“Eğitimciler bu ve benzeri çocukların neden böyle davrandığı üzerine çalıştaylar yapıp hatayı kendilerinde, sistemlerinde aramalılar”
Araştırmacı-yazar Bülent Şahin Erdeğer.
Gazeteci-yazar Bülent Şahin Erdeğer, Türkiye’de hukuk konusunda yapısal bir zihniyet sorunu olduğunu ve sorunun temelde birçok krize altyapı hazırladığını söyledi. Eğitim sisteminin öğrencileri belirli resmî ideolojiler ve tabular çerçevesinde kalıba sokarak makbul vatandaşa dönüştürmek üzere kurgulandığını belirten Erdeğer, Kuran’a tekme atma olayına dair görüşlerini belirtmeden önce şu genel değerlendirmeyi yaptı:
“Türkiye’de hukuk konusunda yapısal bir zihniyet sorunu var. Bu temel sorun ülkede yaşadığımız birçok krize de altyapı oluşturuyor. Hukuku ve dolayısıyla insan hak ve özgürlüklerini değil de çeşitli tabuları, kişi kutsayıcılığını esas aldığımızda her ne suç işlerse işlesin kişinin başlı başına gözetilmesi gereken özne olduğunu ıskalıyoruz. Eğitim sistemi yurttaşların şahsiyetlerini kazanmalarına, farkındalık edinmelerine yardımcı olmak için var olmalıdır. Bu da ancak Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi eserinde anlattığı gibi özgürleştirici bir pedagoji ile mümkün olabilir. Türkiye’de ise öğrenci belirli resmî ideolojiler ve tabular çerçevesinde kalıba sokularak makbul vatandaşa dönüştürülmek üzere eğitilmektedir. Kişi kültleri ve kutsallar üzerinden emirlere itaate başkaldırmayacak pasif ve silik insanlar istiyoruz çünkü. Çocuklarımızı daha iyi insanlar olsunlar diye değil ‘iyi bir iş bulsunlar’ ya da ‘bizim başımızdan gitsinler, onlardan kurtulalım’ diye okullara yolluyoruz. Bu durum sadece bir kesimle de sınırlı değil. Dindar muhafazakârı da, çağdaşlaşmacı görünümlü seküleri de böyle maalesef.”
“Kur’an’a saygısızlık ve hakaret meşru görülemez”
Kur’an’a saygısızlık ve hakaretin meşru görülemeyeceğini anlatan Erdeğer’e göre eğitimciler bu olay ve benzerlerinde çocukların neden böyle davrandığı üzerine çalıştaylar yapıp hatayı kendilerinde, sistemlerinde aramalı:
“Örneğin son yaşanan olay 14-15 yaşlarında çocukların sorumsuzca yaptıkları ve disiplin suçunu gerektiren bir hareket. Kutsala, Kur’an’a saygısızlık, hakaret elbette meşru görülemez. Ancak bu saçma/aptalca hareket karşısında eğitim sisteminin tavrı kanaatimce daha bir çocukça, saçma ve aptalca. Sistemin başarılı olamadığını gösteriyor. Yukarıda belirttiğim üzere zaten bu çocuklarda bir bilinç/şahsiyet farkındalığı oluşturamamışsınız, artı olarak bir de hedeflediğiniz kindar/dindar muhafazakâr gençliği de oluşturmamışsınız ki ‘Mushaf’a rövaşata’ çekip bunu sosyal medyaya yükleyebiliyor bu çocuklar. Bu çocuklar için sosyal medyada Kur’an’a saygısızlık bir meydan okuma bir eğlenceyle karışık gösteriyse, çocukların eğitim hayatlarının bitirilmesi, okuldan atılmaları gibi aşırı bir cezalandırmaya gidileceğine dair açıklamalar da en az o kadar bir gösteriden ibaret. Oysa eğitimciler bu ve benzeri çocukların neden böyle davrandığı üzerine çalıştaylar yapıp hatayı kendilerinde, sistemlerinde aramalılar.”
Yazar Metin Karabaşoğlu.
“Özür sonrasında, Kur’an için zaten kabul edilemez olan bu fiilin başka herhangi bir kitap için de uygun bir davranış olmadığı söylenerek, mesele bu noktada kapanabilirdi”
Yazar Metin Karabaşoğlu, olayın sosyal medyadaki yankılarından sonra görüntülerden haberdar olduğunu ve Kur’an-ı Kerim için zaten “kabul edilemez” olan bu davranışın başka herhangi bir kitap için de uygun bir davranış olmadığını vurguladı. Karabaşoğlu, gençlerin özür videosunun ardından bu konunun kapanması gerektiğini söyledi. Üç gencin cezalandırılmasını “sert bir idarî tedbir” olarak değerlendiren Karabaşoğlu, şöyle konuştu:
“Antalya’da liseli gençlerin okulda çekmiş oldukları video ve sonrasında yaşanan gelişmeleri yakından takip etmiş değilim. Sosyal medya üzerinden takip ettiğim bazı hesapların olayla ilgili yorumları ile bu olaydan haberdar oldum ve izlemediğim videoda ‘Kur’an’ı tekmelediği’ ifade edilen gencin ‘O kitabın Kur’an olduğunu bilmiyordum’ şeklindeki açıklamasıyla birlikte gelen özür beyanını gördüm. Kanaatimce, bu özür sonrasında, Kur’an için zaten kabul edilemez olan bu fiilin başka herhangi bir kitap için de uygun bir davranış olmadığı söylenerek, mesele bu noktada kapanabilirdi.
“Meselenin bu noktada kalmamasını, bilakis üç gencin okulda okumaktan mahrum bırakılmasını, mevcut siyasî zeminde böyle sert bir idarî tedbirle ‘din düşmanlığına karşı dinin hâmîliği’ şeklinde bir siyasî sonuç çıkartma ‘ihtiyacı’ ile ilgili görüyorum.
“Kur’an’da mü’minler, müşriklerin taptıkları putlara, yani onların kutsallarına ‘sövmemeleri’ konusunda uyarılmışlardır (bkz. En’am sûresi, 108). Öte yandan, meşhur Ebu Mahzure vak’asında Resûlullah, Mekkeli müşrik ailelere mensup olup ‘ezanı alaya alır halde gördüğü’ bir grup genci sert bir şekilde cezalandırmak yerine yaptıklarının yanlış olduğunu anlamalarını sağlayacak bir tutum takınmış ve bu olay o gençler içinde ezanı en güzel şekilde okuyan Ebu Mahzûre’nin Kâbe’nin müezzini olmasıyla sonuçlanmıştır. Diğer taraftan, bir olayda Müslüman olduğunu söyleyen bir kişi için Üsame b. Zeyd onun ‘korkudan öyle söylediğini’ ileri sürdüğünde Resûlullah, ‘kalbleri yarıp bakmakla’ yükümlü olmadığımıza dikkat çekerek, doğru tutumun bu beyana itibar etmek olduğunu öğretmiştir.”
“Din, bir siyasî gerilimin ‘malzemesi’ olmaktan çıkmalı”
Yaşanan bu olayın, sade bir uyarıyla çözülebileceğini söyleyen Karabaşoğlu, bu tarz tartışmaların “fırsat” muamelesi gördüğünü anlattı. Karabaşoğlu’na göre dini konular siyasi bir gerilimin malzemesi olmaktan çıkmalı ve dindar olmayan kişiler de kutsallara saygı konusunda duyarlı olmalı:
“Bu örneklikler üzerinden Antalya’daki olaya bakarsak, olayın merkezinde yer alan genç, kasdının Kur’an olmadığını söylediğinde mesele bitmeliydi. Yok eğer Kur’an’a karşı saygısızlık niyetiyle bunun yapıldığı açığa çıkmış olsa, sözkonusu gençlere kutsala karşı saygısızlığın doğru birşey olmadığı anlatılabilirdi.
“Fakat maalesef şu an ülkemizde siyasetin gölgesinin çok ağır ve kalın bir şekilde dinin üzerine çöktüğü bir ortamda yaşıyoruz. Siyasetin din üzerinden sonuç alma, bu çerçevede ‘din düşmanlarına karşı dinin koruyucusu’ görüntüsü oluşturma çabası, sade bir uyarıyla halledilebilecek meseleleri dahi ‘bütün ülkeyi ilgilendirmesi gereken bir olay’ düzeyine çıkarabiliyor, böyle olaylar bir ‘fırsat’ muamelesi görebiliyor, böyle olmayan olaylarda bile iş bu yöne çekilmeye çalışılabiliyor. Öte yandan dinin siyaset tarafından ‘kullanıldığı’ şeklinde bir kanaat, bazılarının mevcut siyasete yönelik tepkilerini yanlış ve haksız bir şekilde dine yöneltip kutsala saygısızlık anlamına gelebilecek tutumlar ortaya koymalarına yol açabiliyor.
“Din, bir siyasî gerilimin ‘malzemesi’ olmaktan çıkmalı. Bunun için, dini gerçekten sevenler, onu siyaset için kullanma gibi bir saygısızlıktan uzak durmalı. Dindar ve hatta inançlı olmayan kesimler ise, kutsala saygı konusunda duyarlı davranmalı…”