13. 10. 2018 Cumartesi
Sosyolojik olarak zayıf olanın güçlü olana benzemeye-dönüşmeye çalışması tarihsel bir gerçekliktir. Bunu Osmanlı Devleti üzerinden okumaya çalışırsak Doğu-Batı tartışması bu topraklarda 19. yüzyılın ortalarından itibaren süre gelmiştir. Osmanlı Devleti, 18. yüzyıldan itibaren eğitim ve sosyal hayat başta olmak üzere -yüzyıl sonra yönetim modelinde de- Batı´ya öykünmeye başlamıştır. Bu, oldukça önemli bir durumdur. Halifeliğin temsilcisi olan Osmanlı Devleti´nin Batı ile yarışmaya başlaması ve zamanla kimliğinden uzaklaşması hareket alanını tartışmaya açmış; siyasi ve askeri birçok gelişmenin ardından topraklarının önemli kısmını kaybetmiştir. Bununla birlikte Osmanlı´nın Batı´ya yaklaşması iki kültürün birbirini tanımasına da vesile olmuştur. Zira Osmanlı Devleti´nin Batılılaşma çabasından önce İslam dünyası ile Batı arasındaki ilişkiler daha çok savaşlar üzerinden yürümüştür.
Peki, Osmanlı Devleti´nin yıkılmasının ardından 20. yüzyılda Batı´nın İslam dünyasına bakış açısı nasıldı? Çünkü Osmanlı Devleti´nin zayıflaması, İslam dünyasının parçalanması Batı´nın kapitalist hareket alanını genişletmekteydi. Bu durum hala geçerli midir?
Batı´nın İslam dünyası üzerindeki hareket alanı bu yüzyılın başında sömürge mantığı ile hareket ettiği için gelişmişti, bu sürecin devamında İslam ülkelerinin bağımsızlığını kazanmaya ve Batı ile hemhal olmaya başlaması Batı için tehlikeli bir durum arz etmiştir. Batı, İslam dünyasını sadece yerinde ve sömürülmeye muhtaç bir durumdayken sevmiştir. Şimdi, İslam dünyasının Batı ile buluşmaya başlaması, Osmanlı Dönemi´ndeki gibi okumalarla anlaşılması mümkün değil ve Batı, bu durumu farklı kodluyor: İslamofobi.
Mülteci sorunu
İslamofobiyi besleyen unsurların başında günümüzde mülteci sorunu geliyor. Arap Baharı´nın ardından birçok İslam ülkesindeki iç savaş Müslümanların bir kısmının yurtlarını terk edip, Avrupa´ya gitmesine sebep olmuştur. Bu vesile ile Batılılar, sosyal anlamda İslam ile yeniden karşılaştılar. Ayrıca yakın dönemde Avrupa´nın birçok merkezinde DAEŞ tarafından gerçekleştirilen kanlı eylemler İslamofobi kavramını yeniden gündeme taşımıştır. İslamofobi, bu yüzyılın bize armağan ettiği bir kelime. Tartışılması gereken bir kavram. Bunu ön plana çıkaran bir tez yayımlandı Onto Yayıncılık tarafından: İslamofobi-Batı Literatüründe İslam Algısı ve İslamofobi. Kitabın yazarı, Fatma Kurt Sarıaslan.
Sarıaslan kitabında Soğuk Savaş sonrası dünya düzeninde teorik yaklaşımları, siyasal İslam´ın durumunu, İslam´ın küresel bazda tehdit olarak algılanmasının nedenlerini ve oryantalist bakış açısını incelemiş.
Kitabında yakın dönemin önemli siyaset bilimcilerin görüşlerini okurla paylaşan Sarıaslan, buradan çıkardığı genellemeler ile Batı´nın İslam dünyasına düşünsel bakışını yakalamaya çalışmış.
Medeniyetler çatışması
Bu dönemin önemli siyaset bilimcilerinden Samuel P. Huntıngton´ın medeniyetler çatışması bir dönem oldukça tartışılmıştı. Huntıngton bu kavramı ifade ederken üçüncü dünya savaşından bahsediyordu. Ama nasıl bir dünya savaşı? Ona göre dünya toplumları arasındaki büyük bölünmelerin ve çatışmaların temel sebebi kültürel farklılıkların gün yüzüne çıkması ve bunların kullanılmasıydı. Batı eskiden kendi içinde çatışmalar yaşarken şimdi Doğu, Batı´nın pasif objesi olmaktan çıkmış ve Batı ile yarışır boyuta gelmiştir. Bu durumda Doğu ile Batı arasındaki kültürel ve dini kimliklerin grup ve devlet politikalarını önemli derecede etkilendiğini ifade ediyor. Huntıngton, İslam´ın Doğu´yu temsil ettiğini düşünerek, onu Batı´nın ötekisi olarak yorumlamakta. Bunu belirtirken de İslam kılıç dini olarak tanımlar.
Diğer siyaset bilimci Bernard Lewis ise Doğu ile Batı´nın arasındaki çizginin oldukça belirgin olduğunu ve iki varlık arasındaki mesafenin zaman içinde iyice açıldığını ifade etmektedir. Ona göre Doğu toplumları, Batı sayesinde demokrasi ile tanışmıştır fakat buna rağmen Batı´yı da kapitalist olarak suçlamıştır! ?Bernard Lewis, İslam dünyasında, olağanüstü dönemlerde, Müslümanların kendi temel kimliklerini ve dini topluluk içindeki bağlılıklarını etnik veya ülke ölçütüne dayanarak değil, İslam dinine başvurarak bulma eğilimi içinde olduklarını açıklamaktadır. Lewis, İslam dünyasının bugünkü gerçeğini, Batı´ya karşı duyduğu öfke ve kızgınlık açısından değerlendirmektedir.?
Oryantalist yorumlar
Sarıaslan´ın kitabında öne çıkardığı Samuel P. Huntıngton ve Bernard Lewis gibi siyaset bilimciler İslam´a oryantalist bir bakış açısıyla yaklaşmış ve yorumlamıştır. Günümüz Müslümanlarını anlama başlığı altında Doğu ile Batı arasındaki çatışmanın tarihsel köklerinin sadece bir kısmını ön plana çıkarmışlardır. Bununla birlikte İslam´ın kuşatıcılığını ifade etmekte yorumlarının yetersiz kaldığını söylemekte fayda var. Şu cümle Lewis´e aittir: ?Çoğu Müslüman fundamentalist değildir ve çoğu fundamentalist de terörist değildir ama günümüz teröristlerin çoğu Müslüman´dır ve Müslüman olmaktan gurur duyar.? (Bernard Lewis, İslam´ın Krizi, Literatür Yayınları, s.119)
Her iki siyaset bilimci İslam´ın tarihsel kökenlerine inmeye çalışırken, Hıristiyan Batı´nın tarihsel kökenleri üzerinden yorumlama yapmamakta, bu da anakronizmi çağrıştırmaktadır. Batı´yı tamamıyla tarihi inşa eden bir unsur olarak göstermeye çalışırken, Doğu üzerinden İslam´ı da tarihsel gelişimi engelleyen bir unsur olarak yorumlamaktadırlar.
İslamofobi kitabı, güncel bir kitap. Batı´da İslam korkusunun temelleri ve düşünsel altyapısını akademik dilde merak edenlere tavsiye edilir.
Kaynak: dunyabizim.com