Maşallah herkes taktik ve strateji uzmanı olmuş, siyaseti ve uluslararası ilişkileri öncelikle jeopolitik dengeler açısından analiz etmeyenin adeta hiç itibarı yok. Duygusal olmak, adalet ve merhamet gibi ütopik söylemler serdedip zaaflı görünmek çok büyük ayıp sayılıyor. Uzun, çok çok uzun vadeli hesaplar üzerinde hareket etmek ve üçü beşi değil bütün dünyayı kurtaracak zafer gününe değin bir şok herzeyi yutmaya, pek çok ilkeyi çiğnemeye baştan razı olmak öğütleniyor.
İnsanın fıtratına, fıtratını yaratan Rabbine yabancılaşması ne büyük bir tehditler ve tehlikeler doğuruyor. Ulus devletler çağında inşa edilen ulusal kimlikler evvel emirde adalet ve merhamet duygularını çiğnemeyi kışkırtıp konfor ve çıkar merkezli hayat hedefiyle insanları yoldan çıkarıyor. Modern sömürgeci Batı’nın ürettiği değer, sembol ve yöntemler Müslüman toplumlara da sirayet ettikçe bir taraftan emperyalizme diğer taraftan despotizme karşı çift yönlü mücadele etmek zarureti hâsıl oldu. Despotik iktidarların mı emperyalist politikaları beslediği yoksa emperyalist politikaların mı despotik iktidarları başımıza bela ettiği ayrı bir tartışma konusudur.
Hakikati Ters Yüz Etme Marifeti
Propaganda fert ve toplumun zihnini inşa etmek üzere çokça başvurulan bir araç. Sadece devletler değil büyüklü küçüklü örgütler, partiler, sendikalar bile olguya karşı algı inşa etmek, haklıyı haksız veya haksızı haklı göstermek üzere propaganda yapmayı önemli bir vazife addedebiliyor. Siyasi ilişkilerde özeleştiriye nadiren ve de dolaylı bir biçimde yer veriliyor. Hepimizin inanması için siyah beyaz bir dünya, tanımlı bir iyiler ve kötüler mücadelesi şeklinde özetlenebilecek bir senaryo işletiliyor.
Türkiye’deki Çin yanlısı Maocuların 1970’li yıllarda mevcut siyasal pozisyonlarını tanımlamak, SSCB’yi Amerika tehdidinden daha büyük ve öncelikli düşman şeklinde resmetmek üzere kullandıkları “baş düşman” söylemi epeyce bir zaman tedavülde kalmıştı. 1979 sonrası İran İslam Devrimi’yle birlikte Ayetullah Humeyni’nin Amerika için “büyük şeytan” ve İsrail için “küçük şeytan” tanımlaması da öncelikli düşmana karşı iç ihtilaf ve çatışmaları bir kenara bırakmanın zaruretine işaret ediyordu. Ne var ki yaşadığımız dünya sadece “baş düşman” ve “büyük şeytan”a karşı verilen mücadeleyi anlamlı ve faydalı diğerlerine karşı verilen mücadeleyi anlamsız ve faydasız şeklinde niteleyemeyeceğimiz kadar çok boyutlu ve çok aktörlü. Bu türden ideolojik şablon ve klişeler bazı şeyleri izaha yetiyorsa da birçok olguyu izaha değil olsa olsa inkâra ve saptırmaya yeltenmek anlamına geliyor.
2000’li yıllar itibariyle Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bağlamında Fas’tan İran’a dek 20’den fazla ülkenin Amerika ve müttefikleri tarafından parçalanacağına dair planlar açıklanmıştı. Amerika ve Avrupa böler, parçalar ve yutardı zaten, bunda şaşılacak bir şey yok. Ancak tam da bu süreçte Rusya’nın Gürcistan’dan Osetya ve Abhazya adında iki devlet daha çıkardığını nedense görmeye ve tartışmaya yanaşmadı kamuoyu. Benzer bir biçimde Ukrayna’nın nasıl parçalandığını, Kırım ve diğer iki büyük vilayetin nasıl ilhak edildiğini, Kerç Boğazı’nın nasıl Ukrayna’ya kapatıldığı gibi konular vakay-ı adiye sayıldı. Azerbaycan’daki Ermenistan işgalinin arkasındaki Rusya gerçeği de Karabağ meselesini derin dondurucuya terk etmeyi gerekli göstermiş olmalı. Hayalet ülkeye döndürülen Çeçenistan mevzusunu ise sadece Cahar Dudayev, Aslan Mashadov veya Şamil Basayev gibi kahramanların şehadeti dolayısıyla şöyle bir anıp hızlıca geçiliyor. Biz yine de daima tetikte duralım ve Rusya’yı değil BOP’u tartışmaya devam edelim. Maazallah Amerika’nın oyununa gelmeyelim!
Lüzumsuz Soru: Kim Yetim ve Öksüz Bıraktı?
İdlib’e sıkışıp kalmış dört milyona yakın muhacirin üzerine hemen her gün Rusya, İran ve Esed rejimi tarafından bombalar yağdırılıyor. Ancak İdlib’in öncesi de var. Şam’dan Halep’e, Der’a ve Rakka’dan Deyri-z Zor ve Humus’a değin bütün Suriye coğrafyası harabeye ve ceset tarlasına çevrildi. Failleri kim bu yıkım ve katliamların? Milyonlarca insanı evinden barkından söküp atan bu barbarlar ordusu kimlerden oluşuyor?
Şimdilerde İran’ın Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şaabi Komutanı Ebu Mehdi El Mühendis’in Amerika tarafından Bağdat’ta katledilmesi dolayısıyla bildik ezberler yine devreye sokuldu. “Amerika tarafından kim öldürülürse öldürülsün kahramandır, şehittir, onun yanındayız.” Kişinin değerini Amerika’nın dostu mu, düşmanı mı diye bir ölçüye göre belirlemek tuhaf bir perspektif. Bir yere kadar bakıp değerlendirmek neyse de nihai ölçü saymak kadar sapkınlaşmak da nedir?
Unutturulmak istenen çok temel bir mevzu var. İran uzun yıllardan bu yana Suriye ve Irak halkına tarifi ve telafisi imkânsız acılar, kayıplar ve yıkımlar yaşatıyor. Meselenin İran’ın Şii ve Fars oluşuyla bizce alakası yok ama İran bu siyasetini tamamıyla Şiilik ve Farslık siyaseti üzerine kurdu. Irak’taki Amerikan ordusuyla, Suriye’deki Rusya ordusuyla beraber Irak ve Suriye halkına karşı savaşan İran devleti nasıl oluyor da Kudüs yolunda ilerlemiş ve İsrail’e karşı savaşmış oluyor? Sahtekârlığın daniskası, rezilliğin zirvesi resmen.
Kırk yıl önce İran’dan edindikleri ideolojik ve siyasi formasyon basiretlerini öylesine körleştirmiş ki kalplerinin taşlaştığın da dillerinin yalana alıştığını da idrak edemiyorlar. Dünyayı Avrupa veya Rusya-Çin merkezli anlamlandırma çabaları gibi İran merkezli okuma ve anlamlandırma çabaları da benzer ideolojik ve siyasi angajmanları doğuruyor.
Tam olarak anlaşılamayan bir husus da şu: Amerika ve Rusya orduları öldürünce acıyor da İran orduları öldürünce acımıyor mu yoksa? Suriye ve Irak halkı “evimizi yakıp yıkacaksa İran askerleri yakıp yıksın, sakın ola ki Amerika ve Rusya askerlerini yanaştırmayın” diye feryad ediyor da bizim mi haberimiz yok acaba? Yoksa Musul’da, El Anbar’da, Bağdat’ta, Kerkük’te, Halep’te, Hama’da, İdlib veya Şam’da yokluk ve yoksulluk içinde kıvranan yüzbinlerce çocuk hep bir ağızdan şöyle mi söylüyorlar: “Ne mutlu bize ki İran sayesinde yetim ve öksüz kaldık! Ya Amerika ve Rusya öldürseydi anne babamızı?”
Yani ‘öngörülü davranıp’ her ne olursa olsun “katil Amerika ve İsrail” demekte ısrar etmeliymişiz. Amma on binlerce kez tespit ve teyid edilmiş olsa bile asla ve kat’a “katil İran” dememeliymişiz. Sömürgecilerin kurduğu mezhepçilik tuzağını boşa çıkarıp emperyalist Amerika’nın kafasına geçirmek için süper bir plan!
Uzun yıllardır (gerçek ve de mecaz anlamıyla) müsamere oynayan fakat kendilerini aydın ve kanaat önderi diye pazarlayan bir takım utanmazlar Suriye ve Irak’ta işkence, tehcir, yıkım ve katliamlara maruz kalan Müslüman kardeşlerimizin acılarını rezilce oyun eğlence yerine koyuyorlar. Katil Esed’e tek kelime laf edemeyen, Rusya’nın Suriye’deki işgalini tartışamayan, İran’ın Suriye ve Irak’taki cinayetlerine yarım ağız olsun itiraz edemeyen züppeler bütün Müslümanları Kasım Süleymani ve Mehdi El Mühendis için yas tutmaya, sinezen yapmaya ve şehadetini tebrik etmeye teşvik ediyor. Kudüs Ordusu ve Komutanı Kasım Süleymani’nin İsrail’le değil doğrudan Suriye ve Irak’taki Sünnilerle savaştığını söyleyince de “mezhepçi” biz oluyormuşuz. Hadi ordan, takıyyeci sahtekâr!