Hayatı okumak ve olup bitenlerden sonuçlar çıkararak yaşamak denen kaygıyı canlı bir renge boyamak; yazarın aslî bir görevi olarak kendine yer buluyor edebiyat dünyamızda. Bunun için edebiyatla sosyolojinin iç içe bir bakış açısına ihtiyacı var. Yaşananlara sadece edebiyatın penceresinden bakmak yerine sosyoloji, psikoloji gibi dallardan da yararlanmak ortaya konan çalışmanın izdüşümünü daha geniş bir alana yayıyor.
Fatma Barbarosoğlu’nun kitaplarını okurken olaylara bakış perspektifimizin oldukça geniş bir açıya ulaşması onun hayata bakışı ve yaşananları algılayış biçimiyle ilgili bir durum. Meselelere kadın penceresinden bakıyor gibi bir algı oluşuyor olsa da aslında o hepimizin hikâyesini anlatıyor.
2020 yılına yeni bir romanla girdi Barbarosoğlu. Profil Kitap’tan çıkan Hakikat İncinmesin (Şubat 2020) insanların hallerini anlatan bir yaşam mücadelesi romanı. Hayatta gerçek ya da düş fark etmez, bir şeyler yaşanacak. İnsan beşerdir, başına her şey gelebilir. Önemli olan; hakikat incinmesin.
Dört kadın dört yaşam
Kitabı okumaya başlayınca Barbarosoğlu’nun okuyucuları aşina oldukları bir metin ile karşı karşıya olduklarını anlayacaklar. Kitabın ilk bölümü “Bilge’nin Anlattığı” Yeni Şafak’ta yayımlanmıştı. Diğer bölümlerle ilk kez karşılaşıyor okur.
Bilge, Müberra, Naciye ve Evren romanın kahramanları. Dört bölümde her bir kahramanın hikâyesi çıkıyor karşımıza. Birbiriyle iletişim içinde olan dört kadın. Evin kızı Bilge, anne Müberra, evin büyüğü Naciye ve Evren Hoca.
İç burkan bir diyalogla başlıyor kitap. Okul sıralarındaki Müberra öğretmenine sorar:
- Öğretmenim hatıra nedir?
- Aklımızda kalanlardır.
- Aklımızda nasıl kalıyorlar.
- …
- Benim aklımda hiçbir şey kalmıyor.
Böyle başlıyor roman. Müberra’nın “Ben devletin büyüttüğü çocuklardanım…” sözü, yaşanan hazin hayatın film şeridini getiriyor gözlerimizin önüne.
Üniversite öğrencisi Bilge, hemşire Müberra, fırtınalı bir hayatı olan Naciye ve içinde büyük bir Gizem saklayan Evren. Aslında bu sıralama bize toplumun renklerini de sunuyor. Her şey var bu birliktelikte. Modern bir yaşamın yanında gelin-kaynana ilişkileri çıkıyor karşımıza. Müberra’nın yaşantısı geçerken gözümüzün önünden içimize oturan hüzün, Naciye’nin inişli çıkışlı yaşamı ile bol kahkahalı bir hale bürünebiliyor.
Güncel yaşamı da romanına taşımış Barbarosoğlu. Hem de romanın en yaşlı karakterinin sayesinde güncel dünyanın kapısından süzülüyoruz. Sosyal medya, dijital kuşatma, yeni yaşamlara açılan yelken hep Naciye’yle bütünleşerek buluşuyor okuyucu ile. Hayret ve kahkaha makamında bir yaşantı var en sosyalinden.
“Hakikat incinmesin”
Bu söz ile “Müberra’nın Anlattığı” bölümde karşılaşıyoruz. “Nurullah Paşa merhum, ‘Hakikat incinmesin yeter ki…’ derdi. Hakikatin incinmesi derken neyi kastettiğini hiç anlayamamıştım. İncinmek tamam. Ama hakikat nedir?”
İncinen birçok hakikat var. Zamana direnemeyen, yerini yadırgayan ve dar alanda bir tufana kapılıp giden yaşanmışlıklar inciniyor ister istemez. Bilge’nin yazdıkları ve yaşadıkları arasında kalan bir incinmiş hâl öylece duruyor annesinin kalbinde. Müberra’nın yarım başlayan ömrü; eşinin, çocuklarının ve Naciye’nin karşısında incinip duruyor. Evren de inciniyor. Yeni bir kimlik, yeni bir dünya arzulasa da istediği gibi gitmeyince dünyanın düzeni o da inciniyor yalnız kalbine yaslanıp.
İnsan, bütün bu olup biteni görünce ister istemez hakikat incinmesin demek zorunda kalıyor.
Karşımızda dört yaşam duruyor ama Müberra’nın yaşadıkları olay akışına daha bir yön veriyor görünüyor. Geri dönüşler, hayaller, kurgulanmış bir yaşamdan geriye kalan kırıklıklar ve Müberra’nın şu sözü olup bitene damgasını vuruyor. Dört kadının yaşam çizgisini de kendine çekiyor. “İnsanın kendisi, kendisine bile uzak.”
İncinerek geçiyor zaman. Barbarosoğlu, alışık olduğumuz roman tekniğine yeni güzellikler ekleyerek okuyucularına dört mevsimlik yüzünü de göstermiş oldu. Gülerek, hüzünlenerek, kendi kabuğumuza çekilerek, düş kurarak, kurduğumuz düşleri aynalara haykırarak diri tutmaya çalışıyoruz hakikati. İnsan ne yaşarsa yaşasın, sonunda karşısına hakikat çıkıyor.
Dört yaşam dört dünya demek. Hangisine yakın bulursa insan kendini bir toz ve tuz bulutu gibi savrulup gidecek. Çünkü yaşamak çok ağır bir yüzle çıkıyor karşımıza.
Kaynak: Ekran Gazetesi