Boris Johnson antik Yunan tragedya şairlerini ezberden okumayı sevmiş olsa da, gittikçe Yunanistan başbakanı Aleksis Çipras´ın 2015´teki hali gibi duyuluyor. Yeni seçilmiş liderler olarak her iki siyasetçi de seleflerinin Avrupa Birliği´yle olan anlaşmalarını sorgulayarak, nahoş tavizlerden ve ufuktaki ültimatomdan kaçınmak için popülizme başvurdu.
Çipras´ın Yunanistan´ı için yarını olmayan tarih 30 Haziran 2015´ti. Bu, Yunanistan´ı kurtarma programının sona ereceği gündü. Alacaklılarıyla (Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası, Uluslararası Para Fonu) yaptığı kredi anlaşması uyarınca aldığı mali yardım olmadan Yunanistan´ın bekleyen 1,5 milyon euroluk taksidi Uluslararası Para Fonu´na (IMF) ödeme imkanı olamazdı. Eğer ödeyemezse iflas ederdi, ki böyle de oldu.
Boris Johnson içinse geri dönüşü olmayan felaket senaryosu 31 Ekim tarihli anlaşmasız bir Brexit. Ancak bu tarihler kıyametvari şekillerde ifade edilse de, aslında onlar gelip geçtikten sonra bile uzlaşma için vakit var. Değişen şeyse nihayetinde geri çekilmek zorunda kalacak olanın ödeyeceği bedel.
Gururlu müzakereciler işbirlikçilere karşı
Çipras Ocak 2015´te seçilmişti. Beş ay boyunca Atina´daki yeni hükümet Brüksel´i, Yunanistan´ın lehine şartları temel alan yeni bir mali yardım planına onay vermesi için ikna etmeye çalıştı ve bu taktikler öngörülebilir, topyekün bir bozgunla sonuçlandı. AB geri çekilmedi. Bugün bile Yunanlar SYRIZA´nın ilk beş ayından ironik bir şekilde "gururlu müzakere" diye bahseder.
Yine de Çipras ülke içinde siyaseten avantajlı, Manişeist bir çift kutupluluk yetiştirmeyi başardı: Ödün vermeyen, gururlu Yunanlılar bir tarafta, Brüksel´e yaltaklananlar diğer tarafta. Başbakanın yöntemlerine karşı çıkanlar, 2. Dünya Savaşı´nda Nazilerle işbirliği yapanlar için kullanılan bir sözcükle, "vatab haini" (quisling) diye yeriliyordu. Modern Almanya´yı Hitler´in Nazileriyle kıyaslamak, SYRIZA destekçilerinin gözde seçim sloganlarından biriydi.
Boris Johnson´da kendi gururlu müzakeresini açıklamak için Manişeizme başvuruyor. Yakınlarda Facebook´taki bir soru-cevap oturumunda, planlarına muhalefet eden parlamento üyelerine "işbirlikçi" dedi. Tıpkı SYRIZA destekçileri gibi Boris de AB´den, bir süper devlet (altında kendine bağlı devletler bulunan bir üst devlet - çn.) diye söz ediyor.
Rüya gibi bir anlaşma
Johnson´ın söylemleri siyaseten kullanışlı olabilir ama Brüksel buna pek kulak asmıyor. AB 2015´te Çipras´ın söylemlerini görmezden gelirken de aynı yavan ve monoton tavrı takınmıştı. Sadece bir anlaşmayı kabul etmişti, o da önceki Yunan hükümetiyle Euro bölgesi üye devletleri arasında zaten imzalanmış olan anlaşmaydı.
Çipras AB mukavemetinin üstesinden gelmek için tek yolun, yapılan anlaşmayı Yunanistan halkının ısrarla reddetmesi olacağını düşünüyordu. SYRIZA´ya göre insanlar AB temsilcilerine anlaşmayı kati surette reddettiklerini söyledikleri sürece rüya gibi yeni bir anlaşma mümkündü. Halkın talebi "Brüksel´in seçilmemiş bürokratları" için bağlayıcı olacaktı. Çipras ve Varoufakis (Maliye Bakanı) takımı işte bu mantığa göre referandum çözümünü benimsemişti.
Yunan hükümeti, 30 Haziran 2015 tarihli son mühlet gününden 3 gün öncesinde, 27 Haziran´da referandum yapılacağını duyurmuştu. Çipras mali yardımı, AB´nin hibe için belirlediği sert şartlardan ayırmaya çalışıyordu. Önceki anlaşmanın yükümlülükleri olmaksızın İngilizlerin lehine sonuçlanacak ideal bir Avrupa anlaşması vaat eden Boris Johnson´ın argümanı da bunun tamamen aynısı. Çipras gibi Johnson da Brüksel´deki "boyun eğmez bürokratlara" karşı müzakere kozunu güçlendirmek için, ütopyacı anlaşmasına halkın onayını arıyor.
Çipras´ın blöfü, görkemli bir şekilde elinde patlamıştı. Eurogroup başkanı Jeroen Dijsselbloem Yunanistan başbakanının demokratik meşrulaştırmayla ilgili argümanını çürütmüştü. Yunanistan´a müzakere masasının karşı tarafında bürokratların değil, Euro bölgesine üye 18 devletin yer aldığını; bu devletlerde de 18 referandum yapıldığını ve her birinin kendi halkına Yunanistan´a mali yardımı kabul edip etmediğini sorduğunu söylemişti.
Dijsselbloem kaidesi Yunan vakasında geçerliydi ve şimdi Boris´e karşı da geçerli. AB sırf popülist bir liderin kaprisleri yerine getirilecek diye 27 üye devletini temsil etmekten vazgeçecek değil. Bu, Johnson´ın Çipras deneyimden alabileceği en önemli ders.
İngiltere için 31 Ekim kritik tarih. Boris Johnson eli kulağındaki bir felaket tehdidini sağa sola savurarak, seçimlere hazırlanıyor. Seçmenleri de kaçınılmaz ve acılı bir uzlaşmayla karşı karşıya kaldığında yapmak zorunda kalacağı U dönüşüne hazırlamaya başladı. Anlatısı dramatikleştikçe kriz anındaki ikna ediciliği de artacak.
Siyasi dünyanın gururlu müzakereciler ve işbirlikçiler arasında bölünmesinin siyaseten kullanışlı olduğu çoktan ispatlandı (Boris kamuoyu yoklamalarında rağbet kazanıyor ve siyasi gündemi kendi ateşli söylemiyle tanımlıyor). Muhtemel bir uzlaşmadan sonra bile bu kullanışlılık dinmeyecektir. Bilakis Johnson´ın Manişeizmi, ister 31 Ekim´den önce ister sonra olsun, seçim zamanı da değerini koruyacaktır.
Çipras vakasında bu numara işe yaramıştı. Sonunda anlaşmayı kabul etmesinin ekonomik zararı -nefes kesen bir başarıyla ülkesini kurtarabilmek için şerefiyle ödün vermeye zorlanan, ihanete uğramış bir Don Kişot anlatısı benimsemişti- kendisi için siyasi kazanca çevrildi. Boris´in kartlarını doğru oynaması halinde bu, onun için de işe yarayabilir.
Thimios Tzallas Londra´da çalışan bir gazete yazarı ve siyasi yorumcudur. Policy Network, Balkan Insight, Ta Nea için olduğu kadar başka gazeteler için de yazı kaleme alıyor. Brexit, Europe and Greece´in (2019, Epikentro Publishers tarafından basıldı) yazarıdır.
Kaynak: Independent Türkçe