Milli Gazete'den Mine Alpay Gün yazdı;
Salgının belki de en önemli kazanımı insanlar, kitaba yöneldi.
Olumsuz koşulları lehlerine çevirip, pencereleri önünde oturup kitap okuyanları daha fazla görmeye başladık.
Son bitirdiğim kitap, Şaban H. Çalış’ın Hayaletbilimi ve Hayali Kimlikler isimli yapıtı. Kitabın konusu Neo-Osmanlılık, Balkanlar ve Özal etrafında gelişmekte. Marx, 1990 yılında kapitalist dünyanın nasıl ötekisi ilan edildiyse, Osmanlı’da; Modern Türkiye’de üzeri çizilip, diğeri ilan edilmesi ile benzerlik kurulmaktadır.
Çalışmada, Derrida’nın, “Marx’sız olmaz. Marx’sız bir gelecek olmaz. Marx’ın hatırası ve mirası olmadan hiç olmaz: Her koşulda bir Marx gerekir. Dehası ya da en azından hayaletlerinden birisi gereklidir” ve Yunus Emre’nin “Ölürse tenler ölür canlar ölesi değil” ifadeleriyle hayalet metaforuna yapılan atıf görülmektedir. Doğu Bloku’nun çöküşü, liberalizmin mutlak ilanı ile Marx nasıl reddedilmiş, ona uygun bir törenle defnedilmemişse, Osmanlı da ölüye yapılan muameledeki noksanlıklardan dolayı bu dünyada ruh/hayalet/hortlak olarak kaldığı hipotezini savunmaktadır.
Sovyetlerin, Yugoslavya’nın dağılması ile Balkanlarda, Ortadoğu’da Kafkaslarda Osmanlı bakiyesinden kalan sorunların tabir-i caizse hortlaması mevzusunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı dönemine dair geçmişini namünasip bir yöntemle unutturmaya çalışması Freudyen ifadeyle bastırılan tarihle barışılmamış bir şekilde su yüzüne çıkmıştır. Bu minvalde, ölüyü doğru defnedemediği için hortladığı, ruhunun huzur bulmadığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze kadar Osmanlı hayaletinin bu topraklarda gezdiğini ve tarihle barışılmazsa gezmeye devam edeceği ifade edilmektedir. Osmanlı’nın, Balkanların ve Özal’ın hayaletleri ve hayaliliği çağrıştırması; geçmişle bugün arasına mesafe koymak adına yerleştirilmeye çalışılan hegemonik anlayışta, geçmişin bugüne kurban edilmesi söz konusudur.
Bu hayalet metaforunun olumsuz bir anlamda kullanılmadığına, gerçeklik üzerine geçici şeylerin empozesiyle eylemsizlik misali zaman ve mekânın direnme gücünü göstereceğinin altı çizilmektedir.
Modern Türkiye’yi kuran “cengâver nesil” Osmanlı’nın 1918’de ölmesine, akabinde 1920’de defnedilmesine müsaade etmemiştir. Bilakis, 1918’den sonraki gelişmeler ruhunu Anadolu’ya çağırarak, ötekileştirip sonra görmezden gelerek gitmesi gereken yere bırakmamış, hüküm sürdüğü eski coğrafyasında hayalet/ruh/hortlak olarak gezmesine neden olmuştur. Kurtuluş Savaşı verilirken Osmanlı ve İslam adına verilen mücadele İzmir’in işgalden kurtarılmasıyla retorikte değişim yaşanmış, düşman olarak işaret edilen sadece yabancılar değil, Osmanlı düzeni de ötekileştirilmiştir. İzmir İktisat Kongresi’nde ise bu durum alenen konuşmalarda yerini almıştır. Devrimler gerçekleştirilirken de yapılan atıflarla diğeri olarak Osmanlı hep istenilmeden yaşatılmıştır. Güneş Dil Teorisi ve Türk tarih tezi ile Osmanlı’ya bakışta görmezden gelme dönemine girilmektedir. Ancak Wagner’a göre içerisi, dışarıda bırakılanın baskısını hisseder ve bastırılanın dönüşü kaçınılmaz olmaktadır. Bu durumda Osmanlı’yı yaşatan Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisidir. Modern Türkiye yönetici sınıfı, devletçi- seçkinci yönetim tarzını Osmanlı’dan devralmaktadır. Osmanlı’nın halktan kopukluğu, Modern Türkiye’de, “Köylü milletin efendisidir” retoriğiyle değişmemiştir. Cumhuriyet’i kuranlar, Kurtuluş Savaşı önderleri Osmanlılardır. Türküler, methiyeler, fıkralar, gölge oyunlarında, siyasi parti söylemlerindeki Osmanlı, Derrida’nın ifadesiyle Türkiye Cumhuriyeti’ne musallat olmuştur.
Cumhurbaşkanı Özal, “İnönücü akmaz kokmaz politika”yı, hükümeti pasiflikle suçlayıp her platformda özellikle Bosna özelinde arabulucu olmaya çalışmış, Balkan turuna çıkmıştır. Türkiye’nin Bosna’dan Orta Asya’ya kadar her ülkede liderlik yapması gerektiğini vurgulamakta, Osmanlı’ya atıfta bulunarak son 300 yıldır girilen “eziklikten” çıkılması gerekmektedir. Dönemin krizlerini fırsat olarak algılayan Özal, 400 yılda bir verilecek lütuflar olarak görüp Türkiye’nin liderlik yapması gerektiğini ve eski statükoyla ilerlenemeyeceğini sloganlar şeklinde vurgulamıştır.
Osmanlı’nın başarısı toplumu bir arada tutmak adına çok kültürlülüğü inkâr etmemiş, Osmanlı; hâkimiyeti altındaki birçok unvanı kullanmış, edebiyattan yönetime, dile kadar birçok unsurdan etkilenmiştir. İşte bu minvalde, Özal döneminin yapısal özellikleri ve düşün dünyası ile yeniden inşa olunan Neo-Osmanlılık ortaya çıkmıştır
2012 yılında Özal’ın mezarının açılıp otopsisinin yapılması sonucu net bir cevaba ulaşılmaması da, günümüz siyasetinde hayaletinin nüvelerinin olduğundan anlaşılmaktadır.
Şaban H. Çalış’ın Hayaletbilimi ve Hayali Kimlikler isimli kitabı
Çizgi Yayınları, Konya