirketlerinin karşılaşmasını idare etme becerisine bağlı olduğu görülüyor.
2003’te -Vladimir Putin iktidara geldikten dört sene sonra- Londra’nın küresel bankerlerinin Moskova’daki ortakları tarafından desteklenen dev Rus-İngiliz enerji ortaklığı TNK-BP kurulmuştu. 2005’te şansölye makamından ayrılan Alman lider Gerhard Schröder, hem bu ortaklığa destek veriyor hem de küresel bankerliğin liderlerinden Rothschild Yatırım Bankası’na danışmanlık yapıyordu. (Schröder, bankanın Türkiye’deki açılışına da destek vermiş, Temmuz 2006’da İstanbul’daki açılışa iştirak etmişti.) Gerhard Schröder, aynı zamanda Baltık bölgesindeki derin Rus-Alman iş birliğini yöneten isimdi. 2005’te, İsviçre’de kurulan Nord Stream AG Konsorsiyumu, Rus gazını Avrupa’ya aktarma projelerini masaya yatırdı. Konsorsiyumun başında bulunan ve Putin ile yakın ilişkiler kuran Schröder’den başka, konsorsiyumun idaresindeki bir diğer Alman idareci Matthias Warnig de Putin’in derin dostlarından biriydi. Konsorsiyum şirketlerinin hisseleri (Gazprom üzerinden) Rus devleti ve Alman şirketlerin elinde olacak şekilde ayarlanmıştı. Nord Stream AG, bir çift boru hattından oluşan Kuzey Akım-1’in ilk ayağını Kasım 2011’de faaliyete soktuktan sonra ikinci ayağın açılışını da bir sonraki yıl yaptı.
Şirket |
Menşei |
Hisse (%) |
Gazprom |
Rus |
51 |
Wintershall |
Alman |
15,5 |
E.ON |
Alman |
15,5 |
Gasunie |
Hollanda |
9 |
ENGIE |
Fransız |
9 |
Kuzey Akım-1’i inşa eden Nord Stream Gaz Hattı Konsorsiyumu’ndaki beş şirket ve hisseleri.
Alman enerji devi Wintershall, Kuzey Akım-1’den sonra Gazprom ile Rusya’da ortak ihaleler almaya başladı. Elektrik üretim sektöründe Avrupa’nın önde gelen şirketlerinden Fransız ENGIE de Almanlarla anlaşarak konsorsiyuma katıldı. Fransızlar her ne kadar Rus-Alman enerji iş birliğinden maksimum çıkar elde etme hedefiyle Kuzey Akım’da yer tutmuş olsalar da süreç içinde Almanlarla bazı anlaşmazlıklar yaşayacaklardı.
Kuzey Akım-1’in başarıyla faaliyete geçmesiyle birlikte Kuzey Akım-2 için yeni görüşmeler başladı ve 2015’te Nord Stream-2 AG şirketi kuruldu. Gazprom ile beş Avrupalı şirket arasında yeni ortaklığın hisse paylaşımı yapıldıktan sonra, Nisan 2017’de finansörlük imzaları atıldı. Avrupalı şirketler (ENGIE, OMV, Shell, Uniper, Wintershall) projede %50 hisse aldılar ve her biri yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım yapmayı taahhüt etti. Projenin diğer yarısı ise Gazprom’un oldu. Kuzey Akım’daki yeni hat ortaklığında Fransızların payı önceki projeye kıyasla az da olsa yükselirken yeni projede Almanların payı azaltılıp Avusturyalı OMV ile Royal-Dutch Shell konsorsiyuma dâhil edildi.