Epey bir süredir dindar dünyanın aydınlarından siyasetçilerine, sivil toplum örgütlerinden İslami bilimlerdeki hocalarına kadar pek çok kesimin Müslümanca duruş sınavını kaybettiğinin altını çizmeye çalışıyorum. Bununla birtakım kişileri, grupları töhmet altında bırakmak gibi bir niyetim yok elbette. Ayrıca ahlaki erdemler sadece dindarlar için değil, eşrefi mahlukat olan bütün insanlar için geçerlidir.
?Müslümanca duruş sınavı?ndan kastım, İslam´ın evrensel mesajını içselleştirmeyi şiar edinmesi gereken dindarların son dönemde yeterince ahlaki ve vicdani bir duruş ortaya koyamamalarıdır.
Yeri geldiğinde İslami bilimlere vakıf olduğunu düşündüğümüz ulema dahil hepimiz adaletin İslam´ın temel ilkesi olduğunu, birey özgürlüğünün ve hakka-hukuka riayetin dinin esası olduğunu söylemeyi ve bununla övünmeyi pek severiz.
Ama bugün geldiğimiz noktada, aynı ulema ne hikmetse ülkede yaşanan hukuk ihlallerini, özgürlüklerin önüne konulan engelleri görmemeyi, hatta mümkünse bu konudaki olumsuzlukların üzerini örtmeyi tercih ediyorlar. Ancak isimlerinin önüne ?dindar´ sıfatı eklenen aynı kesimler, İslam´ın adalet ve özgürlüklerle ilgili temel ilkelerini bildikleri halde ve de günümüz İslam toplumlarının bu konudaki sefaletine rağmen, demokratik değerlerin hakim olduğu toplumlara karşı tepkisel bir dil kullanmaktan da çekinmiyorlar.
Ne zaman İslam ülkelerindeki özgürlük yoksunluğundan, adaletsizlikten, despotik yönetimlerin ahlaksızlığından söz etseniz anında bir savunma cephesi oluşturarak emperyalistlerin Müslümanları bu hale düşürdüğünü, ?özgürlük´ ve ?demokrasi´ gibi kavramların İslam dünyasını köleleştirmek için icat edildiğini söylüyorlar.
***
Farzedelim ki Batı bu kavramları bizi kandırmak için icat etti, peki Kur´an´da açıkça emredilen adalet, hukuk ve liyakat kavramlarını da mı Batı icat etti? Artık kendimizi kandırmaktan ve bir rahmet dini olan İslam´ı kendi siyasi ve ideolojik hedeflerimize ulaşmak için sponsor olarak kullanmaktan vazgeçelim. Hepimiz biliyoruz ki bugün İslam ülkelerinde yaşayan insanlar özgürlüğün ve refahın olduğu ülkelere gidebilmek için inanılmaz eziyetlere katlanıyorlar. Oturalım ve düşünelim, neden bu insanlar kendi ülkelerinde mutlu değiller...
Maalesef dindar ulemamız da, siyasetçilerimiz de, sivil toplum örgütlerimiz de dinin en açık ve net emri olan ?adalet? ve ?liyakat? kavramlarından hoşlanmıyorlar. Dahası, bu kavramların önemine işaret edenleri de hiç sevmiyorlar. Eğer şu anda yaşanan hukuksuzlukların, özgürlük yoksunluğunun Müslümanca duruş açısından bir zaaf oluşturduğunu söylerseniz, hemen savunmaya geçip ?Canım geçmişte de bu ülkede aynı hukuksuzluklar yaşanmıyor muydu?? benzeri argümanlara sığınıyorlar.
Kabul edelim ki böyle bir savunma dindarlar adına dramatik bir durumdur. Eğer başkaları hukuksuzluk yapıyor diye, dindarlar da aynı şekilde adalete, hukuka, liyakate riayet etmeyeceklerse dinin emirleri bizim için ne anlam ifade ediyor olabilir ki...
Kısacası İslam´ı kendi çıkarları için basamak olarak kullanan bazı ulema demek istiyor ki; geçmiş yönetimler hukuka, adalete riayet etmediler, dolayısıyla biz de riayet etmesek bir şey lazım gelmez... Yani geçmişte birileri zulmettiyse, biz de zulmedebiliriz öyle mi?
İşte böylesine vahim bir tabloyla karşı karşıyayız... Daha da hüzün verici olanı, İslam´ın adalet, hukuk ve liyakat gibi temel ilkelerini savunmayı ?ahlakı istismar etmek? olarak değerlendiren bir ulema zihniyeti var ki akıllara zarar... Eğer İslam´ın çağlar üstü mesajını, modern zamanların insanına bu zihniyetle götüreceksek vay halimize...
Oysa dindarlığın kemalini ve özünü oluşturan en önemli kavramlardan birisi ?ihsan´dır. İhsan, her zaman yüce Yaradan´ın huzurunda olma bilincidir. İşte bu özellik bize, davranışlarımızın hesabını hem kendi içimizde verebilme, hem de Allah´a karşı hesap verebilir olma bilincini kazandırır. Eğer din bilginlerimiz de bir gün, Yüce Yaradan dışındaki güçlerin huzurunda din üretme işinden vazgeçebilirlerse dinin siyasal bir araç değil, rahmet olduğunu anlayacaklardır.