İnsan ile insan ve insan ile cemiyet arasındaki ilişkileri tanzim eden değişmez İslami prensipler mevcuttur, ancak değişmeyen ve ebedi olarak verilen hiçbir İslami üretimsel, toplumsal veya siyasi terkip bulunmamaktadır.
İslami kaynaklar böyle bir sistemin tasavvurunu içermemektedir. Müslümanların nasıl üreteceğine, toplumu nasıl organize ve onu gelecekte nasıl idare edeceğine ilişkin bilgiler, geçmişte nasıl ürettiklerine, toplumu nasıl organize ve idare ettiklerine nazaran farklılıklar arz edecektir. Her zaman ve her nesil önünde, İslam'ın ebedi ve değişmez temel mesajlarını, ebedi olmayan ve sürekli değişime maruz kalan dünyada gerçekleştirmek için yeni şekil ve vasıtaları bulma görevi durmaktadır. Bizim neslimiz de riski göze almak ve teşebbüste bulunmak zorundadır. Bu tür tanımlamaların mükemmelsizliğini bilerek ve bu sırada bize daha önemli görünen prensiplerle sınırlı kalarak şu sıralamayı ortaya koymaktayız:
1. İnsan ve Toplum
İnsan ve toplum için, sadece maddi görünümlü olan bilimsel, devrimci, sosyalist veya başka şekilde ifadelendirilen bir kurtuluş çeşidi yoktur. İç düzeni kapsamayan, insanı değiştirmeyen, onun iç rönesansını sağlamayan - Allah olmaksızın zaten mümkün değildir- bir kurtuluş sahtedir.
İslam toplumu sadece sosyal, ekonomik çıkarlara dayanarak veya diğer ve yalnızca zahiri, teknik bağlantı unsurlar üzerine tesis edilemez. İnananların topluluğu olarak o, kendi aslı içinde dini ve duygusal aidiyet içermektedir.
Bu unsur en açık bir biçimde, İslam toplumunun ana birimi olan cemaatte görülmektedir. Soyut bir birlik olan ve zahiri ilişkileri bulunan herhangi başka bir toplumdan farklı olarak, cemaat, manevi aidiyete bina edilen ve insanlar arasındaki bağları dolaysız, şahsi temasla ve tanışıklıkla sağlanan iç ve somut bir birliktir. İçinde, toplumun isimsiz üyesinin diğer başka isimsiz üyeye karşı değil, insana karşı insan vardır.
Tanışma ve yaklaştırma unsuru olarak cemaat, toplumun iç ahengine ve aralarındaki dayanışmaya katkıda bulunur ve teknolojinin ve sürekli büyüyen şehirleşmenin getirdiği yalnızlık ve yabancılaşma duygusunun yok edilmesinde yardımcı olmaktadır.
Ayrıca böylesine bir cemaat, toplumsal ve ahlaki normların potansiyel zorbalarına karşı zulme sapmaksızın etkili bir çeşit kamuoyu yaratır. Cemaatte iki manada yalnız olunmaz: İnsanın canının her istediğini yapma veya kendi kendine bırakılmış olma hususunda. Maddi ve manevi desteğinin ihtiyacını hissettiğinde hiç kimse yalnız değildir. Eğer Müslüman başkalarının varlığını hissetmiyorsa, Müslüman toplumu başarılı olmamış demektir. İslam, insanın diğer insana elini dolaysız bir şekilde
uzatmasını ister. Bu olmadan gerçek manada hiç bir şey yapılmış sayılmaz. İslam, devletin zorla arabuluculuk yapacak ve insanları birbirinden koruyacak ebedi durumuna razı değildir. Bu durumu İslam ancak şartlı ve geçici olarak kabul edebilir. Güç ve kanun sadece adaletin vasıtalarıdır. Adaletin kendisi insanların kalplerinde mevcuttur, aksi durumda adalet yoktur.
2. İnsanların Eşitliği
Çok büyük öneme sahip iki konu olan Allah'ın tek olması ve bütün insanların eşitliği Kur'an-ı Kerim'de öyle apaçık ve kesin bir biçimde ortaya konulmuştur ki ancak tek yoruma izin verilmektedir: Tek olan Allah'tan başka ilah yoktur; seçilmiş halk, seçilmiş ırk veya sınıf yoktur, bütün insanlar eşittir.
Sınıfsal kriterlerin yapıldığı ve insanları dış görünüşe göre ve objektif olarak gruplandırdığı gibi İslam böyle bir bölünmeyi kabul edemez. Bir dini ve ahlaki hareket olarak İslam için, insanları farklılaştıran ancak bu esnada ahlaki ölçütleri dikkate almayan bir faaliyet kabul edilemez. İnsanlar eğer farklı iseler, farklılıkları her şeyden evvel tam ne olduklarına göre tespit edilmek, yani sahip oldukları manevi ve ahlaki değerlere göre gruplandırılmak zorundadırlar. (Kur' an, el-Hucurat 13). Gün içinde ekmeklerini nasıl kazandıklarına bakılmaksızın bütün iyi insanlar aynı topluluğa aittirler. Tıpkı çalışma faaliyeti içindeki pozisyonlarına ve siyasi tercihlerine bakılmaksızın tüm kötü ve ahlaksız insanların aynı "sınıfa" ait oldukları gibi. İnsanların sınıfsal ayrımcılığa tabi tutulmaları, tıpkı ırki ve diğer türlü sebeplerden yapılan ayrımcılık gibi aynı derecede adaletsiz, ahlaki ve insani açıdan kabul edilemezdir.
3. Müslümanların Kardeşliği
"Müslümanlar kardeştir" (Kuran, el-Hucurat 10). Bu mesajla Kur' an-ı Kerim, uzaklığı sebebiyle sürekli ilerlemek için bir ilham kaynağı olabilecek hedefi belirlemiştir. İlan edilmiş kardeşliğe götüren yolun kısalması için, insanların içinde ve dışında muazzam değişimler gerçekleşmelidir.
Bu kuralda biz, uygun kurumların ortaya çıkarılması ve somut tedbirlerin alınarak, Müslümanların günlük hayatındaki gelişmelerinde daha fazla kardeşliğe yer verilmesi için, İslam birliğinde yetki ve sorumluluk görmekteyiz. Bütün Müslümanların kardeş oldukları emrine uyulması ve ona davet için gerçek İslami iktidarın alacağı tedbirlerin çeşidi ve sayısı, yapacağı faaliyet ve kanunların sayısı pratikte sınırsızdır. Büyük maddi ve toplumsal farklılıkları ile en çarpıcı örnek olarak burada feodalizmi zikredelim. Toprak sahibi ile köylü arasındaki ilişkiler kardeşçe değildir, aksine bağımlılık ve aşağılanma ile kendini gösterir ve böylece bu ilişki doğrudan Kur'an-ı Kerim'in bu emrine aykırıdır.
4. Müslümanların Birliği
İslam' da ümmet prensibi vardır, daha doğrusu, dini kültürel ve siyasi olarak bütün Müslümanların tek bir birlikte birleşmelerini ister. İslam milliyet değildir ancak bu toplumun üst milliyetidir.
Gerek ülküsel ayrılıklar (cemaatler, mezhepler, siyasi partiler vb.) gerekse maddi ayrılıklar (büyük maddi farklılıklar, toplumsal sınıflamalar vb.) bu birlikte ayırıcı olarak ileri sürülen ne varsa bu birliğe aykırıdır ve böylece bunlar sınırlandırılarak ortadan kaldırılmak zorundadır.
Bugünkü Müslüman dünyasında İslami ve gayr-ı İslami akımların tanımlanması için İslam birinci, Panislamizm ise ikinci noktadır. Bir toplumun iç düzenini İslam, dış düzenini ise Panislamizm ne derecede sağlıyorsa o toplum o derece İslamidir. İslam o toplumun ideolojisi, Panislamizm ise onun siyasetidir.
5. Sahiplik
Her ne kadar İslam şahsi mal varlığını tanıyorsa da, yeni İslam toplumu, bütün büyük toplumsal zenginliklerin, özellikle de doğal kaynakların, toplumun tümüne ait olacağını ve bütün üyelerin iyiliği için kullanılacağını açık bir şekilde beyan etmek zorundadır.
Bir taraftan toplumun bazı bireylerinin haksız bir biçimde zengin olmalarını ve güç kazanmalarını engellemek için zenginlik, kaynakları üzerinde, diğer taraftan halkın hayatında her geçen gün artan organize toplum anlayışına uygun olarak alınacak tedbirlerin ve hayatın çeşitli alanlarında gelişme programlarının gerçekleştirilmesi için lazım olan maddi temelin sağlanması için toplumsal denetim şarttır.
Farklı olarak tespit edilmiş ve uygulanmışsa da, ortak işlerin halledilmesi yolundaki toplumun katılımı ABD, Sovyetler Birliği veya İsveç'te aynı derecede büyüktür. Demektir ki mesele ideolojik veya siyasi yaklaşımdan değil, aksine, modern dünyadaki toplumların hayatlarının şartlarından kaynaklanan bir zorunluluktur.
Şahsi mal varlığı Kur'an-ı Kerim'in bir sınırlamasına daha tabidir; o da malın umumun iyiliği için kullanılması şartıdır. (Kur' an, el-Hucurat 34). Roma hukukunda olduğu gibi İslam' da şahsi mal varlığı anlayışı yoktur. Roma hukukuna nazaran şeriat hukuku mal varlığı hususunda bir tane eksik (ius abutendi - suistimal hakkı) ve bir tane fazla (umum iyiliği için kullanılması) yetki tanımaktadır. Hakiki İslami iktidar için bu farklılığın uzun vadeli ve pratik sonuçları vardır.
Buna ve ifade edilen Kur'an-ı Kerim'in emrine binaen, çeşitli biçimlerde görülebilen şahsi mal varlığının kullanılmaması ve suistimal edilmesi durumuna karşı bütün kanuni ve pratik tedbirler hukukidir. Fakirlik içinde olan toplumu parçalayan ve insanları ayıran aşırı zenginlik ve aşırı tüketim anlayışı ile adaletsizliğin ortadan kaldırılması hadisesi, İslami düzenin önünde, onun ayakta kalma meselesi ve temsil ettiği hakiki ahlaki değerler ile toplumsal duruş olarak bir anda belirecektir
(Aliya İzzetbegoviç - İslam Deklarasyonu Kitabından - Fide Yayınları)
Kaynak: Her Taraf