Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Fetişist inkâr paradoksal gerçek veya mülakatın anlamı

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, sözlü sınavda iyi puan alan bir öğretmenin mülakatta elenmesine yönelik olarak var olan yöntemin yanlışlığına dikkat çekiyor.

Fetişist inkâr paradoksal gerçek veya mülakatın anlamı

Slovaj Žižek hayatlarımızda olağan şekilde yer bulan paradokslara ilişkin şu çarpıcı örneği verir: “Bazı anketlere göre İsrailliler dünyanın en ateist ulusunu oluşturuyor, oran %70 civarında. Bu nedenle “kutsal ya da vadedilmiş toprak” söylemleri fetişist bir inkâra dayanıyor: “Tanrı’nın var olmadığını gayet iyi biliyorum, ama yine de bize bu toprakları verdiğine inanıyorum.” Lao Tzu “doğru şeyler paradoksal gözükür” demişti ancak bizim hayatımızdan eksik olmayan paradoksal durumlar Çinli bilgenin hikmetli sözünde dile gelenden çok farklı. Žižek’in ifadesiyle fetişist inkârdan kaynaklanan paradoksal gerçeğimizin en dramatik örneğiyle ülke gündemine giren son öğretmen atamasındaki mülakat (sözlü sınav) faciası ile karşı karşıya kaldık.

“İki yıldır emek verdiğim, gecemi gündüzüme kattığım KPSS’de, bölümümde 1. oldum. Alanımda doktora yapıyorum. Hangi kıstasa göre elediniz?” şeklindeki sosyal medya paylaşımıyla paradoksal gerçeğimizle bizi yüz yüze bırakan Sultan Fidan Biyoloji mezunu, KPSS’den 87,83583 puan almışken mülakattan (sözlü sınav) 55 puan verilerek tercih yapması engelleniyor. Engelleniyor çünkü sözlü sınavdan 60 ve üzeri alanlar tercihte bulunabiliyor. Sultan Fidan maalesef tek örnek değil, benzer durumu yaşayan pek çok öğretmen adayı var. Şimdi bu sevimsiz gerçekten hareketle ne tür fetişist inkâr içinde bulunduğumuza ilişkin birkaç hususun altını çizmemizde fayda var.

***

Öncelikle elimizdeki resmi anlatıda sözlü sınavın veya mülakatın nasıl yer aldığından başlayalım. 2017 yılında “Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi 2017-2023” açıklanmış ve istihdam politikamızda mülakatın neye karşılık geldiği görmezden gelinmiş, tarihsel-toplumsal tecrübe paranteze alınarak mülakat şu şekilde gerekçelendirilmiştir: “Bakanlığımızca 2016 yılında yapılan düzenlemeler çerçevesinde özellikle öğretmen ihtiyacının yoğun olarak hissedildiği yerlerde çalışmak üzere sözleşmeli öğretmen istihdamına gidilmiş, bir yandan bölgeler ve kurumlar arası eşitsizlik bir ölçüde giderilmeye çalışılırken bir yandan da bu öğretmenlerin alımında mülakat uygulaması getirilmiştir. Böylece öğretmenlerin sadece çoktan seçmeli test sınavlarındaki başarıları değil, bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü, iletişim becerileri, özgüveni ve ikna kabiliyeti, bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı, topluluk önünde temsil yeteneği ve eğitimcilik nitelikleri gibi konulardaki becerileri de ölçülmektedir.” Geçerliliğini bugünde sürdüren belgede bu şekilde gerekçelendirilen mülakat, Aralık ayının başında toplanan 20. Milli Eğitim Şûrası’nda ise giderilmesi gereken bir yanlışlık olarak tavsiye kararına girdi: “Sözleşmeli öğretmenlik kaldırılmalı, öğretmen alımlarında kadrolu istihdam esas olmalı ve mülakat uygulaması kaldırılmalıdır (Karar 118).” Şûra’da aldığımız tavsiye kararı bu, strateji belgesinde mülakata ilişkin değerlendirme ise yukarıda alıntıladığım şekilde. Resmi anlatıdaki paradoksu not ettikten sonra gelelim mevzunun diğer bir boyutuna. Yukarıda da değinildiği gibi mülakatın yönetim geleneğimizde ne anlama geldiği, ne tür çağrışımlar yaptığı bellidir. Bunu görmezden gelip haksızlığa, hukuksuzluğa kapı aralamak, şaibeli iş ve işlemlerin önünü açmak, savunulması güç uygulamayı izahı mümkün olmayan bir takım gerekçelerle haklılaştırmaya çalışmak en iyimser ifadeyle minareye kılıf hazırlamaktır.

***

Diğer önemli bir husus mülakatın kendisi. Son başvuru ve atama duyurusunda “Sözlü sınavda adaylar: eğitim bilimleri ve genel kültür; bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü; iletişim becerileri, özgüveni ve ikna kabiliyeti; bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı; topluluk önünde temsil yeteneği ve eğitimcilik nitelikleri yönüyle değerlendirilecektir” deniliyor. Bu sözlerle niyetimiz suyu bulandırmak değilse şayet, o zaman ciddiyetle, hakkaniyetle birkaç tespitte bulunmamız gerekiyor. Yaklaşık beş-on dakika süren mülakatlar ile duyuruda belirtilen bütün hususları tespit etmek mümkün ise üniversitede verdiğimiz eğitimin sonunda alınan diplomanın anlamı nedir? Bütün bu süre zarfında öğretmen olmak üzere eğitimden geçirilen kişinin uygunluğu tespit edilmiyorsa, edilemiyorsa ve nihayetinde verilen diploma, diplomayı alan kişinin ehliyetine ilişkin yeterli sayılmıyorsa bizim yürüttüğümüz yükseköğretim faaliyeti nedir, nasıl değerlendirilmelidir? Diplomanın bir yetkinlik belgesi olma hüviyetinden çıkarıldığı bu süreç bilindiği üzere merkezi olarak yapılan KPSS ile devam ettirilmektedir. Çünkü diplomanın yetkinlik belgesi olması merkezi planlamadaki yetersizlik nedeniyle anlamsızlaşmaktadır. İstihdam edilecek sayıdan çok fazla kişinin mezun olması ve istihdam edilmek için talepte bulunması Türkiye’yi ister istemez KPSS gibi bir merkezi sınav yapmaya götürmüştür. Talebin nesnel bir ölçü üzerinden arza göre sıralanması anlamını taşıyan KPSS’nin de MEB tarafından yeterli görülmeyişi ancak destekleyici objektif, makul ve meşru bir yöntemle anlamlı olabilirdi. Mülakat gibi rasyonalitesi, objektifliği meçhul, iltiması, kayırmacılığı çağrıştıran bir yöntemin atama sürecinde belirleyici kılınması bütün diğer hususlar bir yana pratik açıdan uygun değil, teorik olarak da anlamlı değil. Tekrar soralım: En az dört yıllık lisans eğitiminde fark edilmeyen hususlar 5-10 dakikalık mülakatla nasıl fark edilebiliyor? Mülakat Komisyonlarında görev yapan insanlar ne tür formasyondan geçtiler ki eğitim fakültelerinde eğitim veren akademisyenlerin dört yılda fark edemedikleri şeyleri anlık olarak tespit edebiliyorlar?

Kamu vicdanını rahatlatmak, adalet duygusunu daha fazla incitmemek için bu sorular çok önemli. Bu ülkenin nitelikli insanlarının aidiyetlerini hırpalamamak, güvenlerini zedelememek, emeklerinin ve gayretlerinin boşa gitmeyeceğini göstermek devletin en önemli ve öncelikli görevidir. MEB bünyesinde yürüttüğümüz tüm eğitim-öğretim faaliyetleri ve bu faaliyetlerin içinde gerçekleştiği büyük eko-sistem ancak bu ilke ve değerlere riayet ederek işliyorsa anlamlıdır. Eğitim faaliyetlerinde sözüm ona ilke ve değerlere, yönetimin temel prensiplerine vurgu yapıp uygulamada da tüm bu teorik anlatıya ters mülakat gibi iş ve işlemler yürütmek ancak fetişist inkârla mümkün. Bu paradoksal durumun izahı mümkün değil.

***

Türkiye’nin tarihsel-toplumsal bir hafızası var. Bu hafızada mülakatın ne anlama geldiği, kimler tarafından ne amaçla kullanıldığı bilinmeyen bir şey değil. Hem devletin temel yönetim ilkeleri üzerinden işleyişi hem de insan kaynağının adil ve etkin yönetimi noktasında hayati önemi olan uygulamaların ihdası kamu yönetimimiz için elzem iken bu yönde adım atmak yerine eski, problemli ve sorun çözücü olmayan tersine sorunları büyüten uygulamayı yürürlükte tutmak doğrudan ve dolaylı etkileriyle ülkenin bugününe ve yarınına kastetmektir. Üstelik strateji belgesinde uygulama, laf kalabalığıyla gerekçelendirilmişken eş zamanlı olarak sanki metin uygulamada değilmiş ve uygulamada tutan hükümetin kendisi değilmiş gibi, son şûrada da görüldüğü üzere kamusal söylemde adalete, objektifliğe, ehliyet ve liyakate vurguların dozajı da hiç düşmüyor. Hal böyle iken alanında birinci olan ve üstelik MEB’in tam da öğretmen niteliğini geliştirme gibi bir iddiayla sahne aldığı ve bu yöndeki en temel politikasını da öğretmenlerin yüksek lisans-doktoraya teşvik edilmesi üzerine kurduğu bir süreçte doktorasını yapmakta olan bir adayın ne tür formasyondan geçtiği ve 5-10 dakikalık bir uygulamayla adayın kaderini doğrudan etkileyen belirleyici bir değerlendirmeyi nasıl yapacağı belli ve mümkün olmayan bir komisyon eliyle elenmesi ancak Tanrı’ya inanmadığı halde vadedilmiş toprakların Tanrı tarafından kendisine verildiğine inanan fetişist inkâra benziyor. Ciddi olmak ve işlerimizi ciddiyetle yürütmek zorundayız. Fetişist inkârla çürümeden başkasının/ötekinin (her kim ise) sorumluluğunu alan bir ahlakla çıkabiliriz ancak. Zaten ahlak da buradan başlamıyor mu?



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER