Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

HER DEM YENİ DİRLİKTE…

Yazar Ümit Aktaş'ın, farklibakis.net'te yayınlanan yazısı...

HER DEM YENİ DİRLİKTE…

Günümüz Türkçesinin banisi sayılabilecek büyük ozan Yunus Emre, şiirleriyle bir açıdan Anadolu’nun çoraklaşmış topraklarında felsefi bir güzergâh açarken, diğer yandan ise geleceğin ülkesine bir lisan hazırlamıştır. Zira o güne değin Anadolu topraklarında kısmi bir egemenliğe sahip olan Anadolu Selçuklularının resmi dili Farsçaydı. Gerçi Osmanlılar her ne kadar Yunus’un hazırladığı güzergâh üzerinde hareket ederek resmi dil olarak Türkçe’yi esas alsalar da, ilim dilinde cari dil olan Arapçanın kullanımını sürdürmeleri, Hüseyin Atay Hocanın da belirttiği gibi, bu tür bir çift dillilik, Osmanlının süreç içerisinde ilmî açıdan tıkanması kadar, halkın bilimsel çabalardan haberdar olamamasının ve dolayısıyla da halk ile ulema arasındaki iletişimsizliğin ve toplumsal cehaletin de bir sebebi olmuştur. Avrupa ise bu tür bir sorunu Reformasyon süreciyle aşmaya çalışırken, Türkler bunun için Osmanlı’nın yıkımını bekleyecektir.  

Derviş Yunus’un sözleri tam olarak anlaşılamasa da, yolculuklar kadar yurtlanma çabaları da sürer gider; yeter ki usanmasın gönüller, dirlikten geri durmasın. Deyişleri yaralarımıza merhem olsa da, yeri geldiğinde bu yaralara tuz basmaktan da kaçınmaz Yunus:

“Dinlemeden anladık, anlamadan eyledik / Gerçek erin bu yolda yokluktur sermayesi.

Biz sevdik âşık olduk, sevildik maşuk olduk / Her dem yeni dirlikte, bizden kim usanası.”

Yenilik evet, yenilmemek için yenilenmek. Söz ile aşk ile dirilmek. Yeni dirliklerde yeni birliklerle devinimi sürdürmek…

“Yetmiş iki dilcedi, araya sınır düştü / Ol bakışı biz baktık, yermedik âm-u hası

Miskin Yunus ol veli, yerde gökte dopdolu /Her taş altında gizli, bin İmran oğlu Mûsî.”[1]

Evet! Bin Musa, bin kelam, bin diriliş… Ama her şeyin özü barış…

Günümüzde Avrupa Osmanlı gibi (federatif bir birlik) olmaya çalışırken, Osmanlı bakiyesi Türkiye ise, dünün Avrupası’na özenle ulusalcılığını ısrarla sürdürme çabası içerisinde.

Ulusal egemenlik fikri, kanlı savaşlara ve parçalanmalara yol açan Protestanlık sonrası Avrupa’sında, bu kaostan çıkabilmek için 1555 yılında Augsburg’da yapılan bir toplantıya dayanır. Machiavelli, Jean Bodin, Hobbes gibi düşünürlerce ortaya konulacak olan bu “ulusal” egemenlik anlayışı, egemenin hâkim olduğu toprak parçasında yasalar vazetme hakkına sahip olmasını, dahası “hükümdar hükmündekilerin dinini belirler[2] gibi bir formülü ortaya çıkarmıştı. Tabii ki bu, giderek egemenleşmekte olan kapitalist piyasaların toplumu biçimlendirme çabaları yanında, toplumu muhayyel ulusal sınırlarla sınırlama isteğinin de bir sonucuydu.

Ne var ki kanlı hesaplaşmaları bu anlaşma bile durduramayacak ve ancak yüz yıl sonra, 1648 yılında yapılan Westphalia anlaşmasıyla günümüz Avrupası şekillenecektir. Tabii ki bu, egemenlere artık “’religio’ (din) yerine ‘natio’ (ulus)” üzerinde egemen olmak gibi bir çözüm de bahşedecekti. Avrupa’nın (seküler) politik düzenini yaratıp yürürlüğe sokacak zihinsel çerçeveyi veya kalıbı kazara sunmaya yazgılı formül buydu: Ulus-devlet modeli. Bu ulus-devlet, devletin ‘biz’i ‘onlar’dan ayırma egemenliğinden yararlanan, bir bütün olarak ülkeyi bağlayacak düzenin tasarlanmasında tekelci, vazgeçilmez ve bölünmez hakları kendisine ayıran bir ulusla, ulusal tarih, kader ve refahın ortaklığından dem vurarak tebaasının itaatine layık olduğunu iddia eden bir devletten oluşmaktaydı. Modelin her iki kurucu unsurunun teritoryal sınırlar içinde çakıştığı varsayılmakta ve/veya kabul edilmekteydi.”[3]

Bu parçalanmanın geçici bir strateji, ideal olanın birleşik bir Avrupa topluluğu olduğu fikri ise, Leibniz ve Kant’tan beri dillendirilmekteydi. Ernest Renan da, bu ulusal parçalanmayı geçici bir durum olarak görenlerdendir: “Uluslar sonsuz değildir. Başladılar ve bitecekler. Avrupa konfederasyonu muhtemelen ulusların yerini alacak.”[4] Ernest Gellner’de ulusun bir zorunluluk değil, bir olumsallık olduğunu söyleyenlerden. Milliyetçilikler ise Batı emperyalizmiyle boğuşan toplumların Batı’dan öğrendikleri bir toparlanma biçimi. Ne var ki bu özdeş toplumlar oluşturma çabası da, emperyalizm sonrası oldukça kanlı çatışmalara ve ayrışmalara yol açacaktır.

Devamı >>>



Anahtar Kelimeler: DİRLİKTE…

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER