Hayat freni bulunmayan bir vasıta gibi hızla geçip gidiyor. Esasen hepimiz bir yolcuyuz. Ahirete doğru yol alıyoruz. Bu yolculuk Ahirette sonlanacaktır.
Ahirette her herkesin statüsü, makamı, mevkii ve göreceği nimetler veya alacağı cezalar, bu yolculuğun dünyada ki etabına göre şekillenecek ve gerçekleşecektir.
Kur’an bunu şöyle ifade eder.“Kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.” (Zilzâl, 99/7)
Ayrıca dünyada görülmemiş bazı hesaplar. Ödenmemiş haklar, Ahirette kurulacak (Mahkeme-i Kübra’da) büyük mahkemede görülecektir.
Kur’an bunu; “Amel defteri ortaya konunca, suçluların, onda yazılı olanlardan korktuklarını görürsün, “Vah bize, eyvah bize! Bu defter nasıl olmuş da küçük büyük bir şey bırakmadan hepsini saymış!” derler. İşlediklerini hazır bulurlar. Rabbin kimseye haksızlık etmez” (keyfi,18/46). Şeklinde İfade eder.
Peygamberimiz ( a.s) bu hakikate dikkat çekerek şu ikazları yapar.
“Hesâba çekilmeden evvel kendinizi hesâba çekiniz. En büyük arz (Allah Teâlâ’nın huzûruna çıkarılıp O’na arz edileceğiniz gün) için (sâlih ve güzel amellerle) süsleniniz! Şüphesiz dünyadayken nefsini hesâba çeken kimse için kıyâmet günündeki hesap hafif olacaktır.” (Tirmizî, Kıyâmet, 25/2459)
Yüce dinimize göre yerine getirmekle yükümlü olduğumuz haklar, genel olarak; Allah’ın hakları ve kulların hakları olmak üzere iki kısımda değerlendirilir.
Allah’ın hakları, O’nun emir ve yasaklarına saygı göstermek ve yapılması emredilen ibadetleri yapmak, zekât, fıtır sadakası, kurban ve kefaretler şeklinde sayabiliriz. Bütün bunlar aynı zamanda kamu yarar ve düzeni ile ilgili konulardandır.
Kul hakkı denince de, hayatın her alanını kapsayan birbirimize karşı sorumlu olduğumuz haklar anlaşılmaktadır. Bu haklar, daha çok insanların canları, bedenleri, ırz ve namusları, manevi şahsiyetleri, makam ve mevkileri, dinî inanç ve yaşayışları gibi konulardaki kişilik haklarıyla, mallarına ve aile fertlerine ilişkin haklardan oluşmaktadır.
Toplumda, kul haklarının daha çok bilinen şekli, maddi olanıdır. İnsanın her ne şekilde olursa olsun kendine ait olmayan bir şeyi meşru olmayan yoldan elde etmesi, kul hakkına girmektedir. Bu tür kazançlar dinimizde haram olarak tanımlanmıştır.
Bir de kul hakkının sırf manevi olanı vardır ki, bu da insanların manevi şahsiyetlerine saygısızlık etmekle oluşur. Yalan, iftira, zem, giybet, tekfir etme, ötekileştirme, küfür etme, itham, hakaret etme vb.
Kur’an’ın geneline baktığımızda birçok ayetinde, ya adaletten, ya hak kavramından, ya da bunları temin etmek üzere konulan ölçülerden bahsedilir.
Kullar arasındaki hak ve adalet esaslarını tespit eden birçok ayetten sonra, “İşte bu Allah’ın hudududur/ölçüsüdür, onu çiğnemeyin” (Maide, 5/87); mealinde ilâhî ikazlar gelir.
Bu uyarılar ışığında kul hakkının Allah’ın hakkından önce geldiğini söyleyebiliriz. Çünkü ahirette Allah adalet ile tecelli edeceğinden, ahiretteki büyük hesaplaşmada kullar, haklarından vazgeçmedikçe, Allah hak çiğneyeni, hak yiyeni affetmeyecektir.
Dolayısı ile kul hakkına giren herkesin, ahirette hesaplaşmak üzere bir çok bekleyenleri vardır. Bunlar başta akrabalar olmak üzere tanıdığımız tanımadığımız, kul hakkına girdiğimiz insanlar!
Onun için Peygamberimiz (s.a.v)’in şu uyarılarını yapıyor dikkate alalım:
“Bir kimsenin diğer bir kimsenin haysiyetine yahut malına tecavüzden dolayı üzerinde bir hak bulunursa, altın ve gümüşün geçmediği hesap günü gelmeden helalleşsin. Aksi takdirde, yaptığı haksızlık ölçüsünde, iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yüklenir.” (Buharî, “Mezâlim”, 10)
Hz. Peygamber (s.a.s)’in şu uyarısı bizleri düşündürmelidir: “Müflis kimdir biliyor musunuz? Ümmetimden müflis kişi, kıyamet günü namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerle geldiği halde; aynı zamanda birisine kötü söz söylemiş, birine iftirada bulunmuş, bir başkasının malını yemiş, başka birini dövmüş veya öldürmüş olarak Allah huzuruna gelen ve yaptığı ibadetlerin sevabı bu kişilere dağıtıldıktan sonra bile hak sahiplerinin alacakları bitmediği için sevapları biten ve onların da günahlarını üzerine alarak cehenneme giden kişidir.” (Buharî, “Edeb”, 102) buyurur.
Ve yine Peygamberimiz (s.a.v), vefatından birkaç gün önce, ashabına; “Benim üzerimde kimin hakkı varsa gelsin, hakkını benden alsın ve helalleşelim.” buyurarak kul hakkıyla ilgili sözlerinin yanında bizzat davranışıyla da bizlere örnek olmuştur.
O hâlde, başkalarıyla bir arada yaşamamızın bir gereği olarak, herkesin hakkına saygı göstermeliyiz. Kimsenin canına, malına, ırzına ve namusuna, manevi şahsiyetine zarar vermemeliyiz.
Eğer zarar vermişsek, hak sahipleri ile helâlleşmeli, zarar maddî ise onun karşılığını ödemeliyiz. Tabiki bu tanıdıklarımız bildiklerimiz içindir.
Şayet tanımadığımız ve bilmediğimiz kimselerin hakkına girmişsek, ya da hak sahiplerinin haklarını ödeyerek helalleşmediysek; Vay halimize!
İşte o zaman Ahirette müflis olmak ihtimali yüksek olacaktır.
Vesselam.