“Beyaz Ruslar”ın olduğunu biliyorduk ama ‘Beyaz Türk’lerin varlığından haberimiz yoktu. Hürriyet gazetesinde Amerika’dan yeni geldiği için ‘her şeye uzaylı gibi baktığı’ söylenen Serdar Turgut ‘Beyaz Türkler’den söz açtı da bu konuda aydınlanmış olduk (Hürriyet, ‘Renkler’ köşesi, 2223.3.1995).
Efendim, Sayın Turgut şöyle diyor: “Bilmem farkında mısınız ama, şu anda Türkiye’de önemli bir sessiz çoğunluk oluşmuş durumda. Ben bu çoğunluğu Beyaz Türkler diye adlandırıyorum. Gönül rahatlığı ile ilan ediyorum ki ben de bu azınlığın içindeyim. (Yazar bu çoğunluk-azınlık karıştırmasını bir sonraki yazısında düzelterek esasen ‘çoğunluk’ demek istediğini hatırlattı)”.
Turgut’un tarif ettiği azınlık (kendisi çoğunlukta diretiyor ama dil sürçmesi bir gerçeğe işaret ediyor) insanların dini inanışlarını ve mezhep farklılıkları ile etnik farklılıklarını öne çıkarmalarını önemsemiyor.
Rahatsızlık veren şey, bu farklılıkların sürekli gündemde tutulması, insanların yüzlerine bağrılması.
Beyaz Türkler olarak “sadece kısacık yaşamı güzel ve nitelikli bir şekilde yaşamak” istiyorlar. Ne var ki etrafları çevrilmiş durumda. “Çember yavaş yavaş daralıyor” ve kendileri acayip şekilde bunalıyorlar.
Halbuki onların kavga etmeye hiç niyetleri yok “Rasyonel bir toplumda rasyonel bir yaşamı minik keyiflerle yaşamak” istiyorlar sadece. Ama, işte, bu engelleniyor.
Turgut, “Üzerimizdeki baskı artarsa sonunda biz bir patlayacağız ki herkes ne olduğunu şaşıracak.
Gerçek kavmin ne demek olduğunu o zaman görecek”, diye tehditler de savuruyor. “Kendimizi tutuyoruz”, diyor Turgut. Diyor ama, ertesi günkü yazısında Beyaz Türkler’in neredeyse topyekün sinir hastası olduklarını, özellikle hanımların depresyon tedavisine başladıklarını belirtmeden de geçemiyor.
Bu “Beyaz Türk” yakıştırmasının üzerinde niçin durduk?
Burada elbette ki bir “zihniyet” oluşumu gözleniyor.
Bu zihniyet barıştan yana olanlara “beyaz”, kavgadan yana olanlara “kızıl” demiyor. Ortada kavme, ırka, asalete dayandırılan bir ayrım da yok.. Peki nedir o zaman? Şudur: Ülkedeki korkunç boyutlara varan gelir farklılaşmasının oluşturmaya başladığı bir yaşam biçimi ve bunun neticesi bir “zihniyet” belirdi.
Bu konuda ilginç şeyler söylenen bir kitap var önümde: Pop Çağı Ateşi. Yazan, Can Kozanoğlu (İletişim Yayınları, Şubat 1995). Bakın neler diyor Kozanoğlu: “Yeni hayat, hayatı ikiye ayırıyor. Bir yanda “asıl hayat” ki ideal olan da bu: Projeksiyonların altında yaşanıyor. Gazetelerde, televizyon programlarında büyük yer kaplıyor. Yeni değerler orada üretiliyor. Neye özenileceği, neye ulaşmak isteneceği oraya göre belirleniyor. İdeal insan portreleri oradan çıkıyor. Ne var ki bu hayatın steril yaşanması gerekiyor.
Özel bölgelerde, koruma çemberinde, giriş çıkışların kontrol altında bulundurulduğu, duvarlarla çevrili bir ortamda…
Batı’da, özellikle Amerika’da “site hayatı” giderek yaygınlaşıyor. En zengin olanlar yüksek duvarlarla çevrili malikanelerinde yaşıyorlar. Bu kadarına gücü yetmeyen “güçlüler” ise yeni sitelerinde. Çok özel güvenlik filtrelerinden geçemeyenler sitelere giremiyor. Lokanta, market, spor sahaları, sağlık merkezi… Bir kentte ortak mekan olarak paylaşılabilecek ne varsa bu sitelerde de var; duvarın dışıyla fazla muhatap olmamak için… Site sakinleri arabalarına atlayıp işe gittikleri zaman, ancak güvenlik kartlarıyla aşılabilecek kapılardan geçiyorlar. Adım attıkları yer, büyük ihtimalle, yine steril, tasarımı yine site mantığı ile yapılmış bir iş merkezidir. Bu hayatı artık biz de tanıyoruz…
Yeni dünya hem zengin, hem başarılı, hem özgürlerin dünyası diye köşe yazıları yazılırsa; gürbüz, beyaz ve “güçlü” olmak değer hâline getirilirse, insanlar birbirlerini zonta, maganda, entel diye dışlarlarsa… Her şey metropollerdeki, İstanbul’daki hayat üzerinden tartışılırsa, “ekonomik akü” dünyanın merkezine yerleştirilirse… Böyle bir ortamda bir şey mutlaka, ama mutlaka paltayacaktı…” Kozanoğlu’na göre Refah patlamış. Yani Refah Partisi’ni kastediyor.. Burada bir anlam kaydırması yapmaya hakkımız var sanıyorum: Patlayan esasen Beyaz Türkler’in “refahı” olmasın…
(Yayın tarihi: 10.4.2000)