Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Yapılar “arası” ve yapılar “içi” çatışmalar

Süleyman Seyfi Öğün yazdı;

Yapılar “arası” ve yapılar “içi” çatışmalar

Târihsel, toplumsal, siyâsal ve ekonomik mücâdeleleri temellendirmek yolunda, belli ayırım ve kategorilere dayalı olarak çok sayıda teorik model geliştirildiğini biliyoruz. Siyâsetten misâl verelim. En tipik ve basit ayırımlardan birisi “iktidâr” ile “muhalefet” ayırımıdır. Buna bakarak pek çok siyâsal çatışmayı açıklamak mümkündür. Aynı meseleye toplumsal ve ekonomik düzeyde bakacak olursak, “sınıflar” devreye girebilecektir. Devletler arası, uluslar arası mücâdeleler bu konuda verilebilecek diğer misâllendirmeler olarak değerlendirilebilir.

Doğrusu, bu tarz modellendirmeler arasında benim daha derinlikli bulduğum, “yapısalcı”, kısmen ve yerine göre “kurumsalcı” yaklaşımların geliştirdiği örüntülerdir. Meselâ “iktidâr” kavramına basit olarak “iktidarlar” veyâ “muktedirler” meselesi olarak bakmamaya çalışırım. İktidar, veri iktidâr veyâ muktedirlerden muaf olarak bir “yapı” ve onu donatan “kurumlar” meselesidir. Bunun gibi, sınıflar da eğer birer yapı formu olarak karşımıza geliyorsa mânâ kazanır. Benzer olarak uluslar veyâ devletler birer yapısal-kurumsal kıvam kazanarak ortaya çıkıyorsa üzerinde akılyürütmeyi hak ediyor demektir.

Bu yaklaşım “maddîci” bir temellendirmeleri esas alır. Yapısalcı târihçi Braudel, “Bana büyük adamların menkıbelerini değil, târihini yapacağım yerin iklim, coğrafya şartlarını getirin” derken bunun kastediyordu. Diğer taraftan bunun indirgemeci “maddeci” bakıştan farklı olduğuna işâret etmem gerekir. “Maddîci” değerlendirmeler, meselâ Marx’ın “maddeci” bir eksende yaptığı meşhûr “alt yapı-üst yapı” ayırımı gibi değildir. Marx “öznel”, zihinsel yapıları gözden düşüren ve üretim tarzı gibi maddî yapılara indirgeyen bir bakışa sâhipti. Hâlbuki “ideolojik”,”dinsel” veyâ “hukûkî” yapılar da; evet belki ekonomik yapılar gibi birinci derecede olmasa da son derecede belirleyici bir role sâhip olabilmektedir.

Beşeriyetin târihsel serencâmı, yapılar arasındaki etkileşimler ve ilişkilendirmeler üzerinden tecelli ediyor. Bu etkileşimler çatışmalar veyâ uyuşum ve eklemlenmeler olarak tezâhür ediyor. Meselâ sistemik oluşumlar uyuşum ve eklemlenmeleri ifâde ediyor. Sistem krizleri ise bu uyuşum ve eklemlenmelerin aşınmasını ifâde ediyor.

Kapitâlizm sistemik bir niteliktir. Bu sistemik oluşum, târihçi Mustafa Özel dostumun çok mühim bulduğum ve iştirak ettiğim haklı vurgusuyla sâdece kapitâlden ibâret değildir. Kapital, yâni sermâye birikimi sürecin ekonomik ve en maddî temelini vücûda getirmiştir. Kapitalizm ise “modern devlet”, “uluslar”, “siyâsal toplumlar”, “ideolojiler”, “sanatlar”,”dinler” benzeri diğer yapısal oluşumlar ona eklemlendikten sonra doğmuştur. Hâsılı, kapitalizm sistemik bir kıvama işâret ediyor.

Sistem kavramının bâsit târifi, “unsurlarının uyum içinde çalıştığı bir bütün“ olarak yapılır. Bu târifi çok da abartmamak gerekir. Bir defâ her sistem kendi sistem karşıtlığını üretir. Sistemik devâmlılık, veri sistemin, sistem karşıtı süreçleri massetme kaabiliyetinin işlevidir. Diğer taraftan bahsedilen uyum mutlak da değildir. Bu uyum çok defa, fizik tâbiriyle kendi içinde “çalışan” bir mâhiyettedir. Meselâ “kapitalizmin asal unsurlarından olan “modern devlet”, Marksistlerin âdetâ bir ezbere çevirerek sık sık kullandığı üzere mutlak olarak “kapitâlin yararına çalışan bir baskı aygıtı” değildir. Devletlerin rasyonelleri ile kapitalin rasyonelleri esasta hayli farklıdır. Eğer bir yerde devlet kapitâlin bekçiliğini yapıyorsa, ki -kabûl ediyorum- bunu yapmaktan çok defâ geri durmazlar, bunu mutlak olarak görmemek gerekir. Poulantzas gibi Marksistler bile zamânında boş yere “devletin özerkliğinden” bahsetmediler. Yeri gelir devlet ile kapitâl kıran kırana mücâdeleye tutuşabilir.

Bu yazı bir üniversite dersi vermek niyetiyle yazılmadı. Niyetim kanlı canlı, birebir yaşadığımız süreçlere nerelerden bakacağımıza dâir bâzı yerleri işâretlemektir. Bugün “salgın”, “iklim değişmeleri ”, “üretim krizleri”, “tedârik zincirlerindeki kırılmalar”, “su eksilmeleri”, “enerji kısıntıları ”,”gıda krizleri” gibi; çok değil, bir kaç sene evvel aklımıza gelmeyen kritik krizleri eş anlı idrâk ediyoruz. Basit olarak ekonomik refah düzeylerimizin düşmesi değil bahsettiklerimiz. Evet o da var tabii, ama meseleler topyekûn olarak bir “medeniyet krizine mi sürükleniyoruz” sorusunu sordurur cinsten. Sistemik bütünü oluşturan yapılar giderek sertleşen bir kavgaya tutuştu. Devletler ve uluslar kendi aralarında çatışıyor. Yetmiyor uluslar; kendi içlerinde şu veyâ bu sebep ve sâikle %50-%50 bölünerek çatışıyor. Kapitâl güçleri ile devletler geriliyor ve kopmanın eşiğine geliyor. Son gelişmelerin gösterdiği üzere kapital güçleri de teknolojik, finansal ve konvansiyonel çevreler olarak bölünerek çatışmaya başladı. “Yapılar arası” çatışmaları “yapılar içi” çatışmalarla eşleniyor.

İnsanlığın nerelere evrileceğini önümüzdeki senelerde idrâk edeceğiz. Şimdilik kesif bir belirsizlik hâkim. Ama emin olabildiğimiz tek bir şey var. O da artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak... Geri dönüş yok...Benim için temel endişe kaynağı ise, müthiş bir realizm ile en uçuk metafizik senaryoların iç içe geçtiği tuhaf bir iklimin içinde olmamız. Stratejik düşünce, reelpolitik tahliller, katı bir ekonomizm hiçbir mâniye çarpmadan astrolojik tahlillerle kaynaşıveriyor... İradeyi boğan da gâliba bu... Korkum, yaşadıklarımıza vaziyet edebilmek şansımızın da bu şekilde çar çur edilmesi...



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER