Güney Anadolu sahilleri boyunca uzanan Toroslar, Çukurova’da bir yay gibi kıvrılır ve Hatay’a ulaşır. Burada Amanos dağları adını alır, Suriye içlerine doğru sokulur ve büyük bir kale kapısı gibi Anadolu’nun girişini tutar. Bu özelliği nedeniyle Amanos dağları, tarih boyunca jeopolitik önemini korumuştur.
Mezopotamya’da hüküm süren Sargon, dünyanın ilk imparatorluğunu kurmuş ve gözlerini Orta Anadolu’ya çevirmişti. Ancak Anadolu’ya ulaşması için kıymetli sedir ormanları ile süslü Amanos dağlarını aşması gerekiyordu. Anadolu’nun yerel beyi bu dağlara o kadar çok güveniyordu ki Sargon’un Amanosları aşıp Anadolu’ya ulaşabileceğine ihtimal vermiyordu; ancak öyle olmadı. Dağları aşan Sargon, Orta Anadolu’ya dayandı ve Anadolu tarihinin ilk beylerini tahtından etti. Ancak Anadolu bundan bir ders çıkartmıştı, Amanoslar yani Hatay, Anadolu’nun güvenliği için mutlaka elde tutulmalıydı.
Hititler, yerel beylikleri bir araya getirerek tek çatıda topladılar. Böylelikle Anadolu’nun ilk merkezi devletini kurdular. Devletin kurucusu I. Hattuşili, ülkeyi güvence altına almak için güneye, “Hatay ve Suriye” üzerine büyük bir sefer düzenledi. Sonraki Hitit krallarının da gözü daima bu topraklarda oldu. Alalah (Hatay), Halpa (Halep), Purana (Afrin) ve Doğu Akdeniz kentlerine ordu sevk ettiler; Anadolu için güvenli bir güney ticareti oluşturdular...
Tıpkı Hattuşili gibi Orta Anadolu’da yeni bir devlet inşa eden Atatürk de, bütün ilgisini Hatay’a yöneltmişti. “Hatay benim şahsi davamdır” diyen Atatürk, ömrünün sonuna dek Hatay’ın kurtuluşu için uğraştı. Coğrafyaya, özellikle tarihi coğrafyaya verdiği önem; Atatürk’ü başarılı bir asker kılan ana faktörlerden olmuştur. O, Cumhuriyet’in huzuru için Hatay’ın mutlaka anavatana katılması gerektiğinin farkındaydı.
Tarih tutkunu bu dahi adam, basit askeri zaferler ile yetinmemiş; fakülteler ve müzeler açmış, arkeoloji ve Hititoloji gibi bölümler kurmuş, güncel siyaseti hiç bir zaman tarihten bağımsız değerlendirmemişti. Hatta tarihten seçip çıkardığı “Hatay” adını da, Antakya kentine bizzat kendisi vermişti. Tüm bu işleri yaparken tek bir gayesi vardı: Anadolu’nun binlerce yıllık tecrübesini, genç devletini daha sağlam temellere oturtmak için kullanmak.
‘KIBRIS HİTİT TOPRAĞIDIR’
Tıpkı Hatay gibi Kıbrıs da tarih boyunca Anadolu’nun ayrılmaz bir parçası oldu. Kıbrıs’ta ilk iskanın yaklaşık 10 bin yıl önce, Hatay üzerinden yapılan göçlerle başladığı biliniyor. Ahhiyava (Yunan) kralı, yerel bir Batı Anadolu beyi ile ittifak kurup Kıbrıs’ı kuşatmış, adadaki yerel bey ise basiretsiz davrandığı için öldürülmüştü. Ancak Hititler bu durumu kabul etmemiş “Kıbrıs, Hitit İmparatoruna ait bir topraktır” diyerek mücadelelerini sürdürmüştü. Hititler son günlerini yaşarken dahi Kıbrıs’tan vazgeçmediler. İmparator Tuthaliya ve oğlu Şuppiluliuma, Kıbrıs’a üst üste başarılı seferler düzenlediler. Hitit donanması, merkezi yönetime başkaldıran Kıbrıs donanmasını birkaç kez yakmış ve devlet var olduğu sürece adanın Anadolu’ya bağlı kalmasını sağlamıştır. Çünkü Hatay gibi Anadolu’nun bir diğer kale kapısı da Kıbrıs’tır.
YENİ BİR MEKTUP
Hatay Türklüğü konusunda ilk çalışmaları yürüten kurumların başında Türk Ocakları gelir. Zaten Atatürk cumhuriyetinin kültür politikaları, Türk Ocakları’nda yürütülüyordu. Şapka devrimi ve Latin harfleri gibi pek çok yenilik bu merkezlerde yapılmıştı. Ocak yönetimi, Atatürk’ün isteği üzerine Hatay konusuna da yönelmişti. Yusuf Kemal Tengirşenk’in kaleminden çıkmış, ilk kez burada yayınlayacağımız tarihi bir mektup, Hatay’ın anavatana katılmasından yıllar önce yapılan hazırlıkları belgeliyor.
Arap-Fransız cemiyetlerin hızlanan Türk aleyhtarı faaliyetleri, Antakya için ciddi bir tehditti. Bunun farkında olan Türkiye, Antakyalı Türk gençleri Ankara’ya getirerek okutmayı planladı. İyi hukuk bilen gençler yetiştirilmeli ve memleketlerine geri gönderilmeliydi... Böylelikle yıllar sonra kurulacak Hatay devleti, yapılacak seçimler ve refarandumlar için donanımlı bir kadro hazır olacaktı...
ATATÜRK TAKMA İSİMLE UYARIYOR
Atatürk Hatay’ı her zaman gündeminde tuttu. Milletler Cemiyeti ve yabancı devletler ile görüştü. Hükûmetin meseleye yeterince ilgi göstermediğini düşünüyordu, bu yüzden Kurun Gazetesi’nde Asım Us takma adıyla bir dizi eleştiri yayınladı. Diğer taraftan Hatay Egemenlik Cemiyeti’ni oluşturdu, başına İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’yı atadı...
Nihayet 2 Eylül 1938’te Hatay devleti bağımsızlığını ilan etti. Sırada yabancı izlerin tek tek silinmesi vardı. Öncelikle Suriye posta pulları bırakıldı ve T.C. pulları yürürlüğe kondu. Ardından meclisin bir gecelik kararıyla Hatay devletinin Türk Lirası’na geçtiği açıklandı. O tarihlerde Hatay’ın tek sınır kapısı, Fransız Suriye’si ileydi. Hatay’ı dış dünyadan koparmak isteyen Fransa, kapıları kapattığını ilan etti. Bunun üzerine TBMM Hatay devleti ile yeni bir kapı açtı. Türkiye’nin bu tavrından çekinen Fransa, Hatay’dan özür dileyerek Suriye sınırlarını tekrar açtığını duyurdu. Fakat Hatay kendi sınırlarını Suriye’ye kapatarak bu kararı önemsemediğini belirti. Tüm bu süreç içinde 40 milletvekilinin 22’si Türk olan Hatay Parlamentosu, 29 Haziran 1939 tarihinde alınan meclis kararı ile Türkiye’ye katıldığını resmen ilen etti. Atatürk, ömrü vefa etmese de gayesine erişmişti.
DEDİKODULARDAN BİLE HIZLI OLAN TEK ŞEY...
Türkler, yalnız Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde değil; her çağda, Hatay ve Suriye ile ilgili oldular. İran engelini aşan İskitler, daha MÖ 7. yüzyılda Suriye- Filistin topraklarına dek yayılmıştı. Hatta İskitlerin bir bölümü İç Asya’ya geri dönmedi ve İsrail’in kuzey sınırındaki Bet Şean kentine yerleştiler. Bet Şean bu tarihten itibaren antik kaynaklarda “Scythopolis” yani “İskit Şehri” olarak anıldı.
Hristiyanlığın yayıldığı yıllarda ise bu kez Hun akınları başlamıştı. Akınlar o kadar hızlıydı ki Roma kaynakları “Yeryüzünde dedikkodulardan daha hızlı tek şey Hunlardır...” diyordu. Suriye seferleri karşısında dehşete kapılan Malalas ve Jerome gibi geç antik çağ yazarları şöyle yazmıştı: “Antakya, Tarsus, Fırat kuşatıldı. Tutuklular sürülüyor... Arabistan-Suriye, Filistin Hun akınlarına esir düştü, yüz tane dilim, yüz tane ağzım ve demir gibi bir dilim olsaydı, yine de bu felaketten söz edemezdim...”
Türkler İslam’a geçtikleri ilk yıllarda da Hatay’dan vazgeçmediler, Mısır’da bir Türk devleti kuran Tolunoğlu Ahmet, 878 yılında Suriye ve Hatay’ı ele geçirdi. Bu toprakları ardından diğer Türk hanedanları Ihşidler, Selçuklular, Memlükler ve Osmanlılar yönetti. Sonuçta; Hatay ve Suriye meselesi ne Türk, ne de Anadolu tarihi için yeni bir meseledir. Başarılı bir çözüme ulaşmak içinse uzun vadeli politikalar izlemek kaçınılmazdır...