Geçtiğimiz haftanın Pazar yazısı Roma filmini Meksika Sınırına bağlamıştı. Meksika Sınırı Kanal7´nin havuza bağlanmadığı dönemin favori programı idi. 3 İslamcı gencin hayata dair kaygılarını sahici sandığımız günlerdi. Anladık ki dertleri farklı imiş her birinin. Hala sınırda gezen Selahattin Yusuf naifliğine, sınır tanımayan İsmail Kılıçarslan kabalığına inat Tarık Tufan entelektüelliğine sarılmaktayız.
İslamcı gençlerin bu hikayesinin başlangıcında Ali Şeriati vardı oysa ki. Bugün artık pek de anımsanmayan İran Devrimi´nin yediği ilk evladı hem de daha devrim olmadan.
Şeriati´yi neden hatırladığımı çok iyi biliyorum. Bir grup arkadaşımla konuşurken hiç yoktan Cuma namazını tartıştıklarını gördüm bir whatsapp grubunda. Söz döndü Cumartesi Pazar tatil de Cuma neden değile geldi. Malum Pazar İsevilerin, Cumartesi Musevilerin kutsal günü. Pazarın kiliseye gitmek için tatil olduğuna tereddüt yoktu ama Cumartesinin de Musevilerle alakası yoktu.
İhsan Eliaçık´tan alıntılarla konu derinleşirken birden Ali Şeriatİ hatırlandı. 80 darbesinin ardından Kenan Evren elde Kur´an gezerken, İslam´ı entelektüel iştahla anlamaya çalışanlar için de Şeriati bir kapı oluyordu.
Daha öleli birkaç yıl olmuştu ve İran Devrimi bir umut olarak tarihe geçmişti. İmam Humeyni´nin diktatörlüğe evrilecek bir devrim yaptığına dair emareler ancak boy veriyordu.
Jean Paul Sartre; ?dinsizim ama inansa idim, Şeriati´nin dinine inanırdım? derken samimiyete bir borcu olduğu için konuşmamış olmalı.
Doğa-Tarih-Toplum ve Benlik zindanındaki mahkumiyetini yani 4 zindandaki sınırları nasıl aşacağını ilk defa Ali Şeriati´nin zihninden çözmeye çalıştık.
Türkiye´nin kapitalizmle imtihanının hızlandığı son 16 yılı Şeriati kavramları ile tanımlasak her halde ?zindanlardan zindan beğenelim? derdik.
İnşaat ekonomisinin altında ezilen, tarih diskurları ile hırpalanan bu 16 yılın neticesinde Nihat Hatipoğlu´nu televizyon starlığından rektörlüğe sıçratan (rektör aslında Hristiyanlıktan gelen bir kavramdır; tevafuka bakın) ve kendisini eleştirenleri mahşerde hesaba davet eden özgüvenin bu zindanın sağlam demirlerine bağlı olmadığını söylemek mümkün olabilir mi?
Batı merkezli olmakla itham edenlerin tamamının doğu merkezli hangi nirengiyi önerdikleri belirsiz olan bu kakafonik senfonide Şeriati´nin parmaklarının ucunda devrilen sigara ve ışıltılı parlak zekasını müjdeleyen hınzır gülüşünü hatırlamak lazım.
?Bu İbrahim´in dinidir; kana susamış tanrıların, mazoşistlerin, işkencecilerin değil. İnsanın mükemmelliğe ulaşmasının, bencillikten ve hayvani duygulardan kurtulmasının hikayesidir. Sen de İbrahim gibi kendi İsmail´ini getirmelisin Mina´ya. Senin İsmail´in kim? Ancak sen bilebilirsin başkası değil. Belki işin, eşin, yeteneğin, gücün, cinsiyetin, statün vs. ne olduğunu bilmiyorum ama İbrahim´in İsmail´i sevdiği kadar sevdiğin bir şey olmalı. Senin özgürlüğünden çalan, görevlerini yerine getirmeyi engelleyen, seni eğlendiren, hakikatı duymaktan ve bilmekten alıkoyan? Eğer Allah´a yaklaşmak istiyorsan İsmail´i Mina´da kurban etmen gerek.?
Bırak İsmail´i bizatihi İbrahim´i kurban edenlerin hikayesini yazar ve okur.
?Dine karşı din´ eserindeki şu cümlelerin ülkenin tepesindeki demoklesin koca kılıcını tanımlamadaki yerini es geçmek mümkün mü? ?Dost görünüşlü bir düşman olan, takva ve tevhid elbisesi içindeki şirk ile mücadele etmek zordur; hem de o kadar zordur ki,
Hz. Ali bile ona karşı mağlup olmuştur.?
İran Devriminin fikri hazırlacısı olarak kabul edimesinde ve İran´ın mevcut durumu arasında çelişki de bulunmuyor aslında. Ne demiştik? ?Devrim Yapılmaz Devrim Olunur.?
Bir devrim gerçekleştiğinde biter. İran Devrimi de tam olduğunda bitmiş ve yenilmişti. İmam Humeyni´nin sadeliğinin İran´ın dünyaya devrim ihracı misyonu ile kan uyuşmazlığının işleri buraya getireceği aşikardı desek bize de Ali Şeriati kadar kızan olur mu acaba?
?Ben herkesi rahatlatmak için gelmedim, ben rahatları rahatsız etmek için geldim? diyen birinden daha açıksözlü kim olabilirdi?
?Yıllar öylece geçti. Ben içtikçe susuzluğum artıyordu, yedikçe açlığım, konuştukça sessizliğim, duydukça yanıtsız kalışım, sahip oldukça yoksulluğum, elde ettikçe yoksunluğum, yaklaştıkça uzaklığım, başarılı oldukça yenikliğim, ünlendikçe tanınmazlığım, kalabalıklara karıştıkça yalnızlığım, doldukça boşluğum, sevindikçe üzgünlüğüm, zenginleştikçe muhtaçlığım, tanıştıkça yabancılığım artıyordu? Ta ki buranın yerim olmadığını anladım??
diyen bir yerleşik yabancının ikircimi ile bizleri hep hüzne ve kendimizi yeniden tartmaya sevk eden kutuptan söz ediyoruz.
Bu pazarı onun duasıyla bitiriyorum. Her satırına imzamı atıyor her cümlesine amin diyorum:
?Ey kadir olan Allah´ım, alimlerimize mes´uliyet,
halkımıza ilim, dindarlarımıza din,
müminlerimize aydınlık, aydınlarımıza iman,
tutucularımıza kavrayış, kavramışlarımıza tutuculuk,
kadınlarımıza bilinç, erkeklerimize şeref,
yaşlılarımıza bilgi, gençlerimize asalet,
öğretmenlerimize inanç, öğrencilerimize inanç,
uyuyanlarımıza uyanıklık, uyanıklarımıza irade,
muhafazakarlarımıza hareket, suskunlarımıza feryat,
yazarlarımıza güvenirlilik, sanatçılarımıza dert,
şairlerimize şuur, araştırmacılarımıza hedef,
tebliğlerimize gerçek, kıskançlarımıza şifa,
bencillerimize insaf, sevenlerimize edeb,
mezheplerimize vahdet, halkımıza kendini bilme,
tüm milletimize, samimiyet, himmet, özveri,
kurtuluşa yaraşırlık ve izzet bağışla??
Amin.